“SEVMEK BİLMEKTİR”
Kalplerin örgütlenmesinden yanayım. Fakat nasıl? Dostluk en ideal örgütlenme biçimi. Güvenli ve uzun vadeli… Çoğunlukla bir ömür. Yeterli değil mi? E haydi hayırlı olsun. Bu bir ömürlük vefa, bir ikinci ömürde de beraberliğe çıkar mı çıkar…
Fakat sevmeyi bilmek gerek. Bunun için gidilecek tek mektep var. O da sevmek eylemi. Sevmek mektebi. Yani sayılı birkaç kalbin rahle i tedrisine diz çökmek. Tek öğretmen ise sevilesi, dost olunası insan/lar…
Herkes kendi “öğretmenini” arar. Öğrencisini de… Az sayıdaki öğretmenlerini bulur illa. Bulunur illa. Hayatta her karşılaştığımız, yollarımızın kesiştiği insandan bir iz, bir söz kalır bize. Fakat dostlarımız başkadır. Onlarla iç içe geçeriz. Kalp kalbe yaşarız. Onlar emekçi ilkokul öğretmenlerimiz gibi yer tutar hafızamızın özünde.
Dostluk sevilmekle de başlayabilir. Fakat sevmek daha iyi bir başlangıç, sevilmekten...
Hangi yüklemin içinde siz varsanız, hayat o konuda sizden yükünü alır. Böyledir. Sevmek te öyle. Sevilmeyi beklemeden sevmenin öznesi olmakta, sevginin bedeline talip olmaktan kaynaklı bir yüreklilik ve bu yürekliliğe bir ön ödül var.
Bunu bilirsin; sevmek sensindir. Sevilmek ise o…
Sevmek; kalbin öne atılmasıdır. Atılganlıkta yiğitlik var. Yiğitlikte ödüle meydan okuma var! Çünkü bedele talip olmak ödülün şımarmasına engel olmaktır. Ödül için yapmaya rest vardır. Sevileyim diye sevmezsin. Sevmek için seversin. O da beni sevsin demezsin. Hesap etmezsin.
Sevilmek: sana doğru uçuşlardır… Sevmek; kendi kanadın.
Sevilmek; cevap vermek. Sevmek; soru sormak.
Çünkü “Sevmek bilmektir.” der Aristoteles. Sevginin ne olduğunu bilmek için önce bir sevmek gerektiğini vurgular. Ancak bundan sonra sevilmeyi de bilebileceğini…
Bilmenin keyfi; sadece bilmekten geçmiyor. Bilmek; yaşamak oluyor böylece. Yani edip eylemek. Zahmet. Emek. Uzaktan zor olduğunu sanmayasın. Pek kolay bir mekteptir bu. Yaşayınca bilmiş olursun. Yaşamayınca da bilmemiş.
Böylece, “Yaşayan bilir.” Sözü bir kere daha yaşamın keyifle battığı gurup oluyor.
Yaşanacak olanın sevmek eylemi olduğunu düşününce şöyle durup bir silkiniyoruz. Ruhumuzu, soyut ceketimizin düğmelerini ilikler gibiyiz. Toparlanıyoruz. Hürmetli bir eylem için…
Çünkü hiç öyle kolay değil; sevmek. Derin ben dediğimiz; kalbimiz karar verecek buna. Üstelik senin bile haberin yokken, aniden, birdenbire, bir kişiyi daha, dost olarak sevmiş ve seçmiş olduğunu göreceksin. Gözün, kulağın, elin, kolun sonradan haberi olacak bu durumdan. Hepsi sonradan tanışacaklar. Varlığının diğer yanı, bütün ayrıntıları, dostunla beraberken kalbinin gözünün içine bakacaklar. Dostunu incitmemek ve onun etrafında pervane olmak için titiz ve dikkatli birer hizmetkar gibi… Hepsi kalbinden bir adım geride kalbinin bir göz kırpmasına bakıp duracaklar.
Çünkü kalbin sadece gözü ve kulağı yok. Kalbin elleri, kolları ve bacakları var! Ayakları da var! İnsan dediğin kalp işte. Kalp insanın değil, insan kalbin bin bir uzvu.
Böyle…
Dost: sevmenin gizli öğretmeni. Sevmeyi bilmenin… Bu öğretmenliğinden kendisinin bile haberi yok. O da kendisini öğrenci biliyor. Sevmeyi öğreniyor o da.
İkiniz de sevilmeyi hesaba katmıyorsunuz. Hesapsız sevmek peşindesiniz.
İkiniz de bilmek derdindesiniz.
Bilmek; bir şeyi yaşamaktan geçiyor çünkü…
Dolayısıyla artık şunu da diyebiliriz.
Sevilmeyi bilmeyenler, sevmeyi de bilmeyenlerdir. Önce bilirsin. Yani seversin ve bunu tecrübe ederek sevmeyi bilmiş olursun. Ancak ondan sonra sevilmeyi bilmeye geçebilirsin. Sevilmeyi bilmek, sevmeyi bilmekten geçer.
Ne var ki incelikli fikirler; nadir insanlar hariç diğerleri için ağır, “çekilmez” olarak karşılanır. Karşılanmaz bile… Anlaşılamazlar.
İnce bir dal gibidir ince fikirlilik... Kaderi meltemleyen, rüzgarı kandıran bi' şey. Yaprağı gülümseten.