ŞİDDETİN KAYNAĞI DİN Mİ, SEKÜLARİZM Mİ? YADA HİÇ BİRİ!
Dünyanın her tarafı bir şiddet sarmalı içine girmiş bulunmaktadır. İnsanlık, şiddet olmadan bir gün bile yaşayamamaktadır. BM'ye dünyanın her tarafından her gün şiddet ve çatışma raporları gelmektedir. Tarihin hiçbir döneminde şiddet, günümüzdeki kadar hayatın yerine geçmemişti. İnsan, hiç bir zaman sahici aydınlanmayı başaramamıştır. Aydınlanma ve akıllanma yerine insan, kalbini ve aklını kararttığı için hayatı yaşama olgunluğunda değil, şiddet bataklığında tükenmekle yol alıp gitmektedir.
Bugünlerde ülkemizin doğusunda da hendek savaşları ve çatışmaları yapılmaktadır. Hendek, içine düştüğümüz şiddet bataklığının sembolü ve pratiği durumundadır. Hendek olgusu, sorunlar karşısında düştüğümüz açmazı, çözüm üretememe şeklindeki acizliğimizi, şiddeti tek çıkış yolu gören zihniyetimizi, militarizm ve terörizmin iç içe geçmişliğini sembolize etmektedir. Bütün insanlık gibi bizde kendimizi şiddetten özgürleştirmeyi başaramadık. İnsanlığın bugün en büyük başarısızlığı, kendisini şiddete teslim etmiş olmasıdır. Hendek, şiddetin esaretini kabul etme anlamında insani durumumuzda büyük bir kriz ve kaos durumu anlamına gelmektedir.
Hendekte ifadesini bulan şiddet, hayatımızın her alanını tükettiği için geçlerimiz, çocuklarımız, askerimiz, polisimiz, kadınlarımız, yaşlılarımız, avukatlarımız, esnafımız ölmekte, camilerimiz yanmakta, minarelerimiz kurşunlanmakta, şehirlerimiz boşalmakta, işyerlerimiz kapanmakta ve insanlar evlerini barklarını terk ederek göçmen durumuna düşmektedir. Şiddet, insan ve insanlık adına üretilen her şeyi yok etmektedir.
Şiddetin her şeyi yok ettiği bir ortamda, şiddeti neyin ürettiğine dair kısır bir tartışma yapılmaktadır. Şiddeti üreten kaynağın din veya sekülarizm olduğuna dair tartışma çok kadimdir. Dindar insanların önemli bir bölümü, şiddet başta olmak üzere dünyada yaşanan bütün kötülüklerin kaynağının sekülerizm olduğunu düşünmektedir. Buna karşılık kendilerine seküler, ateist ve hümanist diyen kişiler de, insanı şiddete yönelten esas faktörün din olduğunu iddia ederek dinsiz bir hayatın barışçıl ve mutlu bir hayat anlamına geleceğini vurgulamaktadırlar. Şiddet, savaş ve çatışma olgularının sorumluluğunu dine veya sekülarizme yıkmak, şiddetten çıkışımızı sağlamamakta, bizi daha barışçıl ve insani bir hayata ulaştırmamaktadır. Şiddet tartışmasını artık din veya sekülerizm merkezli yapmanın hiçbir anlamı kalmamıştır. Şiddetin sekülarizm-din şeklindeki ideolojik bir tartışma ikilemi olmanın ötesinde insanın derinliklerinde var olan problemlerle ilgili olduğunu kavramamız gerekmektedir. Şiddetin kaynağı din olmadığı gibi, sekülarizm de değildir. Şiddetin kaynağı, taşıyıcısı ve aktörü insandır. İnsana dair derinlikli, nitelikli ve kavrayıcı bir anlayış geliştirmeden yapılacak her şiddet tartışması, anlamsız ve verimsiz kalacaktır. Din veya sekülarizmin şiddete neden olduğunu savunan yaklaşımlar, şiddete bir açıklama getirmekten ziyade, insan hayatını din ve din dışı arasında geçen bir çatışma alanı haline getiren bir ideoloji üretmekten başka bir şey yapmamaktadırlar.
İnsan varlığının derinliklerinde güç, iktidar, yönetme, şeref, şehvet, şöhret ve egoizm gibi tatmin olmaz sorunları vardır. İnsan, tatmin olmaz arzu ve ihtirasları için şiddet ve çatışma dahil her yolu deneyebilmektedir. İnsan, kolaylıkla şiddete sapabilen ve ustalıklı bir şekilde din, bilim, sanat, siyaset, kültür kısacası her şeyi şiddete hizmet eden bir araca dönüştürebilmektedir. İnsan, şiddet uğruna dini ve seküler olan her şeyi kendi amaçları uğruna kolaylıkla araçsallaştırabilir. Din, bilim, sanat ve siyaset gibi alanlar, insani tecrübenin olmazsa olmazlarıdır. İnsani tecrübe alanlarının şiddeti başlatan, meşrulaştıran ve yoğunlaştıran birer araca indirgenmesi ölme ve öldürme kültürünün oluşumuna neden olmaktadır. Dinin, bilimin, sanatın, felsefenin ve siyasetin varoluş gayesi bir ölme ve öldürme kültürü yaratmaya kaynaklık etmek değil, yaşama ve yaşatma kültürünü beslemektir. Dini ve seküler tecrübe alanları birlikte insanı şiddete karşı korumalı ve bir hayat kültürü oluşturmaya katkı sunmalıdırlar.
Saf bir dindarlık veya dinden arınmış saf bir seküler hayat vaadinde bulunan dini ve seküler selefizmlerin her türlü çeşidiyle kuşatılmış durumdayız. Şiddetin sadece dinden veya sekülarizmden geldiğini savunmak, aslında geniş anlamıyla selefizmi savunma anlamına gelmektedir. İnsanlığın, seküler veya dini selefizmlerin hiçbirine ihtiyacı yoktur. İnsanlığın ihtiyaç duyduğu şey, din ve seküler olanın birlikte ve iç içe yaşadığı bir insani barış durumunun gerçekleşmesidir. Dini ve seküler olanı birbirine zıt ve düşman olarak konumlandırarak insani nitelikte bir hayatın ve barışın sağlanması mümkün değildir. Dini ve seküler olanın, bireysel ve toplumsal olanın, geleneksel ve modern olanın, felsefi ve dini olanın, akli ve nakli olanın birbiriyle çatıştırılması veya bunlardan sadece birinin dayatılması, hayatımızda hendekler kazmaktan ve kendimizi hendeklerin gerisine mahkum etmekten başka bir şeye yaramamaktadır.
Sekülerizmin dinselleştirilmesi ve dinin sekülerleştirilmesi, insanı parçalamakta ve çatıştırmaktadır. İnsanlığın, dindarlığı ve maneviyatı reddetmeyen ve dışlamayan bir seküler tecrübeye, aynı zamanda hayatla, insanla ve dünyayla barışık bir dindarlığa ihtiyacı vardır. Başka bir ifade ile sekülerliğin ve dindarlığın içinin insanla, hayatla ve barışla doldurulması gerekmektedir. Seküler ve dini tecrübelerimizin içini insanla ve hayatla doldurmadığımızda, onların içini ölüm, mezar ve hendekle dolacağını unutmamamız gerekmektedir.