Şiddet, silah ve çılgınlık
İnsanın şiddete eğilim duyan ve şiddet yapan bir varlık olduğu bir gerçek olarak önümüzdedir. İnsanın şiddete eğilimini bilmemize rağmen, insandaki şiddetin kökenlerini tam olarak bilemiyoruz. Biyolojik, psikolojk ve sosyal nedenlerden dolayı şiddete yönelen insan, süreç içerisinde şiddete bağımlı bir canavara dönüşebilmektedir. Şiddet ve insan arasındak ilişkinin, daha doğrusu gizemin çözülmesi için çok ciddi tartışmaların ve çalşmaların yapılması gerekmektedir.
Kişi ve toplum, doğal bir şekilde şiddete, savaşa ve çatışmaya yönelmemektedirler. Şiddet ve savaş, bireylerin ve toplumların fıtri karakteri değildir. Savaşa ve şiddete fıtri olarak bağımlı bir insan veya toplum yoktur. Kişiler ve toplumlar, savaşı, şiddeti ve çatışmayı daha sonra öğrenmektedirler. Savaşın ve şiddetin toplumsal ve kültürel yaşam tarzı olarak öğretilmesi, kişilerin ve toplumların doğal olarak kendilerini savaşçı ve kahraman görme yanılsamasına düşmelerine yol açabilmektedir. Şiddetin, savaşın ve yıkıcılığın kimlik haline getirilmesi, yüceltilmesi ve kutsanması, insani varlığımızda derin bir varoluşsal yozlaşmanın ve çürümenin olduğunu göstermektedir.
Şiddetin, savaşın ve çatışmanın sınırlanması imkansızlık derecesinde zor tehlikeler olduğunu vurgulamaya ihtiyaç vardır. Şiddetin bulaşıcılığı ve kirleticiliği üzerinde durmakta ayrıca yarar vardır. Şiddet virüsü, aklımızı, kalbimizi ve duyularımızı kirletip bizi her açıdan çürütebilmektedir. Şiddete, savaşa ve yıkıcılığa bulaşan bir kimlik, değer, inanç, felsefe ve yaşam tarzı, akıl, ahlak ve adalet boyutlarını kaybemektedir. Şiddette, savaşta ve çatışmada akıl, ahlak ve adalet yoktur. Şiddet ve savaş, aklını kaybetmiş çılgınların ve fanatiklerin işleyebileceği korkunç yıkımsal davranışlardır.
Savaş, şiddet ve çatışma övünülecek erdemler değildirler. Savaş, şiddet ve çatışma, kişilerin ve toplumların utanmaları gereken çılgınlıklardır. 21. yüz yılda insanlığın en çok ihtiyaç duyduğu şey, sağduyu içinde akla, ahlaka ve adalete göre yaşamak için çaba göstermektir. 20. yüzyılda iki dünya savaşı başta olmak üzere birçok soykırıma, şiddete ve savaşa tanıklık eden insanlık, şiddet çılgınlığını çok acı bir şekilde tecrübe etmiştir. Savaşın, şiddetin ve çatışmanın insanlığa ve dünyaya felaketten başka bir şey getirmediği bilinmesine rağmen, Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın neredeyse her yerinde yeni savaşlar icat edilmekte, şiddeti doğuran şartlar oluşurulmakta ve insanlar şiddet esiri fanatiklere dönüştürülmektedir.
Şiddet, savaş, silah ve çatışma yoluyla kişilerin ve toplumların kendilerine ve dünyaya çekidüzen vermeleri mümkün değildir. Şiddetin, savaşın ve silahın çekidüzen verme yolu ve aracı olarak görülmesi bireysel ve toplumsal hayatımızda kontrol edilemeyen ve önlenemeyen şiddet çılgınlıklarına yol açmaktadır. Her gün en yakınındaki insanları öldüren çılgın katillerin cinayetlerini okuyoruz. Şiddet, silah ve çatışma yoluyla kimsenin kimseye çekidüzen vermeye hakkı olmadığı ilkesinin bireysel ve toplumsal düzeyde benimsenmesi ve içselleştirilmesi gerekmektedir. Şiddet kullanarak başkalarına çeki düzen vermeye kalkışanların, herkese had bildirmeyi kendilerinin ayrıcalığı olarak görmelerine rağmen, onların her türlü akli, ahlaki ve adli ölçüyü aşan hadsizler olduğu gerçeğinin idrak edilmesi büyük önem taşımaktadır.
Başkalarının canına, malına, özgürlüğüne ve kazancına kast etmeyi amaçlayan şiddet ve savaşperestlikten en büyük zararı herkes görmektedir. Şiddet, savaş ve çatışma, herkese kaybettiren tehlikeli ve çılgın oyunlardır. Şiddetin ve savaşın insanın doğal hasleti olamayacağını, insan fıtratını zehirleyen ve çürüten virüsler olduğu gerçeği konusunda bir farkındalığın geliştirilmesi lazımdır. Şiddet, silah ve çatışma yoluyla başka insanların hayatlarına sarkmak, başkalarını kontrol etmeye kalkmak ve kullanmak hiç kimseye bir şey kazandırmamaktadır.
Şiddeti, savaşı ve silahı bireysel ve toplumsal haslet olmaktan çıkarma şeklinde çetin bir meydan okuma ile karşı karşıya bulunuyoruz. Şiddeti, silahı ve çatışmayı kişilik özelliğimiz olarak reddetiğimiz zaman, insani ilişkilerimizin daha normalleşeceğini, olgunlaşacağını ve gelişeceğini söyleyebiliriz.