Sığınma
Üşüyoruz. Kış kendini gösteriyor. Dünyamız soğuyor. Kış da uzadı. Bahar geldi ama henüz kışın etkisi devam ediyor. Dünyamız çok soğuk. Savaş ile daha da üşümeye başladık. İnsanlar kaçışta. Sığınmaya yer arıyor insanoğlu.
Çocuklar dünyaya sığmadı ve
sığınamıyor bile. Sığınmak ve sığmak, bu
iki kelime “dünya” değil midir? İnsan, hatası veya günahı sebebiyle dünyaya
gönderilen varlık. Dünyaya sığınan insan, şimdi dünyaya sığmıyor. Dünyayı
sahiplenerek başkalarını sığdırmıyor dünyaya. Nedir bu gözü dönmüşlük hâli?
Kendini çok güçlü sanan insan, küçük bir mikropla sendeliyor. İnsanı güçlü
kılan fizikî şartlar mıdır? Evet, maddî imkânlara göre pozisyon alırsınız. Bu
doğrudur ama yeterli değildir. İnsanı güçlü kılan veya insanın güç aldığı
merkez nokta, onu insan yapan ve diğer varlıklardan ayıran merhametidir. Merhamet ise vicdan mahkemesini kurar. Buradan
doğar adalet ve huzur.
Neyi kaybettik de huzur kalmadı
dünyada? Gerçekten de öyle midir, huzur yok mu dünyada? Bir dost, herkes gibi
rahat olamıyorum, her şeye kafayı takıyorum, huzursuzum, dedi. Sebebini sordu.
Düşündüm. Benzer durum kendimde de mevcut, dedim. Nedir bunun sebebi? Tek
kelime geldi aklıma: fark etmek. Nedir fark etmek, açalım ve düşünelim.
Cahil
insanlar hem pervasız hem de çok rahattır. Tedirgin değillerdir. Çünkü
kendileri dışındaki dünyaya kapalıdır gözleri. Bir de bencil insanlar böyledir.
Dünyanın merkezinde kendileri vardır. İnsan kendisi ve kendisi dışındaki durumu
fark ettiğinde ve çözdüğünde tedirgindir, huzursuzdur. Dünyayı anlamak en büyük
beladır, bu bela ile yaşamak zordur insana. Dünya yüktür. Bu yükü taşımak veya
taşımamak tercihi sunulmuştur insana. Kimisi bu yükün altında ezilir, kimisi de
bu yükten kaçar. Bazıları da kendi yükünü başkasına yıkar. İşte dünyaya sığınan
insanın hâli. Sığınmacı rolünden ev
sahibi rolüne giren insanın önünde bir şey duramıyor ama yine de insan
tutunamıyor. Çünkü her şeyi ters yüz eden bir hakikat var: ölüm.
Çağımız acılarla dolu. Dünyaya
sığınan insan şimdi kendi ölümünü seyrediyor. Sığınma, sığınmacı, iltica ve
mülteci kelimeleri şu sıralar gündemde. Suriyeli sığınmacılar ile hayatımıza
giren bu kelime şimdi Ukrayna-Rusya Savaşı ile tekrar gündemde. Savaştan kaçan
insanı yine bir savaş bekliyor. İnsanın imtihanı yine kendisi oluyor. Önünüze
çıkan engelleri de siz kendiniz örüyorsunuz. İnsan, yaratılmışların en üstünü ve mükemmeli
insan, dünyaya sığınan ama dünyayı
yaşanmaz hâle getiren insan! Açtığı kuyuya düşen insan! Nereye sığınacak? Yer kalmayacak sığınmaya.
Şimdi hava soğuk. İçimizdeki ateş
bile bizi üşütüyor. Sarılacağımız, ısınacağımız, sığınacağımız merhamet yüklü
bir vicdan arıyoruz. İnsan kaçış içinde sürekli. Zaman atına binen insan sürekli uzaklaşıyor
ama bir taraftan da yaklaşıyor kendi sonuna. Önüne birden bire bir derin boşluk
çıkacak ve düşecek. Kaçarken de düşerken de sığınacak yer aramıyor muyuz?
İnsan, kendine de mültecidir.
Kendisine bile yabancı ne kadar insan var.
Ruhunu kendi benliğinde ağırlayamayan ve sürekli çatışma içinde olan az insan
yoktur. Kendisini bile dışlayan insan… Modern çağın dramını yazan insan,
izleyen insan, ağlayan insan, gülen insan, hâlden hâle giren insan…
İnsanız, başka ne diyelim ki…
Hepimiz sığınmacıyız. Kimimiz
merhamet yüklü anneye sığınır, kimimiz dağ gibi bir babaya, kimimiz aşkın
sırrına, gönlüne… Sığınmak, bir bakıma teslim olmaktır. Teslim olana hürmet
edilir, yardım edilir. Kim bu yardıma
muhtaç değildir? Kendinden uzaklaşıp nereye gider, nereye sığınır insan? Dönüp dolaşıp şu dünyada sonunda hepimiz aynı
yere sığınacağız. Vesselam.