SEYİR
Sızılarımızı bavula koyarak yanımızda
gezdirmediğimiz ve onları ardımızda bırakmak istediğimiz müddetçe, kalbi başka
çevrelerle meşgul etmek bir rahatlama yöntemidir. Dünyamızın elemlerinden
kurtulmak adına, dünyanın içinde gezintiye çıkmak… Kendimizin dışına adım
atarak başka hayatların gerçekliği ile buluşturmak bakışlarımızı… Çünkü hakiki keşif kendi uzaklığımızdan
içimize doğru yönelir. Yerini tespit ve tayin etmek isteyen insanın zemini
yoklamaya ihtiyacı vardır çünkü. Yunus Emre’nin keşif yolculuğunda tabiata
yönelmesi ve kendini varlıkta, varlığı da kendinde idrak etmeye çalışırken
kâinatın, bilhassa nebatın dilini okumaya çalışması tabiatla kurulan rabıtanın
önemini ortaya koyar.
Bazı
beldeler insanın mekânla ve mekânın da zamanla münasebetinin kavranabilmesi
adına yüksek bir imkân sunar ziyaretçisine. Bir yerin kodlarını okumak kadar, o
yerin ruh ile kurduğu diyaloğu okumaya açık bir gönül taşımak da önemlidir.
Yolu içselleştirirken, göğe bakarken vasıtanın ve denize bakarken onda kum
tanesi gibi duran insanın hükmünü yitirdiği görülür bu okumalar sırasında.
İnsanın kendisini varlığın bir cüzü olarak konumlandırmasına müsait hâle
getiren bu okumalar ona bütünlüklü bir bakış açısı da kazandırır. Üstelik
muhatabını evrenin işaret levhalarını görmeye açık bir noktaya getirir.
Samsun.
Atakum. Benim gönül haritamda derin bir anlam göstergesi ile duran coğrafya.
Bundan iki sene önce geldiğim ve yüksek lisans kaydımı yaptırmak üzere bir
günlük mola verip büyük bir kalp çarpıntısı ile kendisinden Ankara’ya yolculuk
ettiğim bu şehre bugün, tezimi tamamlamış olarak vardım. Aynı coşku, aynı lirik
yorgunluk, benzer bir heyecan ve huzur hâli… Bana mekânın insanla arasındaki
bağı yeniden düşündüren duygu seli. Tarihi ve tabi güzellikleri bir yana, şehrin
insana karşı sergilediği tutum ve üslûba dair ciddi bir tefekkür imkânı buldum
bu sefer, burada. İnsanın şehri sevmesi kadar şehrin de insanı sevip
sevmediğinin fark edilmesi değerli. Nasıl sever şehir insanı, nasıl sevmez? Bunun
cevabını bazı beldelerin gönle “daralma, sıkılma” manasına gelen kabz,
bazısının ise ferahlık manasına gelen bast hâli yaşatmasında bulmak mümkün.
Dikkat edildiğinde bir şehrin insanı daima benzer bir duygu alanına aldığı yahut
kişinin o şehrin sınırlarını aynı duygu alanı üzerinden anlamlandırdığı
görülecektir. Bu sebeple toplum hafızasında olduğu kadar fert hayatında da her
şehir ayrılık, sevinç, hüzün, umut, vefa, keder gibi mana çerçevelerine tekabül
ediyor. Anlaşılıyor ki bir aşk ve iştiyakı bir mekân ile bölüşmüşseniz ve durduğunuz
nokta bir dönüşümün miladı olmuşsa orası daima yeni başlangıçlara kapı
aralıyor. Tam burada her insanın, içinde bulunduğu ortama yönelik bir dil ve
maneviyat arayışına girip girmeyeceği sorusu da karşımıza çıkıyor. Bugünün
insanı, mekânın kendisine verdiği işaretleri yorumlayabilecek bir evrede mi
duruyor? Herkesin şehrin gönderdiği yağmura, rüzgâra, güneşe, kışa ve bahara
bakışı aynı mı? Elimde kalem ve defterle, jestsiz mimiksiz denizi seyrettiğim
bir anda bütün benliğimi kuşatan bu sorunun cevabını yine denizi izlemekten ve sevmekten
ziyade, ona hüznünü döker gibi düşünmeden giriveren, suyun içine büyüsünü fark
etmeden karışan insanda arıyorum. Bulunduğu alanın farkında olamayan; görmeden
bakan, dinlemeden işiten, tefekkür etmeden gönlüne alan ve içselleştirmeden
murat uman insanda, şehre ve ondaki serüvenine dair bir analiz kabiliyeti
görmeyi umut ediyorum. Aklıma Merhum Mehmet Kaplan hocanın İnci Enginün’e 16
Mayıs 1967’de yazdığı mektubundan bir bölüm düşüyor:
“İnsan
ha deyince göremiyor. Fotoğrafın sanat hâline gelişi de gösteriyor ki, mühim
olan göz veya makine değil, bakış tarzı, düşünce, estetik duygudur. Dikkati
ayarlayan kültürdür. Aynı sokaklarda dolaştığımız hâlde Yahya Kemal ve
Tanpınar, benden çok farklı şeyleri görüyorlardı. Ben gözün kâfi olmadığını
onlardan öğrendim. Onlar dış âleme, Tanpınar’ın tabiri ile başka bir şeyin
“arasından” bakıyorlardı. Tarihin, resmin, musikinin, kültürün “arasından” aynı
şeyin, aynı insanların başka başka zaviyelerden görünmesi son derece mühim bir
hadisedir. İnsanın sahip olduğu bakış tarzı bir gün karşı tarafınkini de
değiştirecektir. (Mehmet Kaplan, Dergâh, s. 221)
Selam
ile