Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.68
Gram Altın
2982.27
BIST 100
9949.01
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Sidretü’l-Müntehâ yolu: Oruç

İnsan kavramı, geldiği köken itibarıyla bir eksikliği de içerisinde tazammun eder. Bu sebepten olsa gerek “beşer, şaşar” ifadesini gündelik dilde sıklıkla kullanırız. Bundan da öte insanın ihtiyaçları süreklilik arz eder. Yemek, içmek, uyku, vb. onun ihtiyaçlarından bir kısmıdır sadece.

Kur’an-ı Kerim, birçok âyetlerinde Allah’ın hiçbir şeye ihtiyaç duymadığı, yemediği, içmediği, uyumadığı; hasılı insanlar gibi olmadığını vurgular. Varlık dünyasının içinde yer alan iki varlık olarak Allah ile insan arasında bir mahiyet farkı vardır. İslâm literatürünün farklı eserlerinde insanın Allah’tan bir nefha taşıdığı da ayrıca ifade edilir. Doğrusu insanı anlamlı ve önemli kılan bir noktadır burası.

Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu kavramlardan birisi de hikmettir. Kelime anlamı itibarıyla “söz ve eylemlerde isabet ettirmek” anlamlarına gelen hikmet kavramının beğendiğim iki anlamı da şöyledir: “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak” ve “kişinin Allah’a benzemeye çalışması”dır. (Bkz. Elmalı Tefsiri, 2. cilt) Buraya bakarak “nasıl Allah’a benzenebilir?” şeklinde soru sorulabilir. Öncelikle bu “ahlâklanma” ve benzeme” meselesinin “Tanrılaşma” demeye gelmediğini belirtelim. Hikmet kavramının bu anlam düzeyleri, insanın içinde Allah’tan taşıdığı nefhayı da dikkate alarak bir kemale erme sürecini ifade ederler.

Hikmet, kişinin söylediği sözler ve ortaya koyduğu pratiklerin, eşyanın hakikati ile örtüşmesi durumunu ifade eder. Bu sebeple, hikmetli sözler insanlarda bir karşılık bulur. Kur’an, peygamberlere kitapla birlikte hikmetin verildiğinden de bahseder. Fakat hikmet sadece peygamberlere has bir nitelik değildir.

Peki bu kemâle erme süreci nasıldır? Üstelik de insanın birçok zafiyetine rağmen nasıl mümkün olacaktır. Bir kere Allah gibi mükemmel olamayacağını bilen bir mü’minin temel hedefi, tekemmül edebilmek üzere tüm cehd ve gayretini göstermesidir. İnsan hayatı, hata ve yanlışlarla buna giden bir süreç ve alınan yol olmalıdır. “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanma”yı ya da “Allah’a benzemeye çalışma”yı böyle algılamalıyız.

Peki orucun kemâle erme sürecinde katkısı ne olacaktır? Yazımızın başında insanın yaşamak için birçok şeye ihtiyaç duyduğundan bahsetmiştik. Bu anlamda insanın yemesi, içmesi ve uyuması bir ihtiyaç olmakla birlikte, insanın yaşamın hedefini bu biyolojik ihtiyaçlara indirgemesi bir problemdir. Aslında yiyip, içmek ve ihtiyaçları görmek iyi düşünüldüğünde insanın kendi aciz konumunun farkına varabileceği şeylerdir. Bu durumda oruç, insan ihtiyaçlarını en asgari düzeye indirgeyerek onu “kendisi” kılabilmenin; hikmet ve hakikat yolunda daha sağlıklı yol alabilmesinin imkânını oluşturmaktadır.

Post/modern dünya insanın ihtiyaçlarını çoğalttığı gibi, onun “hemen” ve “şimdi” görülmesini talep eder. Tam da bu sebeple oruç tutmayı çok anlamlı bir eylem olarak görmez. Hatta tam tersine hiçbir ihtiyacın asla ertelenmemesi gerektiği mottosundan hareketle çoğaltılan ihtiyaçların hemen giderilmesini ister. Üstelik de bu ihtiyaçların gündelik hayatın tamamını doldurarak, insana kendisi ile birlikte olma fırsatı bile vermez. Bu da insanı tamamıyla biyolojik bir varlığa indirgemek ve sadece tüketen bir varlık haline getirmek demektir.

Arzuların patlama yaptığı bir zaman diliminde, insanın tamamen arzularına terk edildiği durumda oruç ne anlama gelmektedir? Belki bunun üzerine tefekkür etmek lazımdır. Bunu anladığımızda, “dinlerin zamanı geçti” argümanını öne sürenlere, İslam’ın yüzyılların ötesinden nasıl da sağlam bir ortodoksi ile meydan okuduğunu da anlayabileceğiz.