Sevgili okuyucum beni yerden yere vuruyor!..
Bir kardeşime göndereceğim düğün hediyesini kutuya yerleştirdim.
Yakınlardaki kargo şirketine gittim.
Ankara Yenimahalle’den
İstanbul Eyüp’e gidecek kutuyu
teslim alan arkadaş, bu işin bedelini söyleyince küçük dilimi yutacaktım
az daha.
Son derece nazik bir edayla:
“839 Türk Lirası”!
En düşük emekli maaşının 7500 lira olduğu bir
memlekette, mütevazı boyutlardaki bir
kutuyu göndermenin bedeline bak!
Ne yaparsın;
Gönderiyi teslim alıp düğün sahibine ulaştıracak
İstanbul’daki kardeşim Muhammed Bozkurt’u aradım..
Rakamı duyunca o da şaşırdı.
Hatta, “Abi, şöyle lüks bir otobüs firmasından bilet al.
Koltukta gelsin koli beyefendi!” dedi.
Evet, ne iyi olur.
Bizim kutu, film seyrede seyrede gider İstanbul’a!
X
Neyse, biz kutuyu bir şekilde göndeririz.
Bir giden olur belki, ne bileyim bir hallederiz herhalde...
Lâkin hemen ulaştırmaya mecbur olanlar için yıkım.
Ufacık zarflar için bile ciddi paralar talep ediyormuş kargo
firmaları.
PTT ile göndermek biraz daha hesaplı oluyormuş…
Filan…
Bu kargo işi canımı sıktı ya, sosyal medyadan Ticaret
Bakanlığı’na seslendim:
“Kargo vurgunu!
Ankara’dan İstanbul’a
kolicik göndermek…
Tam 830 lira
istediler!
Otobüste tekli koltuk
bileti al ‘beyefendi’ koliye, film seyrede seyrede gitsin!
Bu işleri denetleyen
yok mu ey Ticaret Bakanlığı?”
Böyle yazdım.
Altına da, Ticaret
Bakanımız Sayın Ömer Bolat’ı etiketledim.
Gönderi, yazıyı kaleme aldığım şu dakikalarda 70 bin
görüntüleme almış durumda.
Ticaret Bakanlığı bütün ihbarları değerlendiriyor değil mi?
Bu konularda vatandaşa da görev düşüyor elbet.
Vatandaş şikayet edecek ki, yetkililer bilsin ve gereğini
yerine getirsin.
E, şimdi…
Bizim gibi, “kallavi” sosyal medya hesabı olan gazetecilerin
“ihbar” niteliğindeki mesajları da dikkate alınır mutlaka.
Öyle değil mi?
Yok!..
Öyle değil.
Ne arayan oldu, ne soran?
Hangi firmadır,
niyedir, nasıl bir gönderidir?
Yok!
X
Elbette her konuyla Sayın Bakan ilgilenecek değil ama…
Bu işlere bakan görevliler yok mu?
Orada koskoca Ticaret Bakanlığı yazıyor ve Sayın Bakan’ın
twitter adresi de etiketleniyor.
Bizim gibi hatırı sayılır etkileşimi olan sosyal medya
kullanıcılarının “ihbar” niteliğindeki mesajları bile görülmüyorsa…
Böyle imkânları olmayan vatandaşlar ne yapsın?
Ya işte böyle…
Biz böyle küçük meselelerle uğraşıyoruz…
O meselelerden biri de, Devlet’in Zirvesi’ndeki
idarecilerimizin “tasarruf” çağrıları yaptığı bir süreçte, belediyelerin “konser çılgınlığı”nda sınır
tanımamalarıydı.
Yazdık, yazdık…
Sosyal medyadan, televizyonlardan, köşe yazılarımızdan
seslendik.
Sadece biz değil, milyonlarca vatandaşımız da tepki
gösterdi.
Arkadaş ne işse…
Nedense?
Bir “yetkili” olsun, böyle yapan belediyeleri uyarmadı!..
Uyarmadı zira uyarsaydı böylesine pervasız takılamazlardı!
Hele hele, seçim yaklaşırken!
Asla!..
Mesela, partinin Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan
Yardımcısı ya da onun yardımcılarındın biri, “israf çılgınlığında yarışan” belediye başkanlarını arayıp, “Biz millete tasarruf çağrıları yaparken,
siz bunca tepkiye rağmen sokaklara konser afişleri yapıştırıyor, bir de
marifetmiş gibi bunları sosyal medya hesaplarınızdan paylaşıyorsunuz!
Yapmayacaksınız böyle şeyler!” deseydi…
Bu kadar rahat, bu kadar pervasız olabilirler miydi?
Ya işte, bunlar da bizim uğraştığımız “basit” meselelerden!..
Bizi takip edenler buna benzer bir dolu “basit” meseleye
daldığımızı bilirler.
Buralara girmeyip de işi “goygoyculukla” götürmeyi bilmez miyim
ben?
Böyle yapmanın maddi menfaatlerime ne denli hizmet edeceğini
düşünemeyecek kadar kıt akıllı mıyım?
Sokaktaki vatandaşın sesine kulak tıkayarak , gerekli
yerlere bol bol “pas atarak” işlerini götürenler yok mu?
Var elbet, çok var!
Ne demişler, “Dünya
iki kulplu kazan, tut bir ucundan sen de kazan!..”
İşini bilenlerden
olmak ne güzel şeymiş,
Bal tutan da parmak yalarmış!
Lâkin olmuyor işte.
Tam 35 yıldır gazeteciyiz.
Bu süreçte nice mazlum ile mağdur ile dost olduk.
İşimizi de fil dişi kulelerde yapmadık, kaç numaralı
belediye otobüsünün nereye gittiğini hiç unutmadık!
Böyle olunca da…
Caddede, sokakta görülenlerden olduk.
Bir de her hafta pazara çıkmaya, kendi alışverişimizi
kendimiz yapmaya alışkın olduğumuzdan fiyatları düzenli olarak takip etmek gibi
bir avantaja sahip bulunduk.
Belki izliyorsunuzdur, sık sık “fiyat listeleri”
yayınlıyoruz sosyal medya hesabımızda.
Ne cins işler!..
Mesela, üç harfli marketlere kızıp Tarım Kredilere
gittiğimizde, oralardaki durumları da görüyor ve yazıyoruz.
Eksikliklere, aksaklıklara
“dost ikazı” diyerek dikkat çekiyoruz.
Böyle olunca da…
Vaktimizin büyük bölümü, “sokaktaki vatandaşı” dinlemekle geçiyor.
Bazen daraldığımız oluyor haliyle.
“Kardeş, biraz da bir
elleri yağda, diğer elleri balda olan meslektaşlarımıza söyleseniz bunları!” diyoruz…
Ne yapsınlar, “Onlara
ulaşamıyoruz ki abi!” cevabını veriyorlar.
Bir de başka sıkıntılı tarafı var işin…
Her arayana, her mesaj atana yetişmeye çalışırken…
Biz de insanız değil mi, bazen ihmal ettiğimiz oluyor.
Ya da ailevi meselelerden dolayı meşguliyetimiz…
İki gün dönüş yapmayınca…
Haydi fırça:
“Vay be, Serdar Abi, artık sana da ulaşamaz olduk.
Senin de burnun büyüdü demek!
Ne o, bir hatamız mı oldu?
Küs müyüz?”
E, dedik ya biz de insanız…
Böyle mesajlara tepki gösterdiğimiz de oluyor.
“Ya kardeşim, iki gün
cevap alamayınca, hakarete varan lâflar ediyorsunuz! Ayıp olmuyor mu?”
diyoruz mesela…
Biz böyle kızınca da…
Şakkadanak yapıştırıveriyorlar meşhur cevabı:
“Debbağ, sevdiği deriyi yerden yere vururmuş!”
x
Debbağ, malûm:
Deriyi döve döve
terbiye eden kişi!..
Biz de, dövüle dövüle terbiye edilen deri!..