Şiddet ve Şehvet
Karıncayı incitmek istemeyen bir medeniyet mensuplarından insanı öldürmenin sıradanlaştığı bir canavara ne ara evrildik.
Biz evvela sözün medeniyetini oluşturmuştuk. Boğaz kırk boğumdur derdik. Dile gelecek her kelimeyi bir dantela gibi işlerdik. Sonra bütün tartılardan geçirir, estetik terazisinin mana ve biçim kefesine koyar sonra karşı tarafa ulaştırırdık. Ham değildik hazmı kolay olmayan sözü söylemezdik. Az konuşur çok dinlerdik. Bir ağızla konuşurken iki kulakla dinlerdik. İki gözle karşımızdakini süzer iki elimizle onu kollar iki ayağımızla da yolundaki her engeli kaldıracak adımlar atardık. Susuşumuz tefekkür konuşmamız hikmetti çoğu zaman. Sözün şehvetine kapılmaz şiddetin semtinden uzak durmaya çalışırdık.
Sonra tavrımız ve edamız da sözümüz kadar ince ve narindi. Halimiz ve eylemimizle karşımızdakini incitmek büyük bir azap olurdu. Günlerce kendimize gelemez hemen özrümüzün affını dilerdik. Bilirdik sadece sevmemiz gerektiğini. Hoş olmayan haller için tahakkümle değil lütufla ıslah edici olmamız gerektiğini. Mesela yumurtayı kırınca kabuklarını hışırdatarak çöpe atmazdık. Kırılan su testimizi tamir edemezsek de un ufak etmezdik. İşe yaramayan sayfaları buruşturarak hislerimizi hırçınlaştırmazdık. Yırtık elbiselerimizi makasın altına alıp geriye kalan sağlam taraflarını kesmekten zevk almazdık. Bilakis iğnenin o zarif ince ucunun ve arkasındaki sökükleri bir araya getiren ipin tedavisi altına koyardık. Eskiyen eşyalarımızı daha muhtaç olanlara verirdik ki bulamazdık bizden daha muhtacını çoğu zaman. Oyunlarımız, düğünlerimiz, cenazelerimiz hayatımızdaki her türlü eğlenme ve üzülme faaliyetleri elimizden geldiği kadar şiddet ve şehvetten uzak olurdu. Çünkü biz insan denen mahluku yani kendimizi tanırdık. Her türlü şiddet ve şehvete potansiyelimizin olduğunu bilir sevgi ve edeple eğitirdik bu hallerimizi. Schiller’in ifade ettiği gibi bilirdik insan kendisiyle iki şekilde karşıt bir halde bulunabilir. Eğer duyguları prensiplerine hakimse bir vahşi gibi; prensipleri duygularını parçalıyorsa bir barbar gibi. Vahşi, sanatı küçümser ve mutlak emirvericisi olarak tabiatı tanır. Barbar, tabiatla alay eder ve onu şerefsiz kılar, fakat çok defa da, vahşiden çok daha aşağı olarak, kölesinin kölesi olmakta devam eder. Münevver insan tabiatı kendisine dost kılar ve ancak zorbalığını düzenlemekle hürriyetine saygı gösterir (4. Mektup).
Şiddet ve şehvetin vahşiliğin ve barbarlığın görünen yüzü ve birbirinin afyonu olduğunu bildiğimiz için birini sevgi ile dengeler diğerini iffetle kontrol altına alırdık. Bütün bunları da aile okuluyla topluma duyurur ve hayatın akışını düzenlerdik. Bilirdik aslından hayatın hem kısa hem de uzun olduğunu. Şairin deyişiyle
Hayat kısadır kuzucuklarım
Yine de uzundur kuzucuklarım
derdik.
Şimdi bize her şey şiddeti ve şehveti dayatıyor veya öyle hissettiriyor. Hem de Makyavel’in dahi kabul edemeyeceği bir meşruiyetle.
Devlet şiddet ve şehveti ya denetlemiyor veya denetleyemiyor. Varlığın şımarıklığı yeni nesli dizginleyemiyor. Yokluğun çabuk unutuluşu ileri yaş grubunu kendine getiremiyor. Televizyonlardaki dizi ve filmler şiddeti ve şehveti normalleştirmek için her türlü değerimizi başta da dini değerlerimizi aymazca ve umarsızca kullanıyor. Formal ve informal yasalarımız şiddet ve şehveti ferdin kaderiymiş gibi göstererek zamanda yaşamayı yeğlerken fikirde yaşamayı örseliyor ve ıskalıyor. Şiddet ve şehvet sarmalında dönen dünyanın ne yazık ki sıradan bir parçası olmaya hızla gidiyoruz.
Şiddet ve şehvet sarmalından kurtulup bir iyilik medeniyetinin mensupları olduğumuzu göstermenin yegane çaresi doğumdan ölüme kadar hakkın üstünlüğünü gösteren kanunun herkese eşit uygulandığını ve adaletin bütün değerlerin üst çatısı olduğunu yaşantıya dönüştürmekte yatıyor.
Zihniyet değişimini adaletli eğitim, estetik medeniyet öğretileri ve sevgi dolu bir gönül ve ağız diliyle yaptığımızda şiddet ve şehvetin canımız yakmasını engelleriz inancındayım.