Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.77
Gram Altın
2977.89
BIST 100
10016.19
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Sevgiliye...

Çok ağlıyordu. Hem de iç çekerek. Göz ucuyla da çaktırmadan bana bakıyordu. Sanki ilgilenmemi istiyordu kendisiyle. Ancak ben buzdolabı kadar sakin ve soğuk, odun kadar katı ve sert duruyordum. İç çekmelerini artırmaya ve aramızdaki mesafeyi kapatmaya başlamıştı çoktan. Cebinden çıkardığı mendille de durmadan göz yaşlarını siliyordu diğer taraftan.
Yine de hiç bakmadım kendisine.

O bana yaklaştıkça ben uzaklaşmak istiyordum. Ve birden düştüm sert bir zemine. Afalladım. Biraz da sinirlendim. Canım da acımıştı. Hem de komik duruma düşmüştüm. Bunların yanında asıl beni çok yükseklerden düşmüş durumuna sokan o an yaşadığım alçak halimdi.

Bir elin bana uzandığını gördüm. Nar çiçeğini ezecek kadar narin suyun dibinde mercan gibi görünecek kadar güzel, lakin hayatın bütün yükünü taşımış kadar da yorgun görünüyordu o eldeki parmaklar. Uzatamazdım onca güzelliğe karşılık bunca sevimsiz ellerimi ona.

Baktı çok masum bir şekilde yüzüme. Bakışları dahi yüreğimin en derin yerlerine ulaşıyordu. Gönlümdeki bütün buzlar her an eriyebilir ve ben ona kavuşabilirdim. N’olursun bu defa beni kırma der gibi bir bakışı vardı. Lakin ben hâlâ demir gibi soğuk ve ruhsuz duruyordum. O da hâlâ kristal gibi hayatbahş ve canlıydı.

Yahu uzatamadım elimi! Kirlenmiş ve kırılmıştım. Yaşamın nehrinde yıkanırken içimin bozulmuş ve kokuşmuş niyetleriyle, yaptığım onca aymazlık ve çıkardığım huzursuzlukla uzatamazdım ellerimi ona. Ama o hâlâ ilk günkü gibi saf ve iyi niyetliydi.

Çok yorgundu. Yorulduğu ayakkabılarından değil, ayaklarından belliydi. Bir de beni feleğin çarklarında sürekli gezdiren gözlerinden yüreğinden atmadığı o temiz sevgisinden. Bütün bunlara rağmen o yine de elini uzatmaya devam ediyor, konuşmadan ağlıyor, titreyen vücudunu benim tarafıma bırakmak istiyordu.

İstediğimi almış ama geç kalmıştım. Buna da şükür olsun dedim. Yıllar sonra bir hapishane koğuşunda da olsa sevdiğime kavuştum zannıyla kendimi gururla toparladım. Düştüğüm yerden kalktım. Uzatılan o hasret dolu ele doğru uzandım. Hatta bir adım da attım. Bir de ne göreyim. Hakikaten yerdeyim. Ranzadan düştüm sert ve soğuk zemine. Ancak ne canım acıdı, ne yüreğim. Yıllardır beklediğim heyecana kavuşmuştum. Velev bu, soğuk bir kışın soğuk bir gecesinde ve soğuk bir koğuşunda olsun. Rüyam sıcak ve sevimliydi ya. Tam yerden kalkacaktım ki gardiyan efendi bir ziyaretçimin olduğunu ve beni beklediğini söyledi. Hemen toparlandım. Rüyam gerçek mi oluyor diye çok heyecanlandım. Üstüme çeki düzen verdim. Ellerimle saçlarımı düzelttim. Onun en son gönderdiği ve kendi elleriyle dokuduğu kazağı da giydim. Koşa koşa bir nefeste vardım oraya. Gardiyan oturduğu yeri bana gösterdi.

Evet oydu gelen. Neredeyse yüreğim yerinden fırlayacaktı. Yine her zamanki gibiydi. Bir melek gibi görünüyordu. Beyazlar içinde ve bohçası önündeydi. Sırtı bana doğruydu. Arkadan sarıldım ona. Bütün yılların hasretini ve ona çektirdiklerimin özrünü diler gibi sarıldım. Öptüm başını ve yüzünü ve hayata hâlâ direnen o narin ellerini. O da tuttu ellerimden bir daha düşmemem için bırakmayacaktı sanki beni.

Bu defa ben ağlıyordum. Hem de hıçkırıklarla. O ise sesini hiç çıkarmıyordu. Sadece ellerimi sıkı sıkıya tutuyor ve kokladıkça onları yüreğim bir hoş oluyordu. Yüzüme baktı ve oğlum;

Yadında mı doğduğun zamanlar

Sen ağlar iken gülerdi alem

Bir öyle hayat sür ki

Mevtin olsun sana hande

Halka matem

gibi incilerini o mübarek feminden dudaklarına döktü ve konuşmaya devam edecekti ki gardiyan vaktiniz bitti dedi.

Kalktı yerinden her zaman ki vakur haliyle. Bütün metanet ve ciddiyetiyle bana sarıldı. Yüzünde sadece güzellik vardı, benimkisinde ise gözlerimden akan yaşlar. Ben döndüm koğuşuma o da beyazlar içinde özgürlüğe doğru yol aldı. Vaessefa bu son görüşmemiz olacaktı.

Ben faniliğin kayıtlarıyla uğraşırken annem ebedi özgürlüğe bütün güzelliğiyle yol almaya başlamıştı çoktan.