Seydi Beşir olayının faili kimdi?
Geçtiğimiz hafta
sonu 12 askerimiz Pençe Kilit Harekâtı bölgesinde şehit düşmüştü. Hepsine
rahmet diliyor, milletimize başsağlığı diliyorum. Bu haberin ertesi günü de
Gazze ve şehit edilen askerlerimiz için Ankara’da büyük bir miting düzenlendi.
Biz de bu mitinge katıldık. Duyarlı halkımız PKK’ya ve işbirlikçilerine karşı
sloganlar atarak Anadolu Meydanına doğru yürüdü. Oradaki herkes Gazze’deki
soykırımı destekleyenler ile askerlerimizin şehit eden hainleri
destekleyenlerin aynı mihraklar, aynı ülkeler olduğu hususunda mutabıktı. Eray Güçlüer’in de belirttiği gibi “Lazer veya radyo sinyali güdümlü tanksavar
silahları, sese duyarlı veya kodlanmış sinyallerle harekete geçebilen çoklu
ateşlemeli patlayıcı düzenekleri, kızılötesi gece görüş sistemleri gibi silah
ve teçhizatın bu tür terör saldırılarında terör örgütü PKK'nın elinde olduğu
görülmektedir.” Böyle silahların bir terör örgütünün elinde olması, dahası
bunu üreten ülkelerin bu silahları bir terör örgütüne vermesi düşündürücüdür.
Ayrıca Türkiye’de Gazze katliamı için tepkilerin yoğun olduğu bir zamanda bu
saldırının olması da ayrı bir araştırma konusudur.
Gazze’de yaşanan
soykırımla ilgili yazdığımız yazılar nedeniyle genelde olumlu tepkiler alırken
arada bir olumsuz yorumlar da okuyoruz. Bir okurumuz “Arapların gözlerini kör
ettiği 150 bin askerimizi neden anlatmıyorsunuz?” diye sormuş. Tarihe Seydi
Beşir olayı olarak geçen bu hadisenin asıl failleri İngilizler olduğu halde
mesele nasıl Araplara mal edilmişti anlayamamıştım. Sonra internet üzerinden
bir araştırma yaptığımda bu iddianın facebook üzerinden yapıldığını ancak daha
sonra bu yazının kaldırıldığını öğrendim. Birisi iftira fitilini ateşleyip
kaçmıştı.
Tekrar bu elim
hadise hakkında araştırma yaptığımda karşıma epeyce yazılmış makaleler ve bir
de tez çıktı. Dr. Vedat TÜFEKÇİ tarafından yazılan bu tezde de olay ve sonrası
detaylı bir şekilde izah edilmiş.
Birinci Dünya
Savaşı'nda 1918 yılında Filistin cephesinde savaşırken İngilizlere esir düşen
16. Tümenin 48. Alayındaki 15 bin askerimiz, Mısır’ın İskenderiye şehrinin
15 km kuzey doğusunda kurulan Seydi Beşir Kuveysna Dört Numaralı Osmanlı
Useray-i Harbiye Kampı’na hapsedilmişti. Burada savaş sırasında Filistin’de
esir düşen Osmanlı askerleri tutuluyordu. Yalnız İngiliz ordusunda bulunan Türkçe
bilen bazı Ermeni askerler tercümanlık yapıyordu. Ancak bunlar kasıtlı olarak yanlış
ve kışkırtıcı çeviriler yaparak esir düşmüş askerlerimize karşı İngiliz
komutanlarını dolduruyor, onların düşmanlıklarını körüklüyorlardı. Bu yüzden
İngilizler tarafından askerlerimiz 12 Haziran 1920’ye kadar iki yıl boyunca her
türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar. Birçok
askerimiz maalesef bu işkenceler nedeniyle şehit olmuştu. Aslında o sırada savaş
bitmişti ama hâlâ hayatta olan askerlerimizi bize teslim etmek İngilizlerin
işine gelmiyordu. Anadolu’da İngilizlere karşı bir ayaklanma an meselesiydi. Bu
muhtemel ayaklanmada serbest bırakılacak her asker yarın yine onlarla
savaşabilirdi. İngilizler bu ihtimali göz önüne alarak çözüm aramaya
başladılar. Ya bu askerler topluca katledilecekti ya da savaşamayacak duruma
getirilecekti. Toplu bir katliam İngilizlerin dünya kamuoyu nezdinde başını
ağrıtabilirdi. Sonunda Ermeni ve İngiliz doktorlar tarafından bir çare bulundu.
Askerlerimiz mikrop kırma bahanesiyle yakıcı bir kimyasal ola krizol dolu
havuzlara sokulacak ve gözleri kör edilecekti.
Askerlerimizin
arasında bulunan subaylarımız bu tuzağı anlamış ve askerlerimizi suya
girmemeleri hususunda uyarmıştı. Bu yüzden İngiliz askerleri ile esir Türk
askerleri arasında bir arbede çıksa da İngilizler ateş açarak olaya müdahale
edince vurulmamak için başını suya sokan her askerimizin gözleri yanmış ve
neticede kör olmuştu.
Bu acı ve vahşet
kokan hadise üzerine Edirne milletvekilleri Mehmet Şeref ve Faik
Kaltakkıran beyler 21
Mayıs 1921 tarihinde TBMM'ye bir önerge verdiler. Mısırda gerçekleşen bu katliamda
15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz
tabibin, garnizon komutanının ve askerlerinin cezalandırılması için meclisin teşebbüse
geçmesi istendi. Vekiller ayrıca Anadolu'da tutuklu İngiliz Albay
Ravlenson gibi esirlerin İngilizlerin elindeki Türk askerleri teslim
edilmedikçe iade edilmemelerini önerdi.
Hatta İstanbul
sokaklarında bu kampta kör edilen askerlerimizden geri dönenler birbirlerinin
eteklerine tutunarak sokaklarda gezmişler ve durumu protesto etmişlerdi.
İngiltere Hükûmeti de Babıali’ye bir resmi yazı yazarak bu esirlerin acilen
İstanbul’dan sevk edilmelerini ve sokaklarda dolaştırılmamasını istemişti.
İngiltere’nin kendi yaptıkları bu zulmü gizlemeye çalışması Faik ve Şeref
Beylerin verdikleri takrir üzerine ortaya çıkmış ve olay Birinci Meclis’in 28
Mayıs 1921 tarihli oturumunda görüşülmüştü. Bu mesele 2009 yılında tekrar
meclis gündemine taşınmıştı.
Şimdi bu olayı bile
İngilizler yapmışken Filistinliler yaptı demek ne kadar büyük bir iftiradır. Şu
anda sokaktaki gençler üzerin de bir algı operasyonu olduğu açıktır. Algılar
olguların önüne geçiyor ve bizler de buna göz yumuyoruz. El insaf demekten başka
bir söz bulamıyorum.