"Seyyid, Hafız Kemal Kılıçdaroğlu"
Böyle bir başlığı durup dururken atsaydım çok
yakışıksız olurdu.
Okuyucularımız haklı olarak “Güzel kavramlarımız üzerinden bir Genel Başkan’ı tartışmak size hiç
yakışmadı” derlerdi.
Ben de kendilerine “Haklısınız, münasebetsizlik ettim!” diye karşılık verirdim.
Ne var ki vaziyet öyle değil, zira Sayın
Kılıçdaroğlu’nu“Seyyid”, “Hafız”olarak nitelendiren CHP’nin ağır
toplarından biri.
Vah lâiklik, vah!..
CHP’nin “altı
ok”undan, Değiştirilmesi teklif dahi edilemez, tanımsız bir “Ok” kalmıştı geriye…
“Lâiklik”
denilen ve bir vakitler “her 10 yılda
bir” milletin böğrüne saplanması (vesayetçiler tarafından)adet haline
getirilen “Ok”..
Lâiklik!
O da mı elden gidiyor ne?
CHP’nin kurucusu olmakla övündüğü rejimin “Devrim Kanunları”, “Ağa,
Hacı, Hafız, Molla, Efendi, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi” gibi lâkap
ve unvanların kaldırıldığını “hükme”
bağlamış malûm.
Sayın Kılıçdaroğlu “Başörtüsünü kanuni teminat altına almak için” adım atacaklarını
video-film yöntemiyle ilân eder etmez “kazan
kaldıran” CHP’li “aydınlar” arasından,“yapılanın Devrim Kanunlarına uygun olmadığını” öne sürenler bile
çıkmıştı.
“Camia”
bu konularda epeyce hassas yani…
Bu hassasiyet bilindiği halde, muteber CHP’lilerden birinin,
Sayın Kılıçdaroğlu’nun “Seyyid ve de
Hafız” olduğunu öne sürmesi,
Eee,
seçim bu. Demokrasi böyle bir şeydir!"denilerek izah
edilebilir mi?
“Lâiklik”,
“Seçim dönemidir, ne yapılsa yeridir!” denilerek örselenebilir mi?
Huzuruna nice kereler “Lâiklik
elden gidiyor!” diye şikâyete gidilen Büyük
Atatürk’ün hatırası bundan rahatsızlık duymaz mı?
***
CHP’NİN
KENDİSİNİ İZAH ÇABASI!
Birçok CHP’liyi yakından tanırım.
“Bizim
de ailemizde başörtülüler vardı ama fazla da ileriye gitmeyeceksin!”
cümlesini namaza başladığım ilk günlerde çokça işitmiştim.
Sonra sonra onların “türbanlı” diyerek işaret ettikleri başörtülüler gündeme geldi,
üniversitelerdeki yasaklamalar dolayısıyla.
O zaman da, öğrencinin başını örtmesinin hiç de
uygun olmadığını, hele hele yasak varken örtmesinin hiç mi hiç yakışık
almadığını söylerlerdi.
Hemen arkasından da, “Biz de Müslümanız ama” eklemesini ihmal etmezlerdi.
Namaza başladığım o ilk günlerde, kendilerine hep “Kimse sizin Müslüman olmadığınızı iddia
etmedi ki, niçin ikide bir ‘Biz de Müslümanız’ deme ihtiyacını
hissediyorsunuz?” diye sorardım da şöyle akla yatkın cevap alamazdım.
“Müslümanız”
diyorsanız, bitti.
Kalplerı yarıp bakmak kulun elinde değil ki…
İzah çabası niçin?
Namaza başladığım ilk günlerde
karşı karşıya geldiğim “Eski Dostlar”,
başörtülülerin kendilerini “Müslüman
olarak görmediklerini”, baş
örtmeyenlere farklı gözle baktıklarını zannediyorlardı.
Oysa, üniversitelerdeki başörtülülerin böyle bir
gündemleri yoktu.
Onlar sadece ve sadece özgür iradeleriyle tercih
ettikleri kıyafetleriyle eğitim görmek ve millete, devlete faydalı olmak
istiyorlardı.
Başkalarının hayat tarzlarıyla ilgilenmiyorlardı,
kendi mücadelelerini veriyorlardı.
Karşı karşıya geldiğim CHP’liler ise, onların hâl ve
hareketleriyle kendilerine mesaj verdiklerini, “başka gözle baktıklarını”düşünüyor,
kafalarında ürettikleri istifhamlara cevap yetiştirmeye çalışıyorlardı.
Tam da seçim ve başörtüsü gündeminin ortasında,
CHP’den “Sayın Kılıçdaroğlu
Seyyiddir,Hafızdır” gibi iddialar gelince…
“Bana
ne Sayın Kılıçdaroğlu’nun ne olduğundan?” dedim.
Ve o “gençlik
yıllarımdaki” CHP’li “Eski Dostlar”ın
söylediklerini hatırladım.
Ben öyle soy sop işlerine girmem.
Benim merhum, merhume aile büyüklerim arasında da CHP’li olanlar, ittihatçı olanlar da vardı.
Bundan bana ne,
“inanç” konusunda tercihte
bulunma imkânımız var ama doğacağımız aileyi ve büyütüleceğimiz çevreyi
kendimiz seçmiyoruz ki…
Rabbim, “Ey
İnsanlar sizi biz bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sâhip
çıkmanız için kavimlere, kabilelere ayırdık.
Allah katında en değerli, en üstün olanınız takvâda en ileri olandır.
Muhakkak ki Allah her şeyi bilir her şeyden haberdardır.” buyuruyor.
(Hucurât Suresi 13.Ayet)
Benim inancım böyle diyor.
Birilerinin sık sık hatırlattığı “Devrim Kanunları” ise,
“hacı, hoca, efendi” hatta “hanımefendi”
gibi unvanların kullanılmasını yasaklıyor.
CHP önde gelenlerinden bazılarının bir yandan “Lâiklik elden gidiyor!” diye feryad edip, diğer yandan da
pratiklerinin ortaya koyduğu “Laiklik
tarifine” aykırı hareket etmeleri tuhaf kaçmıyor mu?
Hani birilerine her fırsatta “Sen ne biçim dindarsın?” denir ya..
O birileri de onların her birine “Sen ne biçim laiksin?” deme hakkına
sahip olur bu durumda.
Galiba böyle atışa tartışa çıkamayacağız işin
içinden…
CHP’nin öyle seçim öncesi “manevraları, taktikleri” çerçevesini aşması…
Sonucu ne olursa olsun seçimler sonrasında çok sıkı
bir “kendisini yeniden tanımlama” çabası içine girmesi gerekiyor.
Seçimlere gelince…
Kendilerinin ne olduğunu, ne olmadığını anlatmak
için “seçimlik unvanlara”
sığınmalarına hiç gerek yok.
Vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti bu seçimde oy
kullanırken de, “Seyyidlik”, “Hafızlık”, “Laiklik” gibi niteliklere pek
bakmayacak.
İki mesele gündeminde olacak kahir ekseriyetin…
Bir:Milli
meseleler, beka meselesi ne durumda, kim iktidarda olursa ne durumda olur?
İki:Geçim
Durumu nasıl, yani hane halkı ekonomisi ne durumda?
*
Bu iki maddenin yerleri kişiye göre değişebilir ama
kahir ekseriyet için ilk iki sıra böyledir.
***
BAŞÖRTÜLÜLER
“REHİNE” Mİ?
CHP’nin milleti,vatandaşı tanımamak gibi bir büyük
derdi var maalesef.
Nitekim…
Sayın Kılıçdaroğlu, son sosyal medya
paylaşımlarındanbirinde, “başörtülü
kadınları”, “Erdoğan’ın elindeki rehineler” olarak nitelendirdi….
Cümlesi tam olarak şöyle:
“Beklediğim
gibi Erdoğan, başörtülü kadınlara rehine olarak elinde tutabilmek için konuyu
alâkasız yerlere taşıdın.”
Elde
tutulan kadınlar, rehineler…
Başörtülüler!..
Öyle mi?
“Rehine”nin
ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz…
Bir yandan “Sizin
haklarınızı teminat altına alacağız!” derken diğer yandan da başörtülüleri “iradelerini ortaya koyma imkânı olmayan”
birer “rehine” olarak
nitelendirirseniz…
Onları böyle hafife alırsanız…
Bütün ağır toplarınız “Hafızdır, Hacıdır, Hocadır,
Seyyiddir, Dededir!” dese hikâye…
Ohooo, epeyce uzamışyazı…
Neyse…
Sayın Kılıçdaroğlu’nun
ABD’deki temaslarının “hayırlara” vesile olmasını dileyerek bitireyim de, “ironi”den anlamayanlar yine kızsınlar
bize!
Lâkap ve Unvanların Kaldırılması Hakkındaki Kanun, 26 Kasım 1934 tarihli, 2590 numaralı
kanundur. 29 Kasım 1934'te Resmi Gazete'de (2867 sayı, 3 cilt, 6. sayfa) yayımlanmıştır.[1] Güncelliğini yitirdiği gerekçesiyle mecliste
tartışılmıştır.[2] Kanuna göre:
·
Madde 1 – Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa,
Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek
ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla
anılırlar.