Seyahatname
Ahmet Haşim, “Seyahatname okumanın tadını öteden beri bilirim.” diyordu. Meraklıları bilir, şairimizin nesir kitapları arasında çok güzel seyahat notları vardır. Kim sevmez ki gezmeyi, dolaşmayı, seyahat etmeyi? Esasen yolculuklar insanın ufkunu genişletir, bakış açısını derinleştirir, düşünmeye, tefekküre ve anlamaya sevk eder.
Yazı kursu talebelerim ara sıra sınıfta, gezdikleri
yerlerden bahsederler. Ben de o esnada sorarım: “Zekâtını verdin mi?” Öğrenci,
bir anda şaşırır. “Hocam zekât, Ramazan ayında verilmez mi?” Tabii gülerek açıklarım: “Kastım o değil.
Gezip dolaştığın yerlerin zekâtını verdin mi? Yani bir deneme, hikâye veya şiir
yazdın mı? Yaz ki, başkaları da özensin, imrensin ve senin gibi seyahate
çıksın. Ders kitabımız Yazı Masası’nda
“Seyahat” bölümünde 8 sayfalık metin var. Yer darlığı olmasaydı bu renkli tür,
80 sayfa hâlinde bile yazılabilirdi.
Seyit Ali Kahraman’ın Yeditepe Yayınevi tarafından
neşredilen Günümüz Türkçesiyle Evliyâ
Çelebi Seyahatnâmesi’ni okudum. 17. asır klasiği şaheserde, Evliya’nın on
ciltten ibaret olan eserinin birinci cildi, yani “İstanbul” faslı var. Sunuş’un
ilk satırları bizi içerideki bereketli, lezzetli, zengin sofraya davet ediyor:
“İnsanoğlu yüzyıllar boyunca gezip dolaşmış ve bu gezileri sırasında görüp
öğrendiklerini kaleme almıştır. Bunların kimi gördüklerini unutmamak, kimi de
kendilerinden sonra gelecek insanlara gezip gördüklerini bilip öğrendiklerini
miras bırakmak amacıyla yazılmıştır.”
Gezi kitaplarının faydalı olduğunu belirten Kahraman,
bunların arasında hepsinden önemlisi ve kıyaslanamayacak eser olarak Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi’ni zikreder
ve ekler: “Dünyanın en büyük ve en kapsamlı seyahat kitabı olan bu eser, sadece
seyahat notlarından ibaret olmayıp, onlarca devletin ve bu topraklar üzerinde
yaşayan yüzlerce insan topluluğunun tarihi, sosyal yapısı, dili, yedikleri,
içtikleri, gördükleri ile toplum hayatı, gelenek ve görenekleri,
yetiştirdikleri ve bitirdikleri ile XVII. Yüzyıl hayatını canlandırıp bize
sunmuştur.”
Metin, müellifin
orijinal üslubundan uzaklaşmamak kaydıyla bugünkü okuyucularının rahatlıkla
anlayacağı günümüz Türkçesiyle yazılmış. Zaten amaç Çelebi’yi bugünkü nesillere
aktarmak değil mi? Evliyâ’nın hayat hikâyesi tafsilatlı biçimde yer alıyor.
Seyyahımız hakkındaki malumat mühim. Çelebi’nin hiç devlet görevi almadığı
hâlde devlet adamları yanında musahiplik, müezzinlik, gümrük memurluğu, elçilik,
arabuluculuk, zahirecilik, vergi tahsildarlığı, ulaklık, vakıf idareciliği,
Kâbe Örtüsü Nazırlığı görevlerini yapmış.
O kendi ifadesiyle “seyyâh-ı âlem ve nedîm-i benî
âdem”dir. Yani dünya seyyahıdır ve insanların dostudur. İnsanların her
hâlükârda yardımcısı, dostu, arkadaşı, hatta sırdaşıdır. Çok gezmek, ona bu
güzel meziyetleri ve melekeleri kazandırmış. Bir de müzmin bekâr olduğunu
öğreniyoruz. Zaten 51 sene boyunca yeryüzünü arşınlayan böyle bir gezgine,
hangi hatun tahammül edebilirdi ki?
Evliyâ’nın bu büyük seyahate nasıl başladığının
hikâyesi meşhurdur ve ilgi çekicidir. Bir gün rüyasında Hazret-i Peygamber’i
görür ve çok heyecanlanır. Kâinatın Efendisi’nden “Şefaat Ya Resulallah!” talebinde
bulunacağına telaşla, “Seyahat Ya Resulallah!” deyiverir. Rivayet odur ki
Çelebi, bu isteğinin ruhsatını alır ve yola çıkar. Seyyahımız Rum ikliminde,
Arap diyarında ve Acem mülkünde dolaşır, küffar beldelerinde de gezinir. Tam 51
sene boyunca yedi iklim, dört mevsim her tarafı arşınlar. Araştırmacılara göre
25 milyon kilometre kare yer gezmiş, 147 dilin konuşulduğu farklı ülkeleri,
muhtelif toplulukları görmüş. Gidip gezdiği, geçip durduğu dağların, ovaların,
ormanların, yaylaların, kalelerin, çarşıların, kütüphanelerin, hamamların
sayısı 6 binden fazla. Temaşa ettiği şehirlerin adedi 257.
Gezginimizin ayaklarının değdiği coğrafyada bugün
40’dan fazla devlet kurulmuş. Galiba Hazret-i Âdem’den bugüne en çok gezen fani
ve talihli kul Evliyâ Çelebi. Fakat “zekât”ını fazlasıyla ödemiş ve tam 10 ciltlik
eseri, irfanımıza, dünya kültürüne kazandırmış. Gezdiği yerlerden bir kısmı:
Almanya, Arabistan, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Bosna-Hersek,
Bulgaristan, Çeçenistan, Dağıstan, Ermenistan, Filistin, Sudan, Gürcistan,
Habeşistan, Hırvatistan, Irak, İran, Makedonya, Mısır, Macaristan, Polonya,
Romanya, Rusya, Somali, Suriye, Tataristan, Ukrayna, Ürdün, Yunanistan… Geriye
ne kaldı ki? Hem o zamanlar, bugün insanlığın başına bela olan ABD yoktu. 972
sayfalık kitabı, bilhassa gezmeyi sevenler görmeli. Eserin, ilk satırlarını
teberrüken okuyalım: “Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Resûlullâh
sâdıku’l-va’di’l-emin. Bismillahirrahmanirrahim ve bihi’l-avnî nesta’în.
Allah’a hamdolsun ki o kutsal yerlerin seyahati ve ziyaretiyle şereflendirdi.
Selâm ve salât şeriat kalesini tesis eden, yüce sıfatların sahibi, kâinatın en
şereflisi, varlıkların en mükemmeli, mihrabın önderi, şekilsiz şüphesiz yol
gösterici o Muhammed Mustafa (SAV) üzerine olsun. O’nun yüzü suyu hürmetine
Mülkün Maliki ve Feleklerin Yaratıcısı yeryüzünü insanlar için hoş bir mekân
edip âdemoğlunu bütün varlıkların ve yaratılmışların en şereflisi etti.”