Sığınmacılar Meselesi… Akıl ve Kalp!
Ramazan akşamlarından birinde, İmam-Hatip ile birlikte camiye giderken, bir kadın sesi geldi gerilerden:
“Hocam, biraz bekleyebilir misiniz?”
Geriye yürüyerek yolunu kısalttığımız Yaşlı Hanımefendi,
“Hocam bu ramazan oruç tutamadım hastalıklarımdan dolayı. Birine oruç parası vermem gerekiyormuş, ama bende para kalmadı… Ne yapmam lâzım?” diye sordu.
Hocamız da, geçimlerini sürdüremeyecek durumda olanlar için böyle bir mecburiyetin olmadığını söyledi.
Bol bol dua etmesini salık verdi.
Hanımefendi, derdini iyice dökmek ister gibiydi.
“Ah hocam, ah! Başımdaki derdi bir bilseniz…
Şu benim torun yok mu, bıktım artık! Ne elde kaldı ne avuçta!” dedi.
Torunu uyuşturucuya alıştırılmış.
“Hep kötü arkadaş yüzünden bunlar. Mahvetti bizi, para verme de gör, belki öldürür beni!” derken yüzünde öfke, korku arası bir ifade belirdi.
Konuştu da konuştu Kadıncağız.
Bizim çocukların, bilhassa da parçalanmış ailelere mensup olanları kolaylıkla tuzağa düşürülüyormuş.
İşler çok kötüye gidiyormuş.
Hanımefendi’yi teselli etmeye çalıştık.
Ayrıldık.
Hocamız, civardaki sıkıntıyı anlattı camiye doğru yürüyüşümüz devam ederken.
Epeyce çocuk ve genç varmış.
Gittikçe yaygınlaşıyormuş.
Polisiye tedbirler bir yere kadar işe yarıyormuş.
Biz de, MİLAT’ta 10 gün süren “uyuşturucu” dosyası yayımlamıştık, hatırlarsınız.
Narkotik ekipleri ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar “kayıp kaçaklar” tam olarak engellenemiyor maalesef.
Türkiye “köprü” ülke.
Bütün sıkıntılar bir şekilde buradan geçiyor.
Köprü pozisyonunda olmak iyi midir, kötü müdür?
Güreşte hiç iyi değildir mesela, tuş olup olmama arasında bir yerdesindir.
Savaşta da hatları kesmek için köprüleri hedef alır düşmanlar!
Bir başka gün…
Dertli dertli yürüyorduk…
“Güzel giyimli” bir Müslüman tanıdı bizi.
Selâm verdi, selâm aldık.
Oturduk, bir süre sohbet ettik.
Bana, “Suriyeliler ve diğer sığınmacılar meselesi” hakkında ne düşündüğümüzü sordu.
“Ensar Ruhu”nun önemine vurgu yapmakla birlikte, “güvenlik meselesine” dair endişelerimizi de dile getirdik.
Burada yazdıklarımız işte:
Ülke nüfusu kısa sürede çok büyük hızla arttı.
Bu artışta, Anadolu insanının katkısı çok az.
Aile Bakanı Derya Yanık, ‘Avrupa’dan 4-5 kat hızlı yaşlanıyoruz!’ diyor ya… (Kaynak: Anadolu Ajansı)
Evet, Anadolu nüfusu hızla yaşlanıyor.
Buna
mukabil, aramıza yeni katılanlar çok doğurganlar.
Onların
nüfusu da hızla artıyor.
Peki, bunun ne sakıncası var?
“Almanya’daki Türk nüfusu da artmıyor mu?”
Yok, öyle değil.
Almanya, bir vakitler, bilhassa da, “Almanların beğenmediği” işler için çok sayıda genç emekçiye ihtiyaç duyuyordu.
Bu emekçileri alırken de, epeyce kontrollüydü.
Oralara gidenler, bir şeylerden kaçmıyordu.
Almanya’ya sığınma durumu yoktu.
Orada Alman disiplini hâkimdi.
“Alman Şefler”, işe iki kez geç gelenin gözünün yaşına bakmıyordu.
Validem, Almanya’ya ilk giden işçilerden.
Burada, İş ve İşçi Bulma Kurumu’na başvurmuş.
Tam teşekküllü sağlık raporu istenmiş.
Prosedürü tamamladıktan sonra “kabul” gelmiş.
Buradan trene bindirilmiş.
Almanya’da karşılanmış.
Doğruca, haym denilen “işçi barınağına" götürülmüş.
Her şeyi ile kayıt altına alınmış.
Hangi fabrikanın, hangi bölümünde çalışacağı belliymiş.
Annemin Almanya’ya gidişinden beş altı ay sonra yanına gidebilen Merhum Babam da aynı prosedüre tabi tutulmuş.
Ben orada doğmuşum.
Devlet hemen duruma el atmış.
“Bir bebek, bir de küçük çocuk bir evde. İkiniz de çalışıyorsunuz. Bunları evde bırakıp işe gidemezsiniz, evi yakar bunlar! Tehlikeli olur!” demiş.
Bizimkiler Alman bakıcı bulmuş.
O da şefkatli biri değilmiş.
“İyisi mi” demişler,
“Erkek çocuğumuzu Türkiye’de birilerine emanet edelim. Onlar baksın, yoksa buralarda perişan olacak!”
******
ENSAR RUHU VE GÜVENLİK… İKİSİ BİR ARADA!
Nerelerden nerelere geldik.
Geldik de. şunun için geldik:
Almanya’daki Türk işçileriyle, Suriye’den ya da başka yerlerden toplu halde buraya gelenleri kıyaslamak çok yanlış.
Bugün, “hekim” olsanız bile, sizi Almanya’ya “lâp” diye almıyorlar.
Belli düzeyle Almanca bilmenizi şart koşuyorlar.
Kıyaslamalar bizim duruma çare olmaz.
Ortada, sıkıntılı durumlar var.
Hem Ensar Ruhu’na sahip çıkabilir, hem de güvenliğimizi tehditlerden uzak tutabiliriz.
Hangi tehditler?
Efendim, yazıya “torunu uyuşturucu bataklığına düşmüş yaşlı hanımefendi” ile başlamamız boşuna değildi elbet.
Biz ki, kendi ellerimizle yetiştirmeye çalıştığımız gençlerimizin bile bu kirli işlerin ortasına düşmesini engellemekte güçlük çekiyoruz…
Uyuşturucu pazarındaki kirli eller, topraklarından kopup buralara gelenlerin çok sayıdaki çocuklarına musallat olmazlar mı?
*
Güzel giyimli Müslüman kardeşimizle sohbetimizde kalmıştık.
Devam
edelim:
Ensar Ruhlu kardeşimiz…
“Sığınmacı çocuklarının büyük bölümü gerçekten korumasız. Bunlara çeteler, terör örgütleri çengel atar Allah korusun. Gelen kardeşlerimizin içlerine ajanlar da sızmıştır Allah bilir!” dedikten sonra…
Bir “başka mesele”ye dikkat çekti…
Sığınmacıların genellikle çok çocukları var ya…
Bu çocukların genç kızlık çağına gelmiş olanlarına, bilhassa "orta yaşlılardan" bol bol tâlip çıkıyormuş.
Kimi “sığınmacı” babalar da, “Hem bir boğaz eksilmiş, hem de kızcağızın hayatı kurtulmuş olur” diye, talip olanlara veriyormuş.
Mümkünse İmam Nikâhı artı Resmi Nikâh’la ve genellikle de sadece İmam Nikâhı ile…
Kardeşimiz, bu durumun birçok yuvanın yıkılmasına sebep olduğunu söyledi.
Ben de, yoğun sığınmacı alan illerimizde bu duruma rastlamıştım.
Bazı Hanımefendiler, “Yabancı gelin aldı, bizden koptu!” diye şikâyet ediyorlardı eşlerinden.
Hatta bu durumla mücadele için “dernek” bile kurmuşlar, o kadar yani.
*
Katılımlar, kontrollü kontrollü, sindire sindire olursa büyük sıkıntılar çıkmaz.
Kısa sürede ani ve toplu gelişler olursa…
Sayı “yerli” nüfusun hazmetme kapasitesini aşarsa sıkıntılar çıkar, büyük sıkıntılar çıkar.
Evlerimizde üç beş kişiyi belki misafir edebiliriz ama misafirlerin sayısı 50’yi bulursa ne yaparız?
Neyse ki, Siyasi İktidar da bu düşünceye tam olarak ulaşmış durumda ki, gelenlerden “1 Milyon”unun gönüllü olarak gönderileceğini açıkladı.
Geniş kapsamlı bir çalışmanın sonucu olarak, rızaya dayalı büyük gidişler.
Ne var ki, Türkiye çok sıcak, çok yakıcı bir seçimin atmosferine girmek üzere.
Beş altı ay sonra ortam iyice ısınır.
Çoklarının, bilhassa da politikacılarla bürokratların kafalarında “seçimin muhtemel sonuçları” olur.
Kafalar oralardayken iş yaptırmak iyice güçleşir.
*
Bu “sığınmacılar meselesi”, çok ciddi mesele.
Konuyu, “tedbir-tevekkül” ilişkisini ihmal etmeden bir hâl yoluna koymak şart.
Bu işlerden menfaatlenmeye çalışan birçok odak var.
Provokasyonlar üst üste geliyor.
Irkçı provokasyonlar da, bu işten “maddi çıkar” sağlayan farklı kisvelerdeki insanlar da var!
Bu, provokasyona çok müsait bir alan.
Kışkırtılan nefretlerin ne gibi sonuçlara yol açacağını tam olarak kestirebilmeniz mümkün değil.
*
Üzerinde tefekkür gerek.
Kalp ile akıl birlikte hareket etmeli.
Kuşun iki kanadı var.
Biri kırılırsa muvazene kaybolur, kuş çakılır!