'Şeytan süslü gösterir!' (2)
Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde yanlışları şeytanın insana süslediği, süslü gösterdiği anlatılır bize. Pek çok zaman yaptığımız yanlışlara bir meşruiyet kılıfı geçirdikten sonra bu yanlışı işlemeye devam ederiz. “Herkes yapıyor ben yapsam ne olur ki” deriz. “ama bunu yapmazsak kârımız azalır” deriz. Mesela “faize bulaşmazsak ticaretimizi yürütemeyiz ki” deriz. “Kitapta yazılan gibi davranırsak aç kalırız” deriz. “Bu kadar ince yaşanmaz ki bu dönemde” gibi kendimize mazeretler, bahaneler üretiriz ve gayrimeşru olanı yeşile boyayarak önce gözümüzde normalleştirir sonra da onu yapmaya devam ederiz.
Ebû’d-Derda da şeytanın oyununa gelenlerdendi. Şeytan yaptıklarını
onlara süslü gösteriyordu. Ebû’d-Derda da putuna tazimi çok güzel bir davranış
zannettiğinden dolayı çok şaşırdı, öfkelendi, kızdı, bağırdı. Sonra birazcık
zaman geçince öfkesi geçti, sakinleşti, duruldu. Kendi kendine “Allah Allah, şayet bunda hayır olsaydı kendisine yapılanı defederdi
başından. Kendisini savunabilirdi. Bunda bir hayır olsaydı; kendisine bu
kötülüğün yapılmasını, parça parça edilmesini engellerdi. Demek ki bunda hayır
yoktur” dedi.
Ebû’d-Derda, Abdullah'ın da belki vesile oluşuyla doğru düşünmeye
başlamıştı. Kardeşini buldu. Efendimiz (a.s.)'ın
yanına geldi. “La İlahe İllallah Muhammedur Rasulullah” dedi ve İslam'la
şereflendi.
Efendimiz (a.s.)'ın dünyasını değiştirmesinden sonra Hz. Ömer’in
halifeliği döneminde Hz. Ömer ona Şam Valiliğini teklif etti. “Seni Şam'a vali
olarak atıyorum” dedi. Ebû’d-Derda kabul etmedi. Vali olarak gitmeyi kabul
etmediği Şam’a daha sonra bir muallim, müderris, davetçi, hoca, öğretmen olarak
gitti. Yani makamı elinin tersiyle itmişti. Şanı, şöhreti, itibarı bu anlamda
elinin tersiyle itmişti.
Daha sonraki yıllarda Şam'a Vali olan Muaviye, Ebû’d-Derda’nın kızını
oğlu Yezide isteyecek ama Ebû’d-Derda, valinin oğluna kızını vermeyecekti. Ebû’d-Derda
daha sonra imanına, ihlasına güvendiği başka bir kişiye kızını eş olarak
vermişti.
Şam'da yapmış olduğu sohbetler, konuşmalar elden ele, dilden dile,
kulaktan kulağa yayılan konuşmalardır. İnsanları etrafına toplar, daha çok
ebedi âleme hazırlık yapmaları gerektiğine dair uyarılar yapar, “Ey insanlar!
Yiyemeyeceğiniz kadar biriktiriyorsunuz, topluyorsunuz; oturamayacağınız lüks,
şatafatlı binalar yapıyorsunuz; harcayamayacağınız şekilde servetler elde
ediyorsunuz. Niye bunları yapıyorsunuz” derdi.
Dünya ahiretin tarlası iken; bizim cennete gitmemizi sağlaması
gereken bir aracı iken, çoğu zaman ebedi kalacakmış gibi bir zanna kapılıp da
ahireti unuttuğumuz, ölümü unuttuğumuz, sabrı unuttuğumuz, hesabı, mahşeri
unuttuğumuz olmuyor mu? Allah (c.c.) unutanlardan olmaktan muhafaza buyursun
bizleri…
İnsanların hatasını gördüğü zaman insanları ayıplamazdı. Bir defasında
yolda tartaklanan bir adam görünce “Niye tartaklıyorsunuz?” diye sordu bunu
yapanlara. Onlar dediler ki “işte filan günah işledi, filan yanlışı yaptı.
Ondan dolayı cezalandırıyoruz” , “Öyle yapmayın! Yaptığı yanlışa düşmanlık edin,
yanlışı yapana değil” dedi.
Ebû’d-Derda vaazında, nasihatinde, irşadında hatayı hedef alırdı;
insanı hedef almazdı. İnsan mükerremdir. Allah'ın şerefli olarak yaratmış
olduğu varlıktır. Dolayısıyla insanı yapmış olduğu yanlıştan, hatasından
alıkoymaya çalışmak gerekir.
Ebû’d-Derda hastalandığı zaman etrafına insanlar geldi “Ne şikâyetin var? Hastasın, şikâyetin ne?” diye sordular “Günahlarımdan şikâyetim var.” dedi.
Eli boş
gidilmez gidilen yere,
Mevlâm boş
gelmedim suç getirdim.
Dağlar
çekemezken o ağır yükü,
İki kat sırtımda pek güç getirdim.
Tâhirü'l-Mevlevî
Rabbimizin huzuruna giderken suçlarımızdan endişe etmeliyiz. Günahlarımızdan,
kusurlarımızdan endişe etmeliyiz. Canın ne istiyor diye sordular. “Rabbimin rahmetini
mağfiretini istiyor, başka bir şey istemiyorum” dedi.
Biz de Rabbimizin rahmet ve mağfiretine nail olmayı niyaz ediyor Ebû’d-Derda
ve bütün sahabeyi kirama rahmet diliyor; Cenab-ı Hak'tan onların hayatına
benzer hayatlar yaşamayı bize nasip etmesini niyaz ediyoruz.
Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.