Şeyhim olmadan asla
Bir arkadaşımla beraber bir kurum
ziyaretine gitmiştik. Orada kurum sekreteri telefonda Arapça konuşuyordu.Kurum
yöneticisinin misafiri olduğu için orada beklemiştik. Sekreter, telefon
konuşmasında "şeyh" kelimesini sık sık kullanmış. Benim arkadaşım da
şeyh kelimesinden yola çıkarak bazı yorumlar yapmaya başlamıştı. Bunun üzerine
arkadaşıma "bu şeyh" senin bildiğin şeyh değil demiştim. Nasıl yani
demişti de açıklama ihtiyacı hisetmiştim. Şeyh kelimesi Arapçada büyük, lider,
başkan anlamlarında kullanılıyordu. Fakat bu kelime çok sonradan Türkçeye
dinî-tasavvufi kesimlerde başkan,
büyük anlamında "şeyh" olarak
kullanılıyordu.
Kurum sekreterinin telefon konuşması
bitirince sormuştum.Telefonda konuştuğunuz kişi şeyh miydi? Hayır şeyh değil,
cevabını almıştık. Arapça bilen kurum sekreteri, telefonda konuştuğu kişi yaşlı
ve muhterem biri olduğu için şeyh ifadesini kullanmıştı.
Osmanlı Türkçesi uzmanlık alanımız ola da
birazcık Arapça bilgimiz olduğunu da söyleyelim. Ama bütün bunların dışında
"Yabancılara Türkçe Dersi" öğretiminde "Yalancı Değerlik"
kelimelerini bildiğimden dolayı çok
bildiğimiz kelimelerin bizleri yanılttığını da biliyordum. Tahran Yunus Emre
Enstitüsünde Fars kökenli öğrencilerimiz Türkiye Türkçesi dil öğrenimini o dönem içerisinde bitirirken İranlı Azeri
Türkleri muhakkak bir sonraki döneme kalıyorlardı. Azeri Türkleri mesela hiç
bir zaman "indim" kelimesini kullanmadılar, hep "düştüm"
dediydiler. Kâve adında Azeri Türk'ü bir hocamız Türk Dili ve Edebiyatı
öğretmenliğinde okuduğu için Türkiye Türkçesine vakıf olmuştu. Ama bir gün
köyüne gidip annesiyle İstanbul Türkçesi konuşunca başına gelmeyen kalmamıştı.
Samed Behrengi'nin de doğduğu topraklarda doğan bu Azeri anne oğlun "Özün
hara Türki yadından gidiptir, demişti. Onlara göre öz Türkçe onlarındır. Bu
konu tartışmalı ve mayınlı bir arazi olduğu hiçin şimdicek çıkalım burdan.
Dil öğrenme konusunda ülkemizde Farsça
öğrenenler hatta Arapça öğrenenler için de çok zorlu bir süreç. Mesela Fransızca
ve İngilizce öğrenenler için öyle bir durum söz konusu değildir.Ortak düşünüş,
ortak kültür dünyasında bazen bu tür durumlarla karşılaşılabilir. Yıllarca
Türkçede kullandığımız "endişe" kelimesinin Farsça öğrenirken
"düşünce" olduğunu öğrenince insan şaşırıyor. Mesela Arapça
"fakat" kelimesinin sadece anlamında olduğunu bizler hep öğrenirken
şaşırıyoruz. Acaba bilinçli bir şekilde mi Türkçede kullanıma sokuldu diyesi
geliyorum insanın. Kanaatimce cahil cühela bazı meşhurların bu kelimeleri yanlış
anlamda kullanmasıyla ortaya çıkmış bir durum bu. Bunu niin söylüyorum. Mesela
1950'lilerdeki Türk filimlerini seyrettiğimiz zaman orada kahramanlar
(aktristler) bir birlerine sigara ikam ettikleri zaman bir sigara çeker misin
derler, sigara içer misin demezler. Son zamanlarda görgüden yoksun, dili
kullanmasını bilmyen medya fenomenlrinin elinde dil de nasibini aldı. Aslında
bu durum 1990'lı yılların sonunda özel televizyonların ortaya çıkmasıyla ortaya
çkan bir durumdu. Özel televizyon sipikerlerinin,sunucularının,özel
televizyonda gösterime giren dizilerin sinema filimlerinin birinci önceliği
görsellik ve imajdı.Güzel kızlar, yakışıklı erkekler onlar için bir nirvanaydı.
Sözü uzatmadan şeyh kelimesi üzerine bazı
mülahazalarda bulunmak isterim. 28 Şubat'ın soğuğunu damarlarımızda
hissettiğimiz günlerde mesleğimi icra için İstanbul'dan uzak çok uzak bir yere
tayinimi istedim.Aslında memleketim
Viranşehir'de görev yapıyordum. Yazarlık ve edebiyat adına namüsait bir yer olsa da sonraki yıllarda edebî eserlerimde mekan olarak
Viranşehir çok yer almıştı.
Birgün
yakinen tanıdığım merhum Şeyh Lütfi Karacadağ'ı ziyaret etmiştim.
Edebiyat fakültesinde okurken ilk lügatı ondan hediye almıştım. Osmanlıca
çalışmalarımda da bana yardımı dokunmuştu. Hukukumuz şeyh- mürid ilişkisinden
çok bir nevi hoca-talebe ilişkisine dayanıyordu. Şeyhimiz beni gördüğüne
sevinse de üzgün oluğu her halinde belli oluyordu. Kalo bu ne hâl demiştim. O
da halimiz izmihlal, demişti. Kürtçede
"Kalo" tasavvuf erbabı için
kullanılan bir saygı kelimesidir. Şeyhimiz anlattı, ben dinledim: Viranşehir
adliyesinden ona bir tebliğat gelmiş. Çarşıda hakim beyin de olduğu bir mekanda
bir vatandaş Şeyh Lütfi'ye "şeyhim" diye hitap etmiş. Bu hakim
nezdine irticaî faaliyet kapsamına alınmış ve tahkikat başlatılmıştı. Şeyh
Lütfi için suç unsuru ve deliller toplanarak belli bir tarihte mahkemeye
çıkarılacaktı. Kaçma şüpesi olmadığından dolayı tutuklanma talep edilmemişti.
Viranşehir küçük bir yer olduğu için hakim beyi de tanıyordum. Eşiyle aynı
kurumda görev yapıyorduk. Hakim bey bir gün
eşi aracılığıyla Osmanlı döneminde kalma bir tapuyu benim okumamı rica
etmiş, tapuyu okuyabildiğim kadarıyla okumuş, diğer bölümünü de Atatürk
Kitaplığında eski eserler uzmanı olarak çalışan okul arkadaşım İrfan Dağdelen
hocamızdan yardım istemiştik.
Kurumda uygun bir zaman diliminde Şeyh
Lütfi'yi ve şeyhlik meselesini hakim
beyin eşine anlattım.Onun hakkında bir dav açıldığını anlattım. Dedim bu Şeyh Lütfi Karacadağ, mübarek bir
insandır. İnsanlar için dua eder, insanlara doğru yolu gösterir, onları haram
işlerden uzak tutar. Sohbetlerinde hırsızlığın fena bir şey olduğunu, yalan
söylemenin çok kötü olduğunu anlatır. Bu filleri yapan insanlardan uzak
durulmasını anlatır. Hatta küçük çocuklar uyku zamanı sürekli korktuklarında ellerini başlarına sürer ve dua eder. O
çocuklar Allah'ın izniyle iyileşir, demiştim.
Bunları
niye anlattım. Bir süre önce hakim beyin evine hırsız girmiş.Onlar evde
olmadığı bir zamanda pek çok eşyası çalınmıştı. Yine hakim beyin çocuğu
geceleyin uykusunda çok korktuğunu eşi bize anlatmıştı... ikinci gün hakim
beyin beni adliyede beklediği haberini almıştım. Yaptığım işin neye mal
olacağını açıkçası düşünmemiştim. Daha önce bir defa adliyeye gittiğimde çay
kahve ikramı yapılmıştı. Belki bu sefer olmayacak, benim hakkımda da irticaî faaliyetleri savunduğum ve koruduğum
için bir dava açılabilirdi. Bu korku ve endişe
içerisinde adliyeye gittim. Hakim bey beni odasında bekliyordu. Yüzünde
bir merak duygusu olduğunu hissettim. Anlat bana bu şeyhlik nasıl bir şeymiş
dedi. Anlattım, Şeyh kelimesi Arapçada yaşlanmak,ihtiyarlanmak anlamında
kullanıldığını anlattım. Bu kelimenin Türkçeye Arapça üzerinden değil Farsça
üzerinden geçtiğini söyledim.Türkler'de Ahî teşkilatı dediğimiz bugünkü terzi
esnafı, berber asnafı, attar esnafı başkanlarına şeyh denir. Hatta şeyh
Araplar'da aşiretin, kabilen en büyüğüne verilen unvandır. Biz de ise aşiret
başkanına ağa denir. Şeyhlerin ekilebilen arazisi olsa ağa olurlar,dedim. Çok
eski Türkçede şeyhliğin karşılığında bayat kelimesi kullanılsa da bu kelime
bozulan eşyalar için sadece kullanımda kaldı, dedim.
Hakim bey, hocam ben sana inanıyorum ama
peki bunları nasıl ispatlayacağız. Ona "çok kolay" dediydim. Daha
önce sizin tapularınızı okurken kullandığım sözlükler var.Onları getiririm. Bu
bilgiler orada yazıyor,dedim. Kamus-ı Türki Arap alfabesiyle yazıldığı için
Devellioğlu Osmanlıca Sözlüğü götürmüş,ilgili kelimeyi göstermiş.Hatta o
sayfanında bir fotokopisini çekmiştik.
Bu uzun ve meşakkatli işten sonra
şeyhimizin davası beraatla sonuçlanmıştı. Bana ilk sözlüğü armağan eden bir
zata diyet borcumu ödediğim için çok mutluydum. Şeyhim olmadan asla.