Sıfır sorundan nasıl oldu da sorunlar yumağına dolandık
Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan 2003’te geldiği iktidardan beri ülke içinde toplumla barışık yaşamamızı sağlayacak politikalar üretmeye gayret etti.
Önceki iktidarlarda olduğu gibi toplumu kutuplaştıran, öteleyen bir anlayıştan alabildiğince uzak durdu.
Çevresine bu yönde pozitif enerji vermekten geri durmadı.
Okuduğu bir şiirden dolayı kendisine layık görülen muameleden ötürü küskün olmadı.
Muhtar bile olamayacak diyenleri hedefe koymadı.
Emrolunduğu gibi dosdoğru olmaya gayret etti ve korkmadan arkasına bakmadan omuzlarında ki ağır yükü layıkıyla taşımaya gayret etti.
Yalnızca ülkesinde mi? O ümmeti de unutmamıştı. Bugüne kadar komşularıyla sürdürülen düşmanca politikaları tarihin tozlu raflarından kaldırıp atmaya kararlıydı.
Şimdilerde “Gelecek Partisiyle” ülkemizin geleceğine aydınlık adına pranga vurmaya alet olan Davutoğlu’nu tam yetkiyle Dışişlerinde görevlendirmişti. Sıfır sorun onun döneminde sloganlaşmıştı.
Suriye’yle nüfus cüzdanı ile yapılmaya başlanan giriş çıkışlar yeniden umutlandırmıştı ümmeti.
Ama uzun sürmedi. Sürdürmediler. Bölgeyi Birinci Dünya Savaşında bölüşenler sömürgelerinin ellerinden kayıp gitmesine izin vermeyeceklerdi.
Ne pahasına olursa olsun, milyonlarca insan ölmesi pahasına siyah altını ve hidrokarbon arkadaşlarını orada bırakamazlardı.
Nitekim öylede oldu. Sekiz yıl savaştırdıkları İran ve Irak’ı sözüm ona barıştırmışlardı. Tabii ki bu bir şakaydı. Kuveyt’e girmesine göz yumdukları Saddam’ı asmış, İran’ı ise fikri yayılmacılığı ile bir yılan gibi Ortadoğu’ya salmışlardı.
Böylece bir umut ışığı olarak parlayan sıfır sorun bir anda sorunlar yumağı olarak ortaya çıkmıştı.
Değişmez beşli çete başroldeydi elbette. Saz arkadaşları da cabası. İç siyasi çekişmelerle mücadele eden Erdoğan birde dış politikanın soğuk yüzüyle tanışmıştı.
Yılmadı, vazgeçmedi. Gemileri karadan Haliç’e indiren Fatih’in torunuydu. Çağ açıp çağ kapatan dedelerinin izinden gitmekle mükellef olduğunun farkındaydı.
Kendi ağzından dinledik; Dedem Abdülhamit’in hayatını okuyarak gençliğimi geçirdim” derdi. Öyle ya tam 33 yıl bir karış toprak dahi vermeden bu toprakları idaresi altında tutmuş. Dünya emperyalist devletlerini karşı karşıya getirmek için bin bir plan hazırlamıştı.
Yetmedi saltanatı. İhanet şebekesi örmüştü ağını. Tahtan indirilirken bula bula sizi mi buldular; “Bir hain, bir Yahudi, bir Ermeni ve bir Arnavut”
Bu kez öyle olmayacaktı. MİT Tırlarında başaramadılar. Gezide, 17-25 Aralık’ta başaramadılar. 15 Temmuz’da ise mağlup oldular.
Bu kez korkmadan cesaretini kırmadan girdi Suriye’ye. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı derken geldi Barış Pınarı.
Peki sonra. Yani şimdi ne vardı sırada? Hudutta İsrail var ama öncesinde İdlib. İdlib saldırısıyla şehit askerlerimizin kanı yerden kalkmadan bir yemin edasıyla haykırıyordu tüm Dünya’ya.
Suriye de yeni bir dönem başlamıştır. Bedel ödenmeden, kanla sulanmadan bu topraklar alınmadı ki kansız savunulabilsin.
Ümmet aradığı kurtarıcı ordusunu bekliyor. Bu ordu neden Türk Ordusu olmasın. İstanbul’u fethe gelen onca millet, onca kumandan arasından fetih kime nasip oldu.
Neden bir kez daha “Müslümanlarla Yahudiler çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Ve o ordu onları öldürecek sadece Gargat ağacı Yahudileri gizleyecektir.” Hadisi şerifinde ki o Müslümanlar olmayalım.
Suriye’nin bir adım ötesi Yahudi memleketi değil mi? İdlib bana bunu hatırlattı.
Erdoğan yeni bir dönem diyerek Kudüs’ü başkent başkent diye dillendiren bu Yahudi zihniyetinin tarih sahnesinde bir kez daha ve ebediyen gömülecekleri anı hatırlattı.
Hem onlar hem emperyalist Dünya bunun farkında. Türkler ayağa kalkacak olursa buralarda onlara hayat hakkı kalmayacak.
İşte şimdi anladınız mı sıfır sorundan sorunlar yumağına niçin ve nasıl geldik. Herkes son kozunu oynamakta. Türkiye de son kozunu oynayacak.
Ama bu kez ve son kez İstanbul ve Kudüs yeniden fethedilecek.
İyi düşünün iyi karar verin. Kimin safında olacaksınız. Bu fırsat bir daha ele geçmez.
Bedir asla geri gelmez. Bedrin Aslanları da…