Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2964.56
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
30 Ağustos 2021

SEYİR

Sızılarımızı bavula koyarak yanımızda gezdirmediğimiz ve onları ardımızda bırakmak istediğimiz müddetçe, kalbi başka çevrelerle meşgul etmek bir rahatlama yöntemidir. Dünyamızın elemlerinden kurtulmak adına, dünyanın içinde gezintiye çıkmak… Kendimizin dışına adım atarak başka hayatların gerçekliği ile buluşturmak bakışlarımızı… Çünkü hakiki keşif kendi uzaklığımızdan içimize doğru yönelir. Yerini tespit ve tayin etmek isteyen insanın zemini yoklamaya ihtiyacı vardır çünkü. Yunus Emre’nin keşif yolculuğunda tabiata yönelmesi ve kendini varlıkta, varlığı da kendinde idrak etmeye çalışırken kâinatın, bilhassa nebatın dilini okumaya çalışması tabiatla kurulan rabıtanın önemini ortaya koyar.

Bazı beldeler insanın mekânla ve mekânın da zamanla münasebetinin kavranabilmesi adına yüksek bir imkân sunar ziyaretçisine. Bir yerin kodlarını okumak kadar, o yerin ruh ile kurduğu diyaloğu okumaya açık bir gönül taşımak da önemlidir. Yolu içselleştirirken, göğe bakarken vasıtanın ve denize bakarken onda kum tanesi gibi duran insanın hükmünü yitirdiği görülür bu okumalar sırasında. İnsanın kendisini varlığın bir cüzü olarak konumlandırmasına müsait hâle getiren bu okumalar ona bütünlüklü bir bakış açısı da kazandırır. Üstelik muhatabını evrenin işaret levhalarını görmeye açık bir noktaya getirir.

Samsun. Atakum. Benim gönül haritamda derin bir anlam göstergesi ile duran coğrafya. Bundan iki sene önce geldiğim ve yüksek lisans kaydımı yaptırmak üzere bir günlük mola verip büyük bir kalp çarpıntısı ile kendisinden Ankara’ya yolculuk ettiğim bu şehre bugün, tezimi tamamlamış olarak vardım. Aynı coşku, aynı lirik yorgunluk, benzer bir heyecan ve huzur hâli… Bana mekânın insanla arasındaki bağı yeniden düşündüren duygu seli. Tarihi ve tabi güzellikleri bir yana, şehrin insana karşı sergilediği tutum ve üslûba dair ciddi bir tefekkür imkânı buldum bu sefer, burada. İnsanın şehri sevmesi kadar şehrin de insanı sevip sevmediğinin fark edilmesi değerli. Nasıl sever şehir insanı, nasıl sevmez? Bunun cevabını bazı beldelerin gönle “daralma, sıkılma” manasına gelen kabz, bazısının ise ferahlık manasına gelen bast hâli yaşatmasında bulmak mümkün. Dikkat edildiğinde bir şehrin insanı daima benzer bir duygu alanına aldığı yahut kişinin o şehrin sınırlarını aynı duygu alanı üzerinden anlamlandırdığı görülecektir. Bu sebeple toplum hafızasında olduğu kadar fert hayatında da her şehir ayrılık, sevinç, hüzün, umut, vefa, keder gibi mana çerçevelerine tekabül ediyor. Anlaşılıyor ki bir aşk ve iştiyakı bir mekân ile bölüşmüşseniz ve durduğunuz nokta bir dönüşümün miladı olmuşsa orası daima yeni başlangıçlara kapı aralıyor. Tam burada her insanın, içinde bulunduğu ortama yönelik bir dil ve maneviyat arayışına girip girmeyeceği sorusu da karşımıza çıkıyor. Bugünün insanı, mekânın kendisine verdiği işaretleri yorumlayabilecek bir evrede mi duruyor? Herkesin şehrin gönderdiği yağmura, rüzgâra, güneşe, kışa ve bahara bakışı aynı mı? Elimde kalem ve defterle, jestsiz mimiksiz denizi seyrettiğim bir anda bütün benliğimi kuşatan bu sorunun cevabını yine denizi izlemekten ve sevmekten ziyade, ona hüznünü döker gibi düşünmeden giriveren, suyun içine büyüsünü fark etmeden karışan insanda arıyorum. Bulunduğu alanın farkında olamayan; görmeden bakan, dinlemeden işiten, tefekkür etmeden gönlüne alan ve içselleştirmeden murat uman insanda, şehre ve ondaki serüvenine dair bir analiz kabiliyeti görmeyi umut ediyorum. Aklıma Merhum Mehmet Kaplan hocanın İnci Enginün’e 16 Mayıs 1967’de yazdığı mektubundan bir bölüm düşüyor:

“İnsan ha deyince göremiyor. Fotoğrafın sanat hâline gelişi de gösteriyor ki, mühim olan göz veya makine değil, bakış tarzı, düşünce, estetik duygudur. Dikkati ayarlayan kültürdür. Aynı sokaklarda dolaştığımız hâlde Yahya Kemal ve Tanpınar, benden çok farklı şeyleri görüyorlardı. Ben gözün kâfi olmadığını onlardan öğrendim. Onlar dış âleme, Tanpınar’ın tabiri ile başka bir şeyin “arasından” bakıyorlardı. Tarihin, resmin, musikinin, kültürün “arasından” aynı şeyin, aynı insanların başka başka zaviyelerden görünmesi son derece mühim bir hadisedir. İnsanın sahip olduğu bakış tarzı bir gün karşı tarafınkini de değiştirecektir. (Mehmet Kaplan, Dergâh, s. 221)

Selam ile