Sevmek
Sevmek için geldik, bilinmez bir yazgının cümlelerinde ararız ismimizi. Talih, baht ve kader… Hafî ve bilinmez bir yola koyulma, arayış başlar. Kalp mi, akıl mı hükmeder, bilinmez. Arada kalır, darda kalır, yârde kalır gönül.
Sevmek bir mevsim olur, bekler, bekler
durursunuz. Ya gelir ya gelmez. Belki gelir sevmek mevsimi, bulamaz sizi.
Mevsimi geçmiştir, geçmiştir gönlünüz. Vakitsiz açan çiçekler gibi yanar, solar
ve tek tek dökülürsünüz. Kalakalırsınız yek başınıza. Işıksız, havasız,
bunaltıcı ve kasvetli bir hücreye döner koskoca dünya. Sevmek böyle bir anda
başlar. Ve şairin dediğini dersiniz: “Ben o gün öldüm
gülüm/Bir daha ölmem artık.”
Sevmek,
sancıdır, acıdır; acıyı bal eylemek mümkün müdür? Her kalbin dayanacağı bir
ağrı mıdır? Kalbin kadar sevebilir, kalbin kadar sevilirsin. Sevmek, her gönlün
harcı mıdır? Sabrın zirvesi belki tâlimidir sevmek. Kimisine baharda, kimisine
kışta düşer acı. Bir telaşa kapılır, bir göze meftun olur, bir bakışın tuzağına
düşersiniz. Zamansızdır. Başka zamanda, ah başka mevsimde olaydı… İçten içe
söylenir, dilenir durursunuz amansız bir derde derman.
Sonsuz
ama onsuz bir çölün ortasında vâha. Bir çiçek, yalnız bir çiçek, çiçek…
Beklenen mevsime erişmektir niyet ama atışları değişir, ritmi bozulur yorgun ve
dilsiz kalbinizin. Varırsınız, durursunuz karşısında. Seddini aşan su olur
kanınız. İçinize vurur, vurur durur kanınız. Isınır, yakar kanınız, beyniniz
zonklar, kalbiniz göğsünüze sığmaz, bir dağ olur, patlamaya hazır yanardağ. Ve
çaresizliğin resmi çizilir yanık benzinize. Derinleşir çizgiler, çizgiler
hikâyesi olur sırrınızın.
Sır, toprağa düşen sevmek tohumu. Filizlenir mi,
çürür mü? Gizli bir dua yükselir perde perde. Ancak sır kâtibi bilir, bilir ama
arz eylemez en yüce kata. Razı olur derdinize, dönersiniz en başa. Ve sevmek
imtihan olur size.
Turgut
Uyar, “Ömrümüz böyle olmamalıydı/Hep
aşkta durmalıydı çağımız.” diyordu, kim için demişti? Söyleteni biliriz de
söyleyemeyiz. Ahraz bir ağrı yapışır yüzümüze. Harfler karışır, heceler şaşar,
kelimeler boşluğa düşer. Sesimiz rengini kaybeder. Hâlimizi anlatan tek kelime
nedir, sorulur memnu ve hafî yâre. Özlem, der. Nazım’ın “Hasretimden deli olacak hâle geldim.” sözünü hatırlarsınız. Delilik, evet, delilik
değil miydi kışta yağmur duasına el açmak. Zamansızlık, kadersizlik,
bahtsızlık…
Mecalsiz
düşersiniz. Dil bağlanır, şikâyet sessiz bir konuşma. “Bir
nigehle komadı derdimi takrîre mecâl/ Çeşm-i mestin nice gûyâları hâmûş eyler” diyen
Fıtnat Hanım, sizi anlatmıştır. Peki, kim anlar sizi, kim duyar? Duygular
kementte.
Bahar
sevmek mevsimidir güya. Uyanır tüm canlılar. Sular coşar. Gök gürler. Göçmen
kuşlar dönüş yolundadır. İzzet Molla, “Bir mevsim-i bahârına geldik ki
âlemin/Bülbül hamûş havz tehî gülsitan harâb” diyordu. Sevmek, kederli bir
ömrün imtihanı olur mevsim bahar olsa da. Baharını yaşasa da sevilen, bülbül suskun ve gül bahçesi haraptır.
Bilemezsin ki ne zaman geleceğini, bilemezsin levh-i mahfuzu. Dönmek istersin
evvel zamana. Takvim yapraklarını geriye saymak istersin. Hepsi yırtılmıştır.
Boşluk… Sevmek, ıpıssız ve karanlık bir boşluğa düşen ışık. Tutmak istersin,
kavramak gövdesinden… Kaçar, kaybolur ışık.
Anlatmak
da anlaşılmak da mümkün değildir. Erzurumlu Emrah’ı dinleyip susma vakti: “Dedi bir pîr pişman olursun/Râzını açma
Hak’tan gayri pişman olursun” Evet, sırrınızı açmak bir yarayı açmaktır.
Yaraya neşter vurmaktır, kanatmaktır oyulan içinizi.
Şimdi
bir hayal mevsimi, geçti sevmek mevsimi. İyisi mi Özdemir Asaf gibi söyleyelim,
tesellimiz bir hayal olsun: “Bana
yaşadığın şehirleri aç/Başka şehirleri özleyelim orada seninle/Bu evler, bu
sokaklar, bu meydanlar/İkimize yetmez” Âlem içinde âlem olsun. Yetmeyen zamanı, boşa
geçen ömrü kim bilir, kim dinler ki? “Aşktı
uçup giden üstümüzden/Aşktı değip geçen yanımızdan” dese de şair, biz şimdi sevmek
imtihanında pişmanlıklar yaşamaya mahkûm edildik.