Sevdiğim-İz
Parmak izleriyle birbirinden ayrılan insanların taşıdıkları hikâyelerle de, bir diğerinden özge nitelikler kesbettiği doğrudur. Aslında bu farklılık bakıp gördüğümüz her şeyde mevcut. Dünyaya inen her kar tanesinin farklı motiflere sahip olması gibi, bir dut yaprağının ceylan tarafından yenildiğinde misk, ipek böceği tarafından yenildiğinde ise ipeğe dönüşmesi düşündürücüdür.
Herkes kahramanı olduğu hikâyeyi burada bırakıp gidiyor
Rahman’a, yalın ve yalnız. Gelişimizdeki yalnızlığın gidişimizde de ifade bulması,
hikâyelerimizin yalnızlığına da delil bir yerde. Pekâlâ daima ayrılıklarımız
ölçeğinde mi kurulur beyinlerimizdeki iletişim ağı, farklılıkların gölgesinde
mi şekillenir?
Kişi sevdiğiyle
beraberdir hadis-i şerifinin öteleri ihtiva ettiğini düşündüm uzun seneler.
Sonra bir gün Osman Nuri Topbaş’ın “kişi
muhabbet duyduğu kişinin kaderinden pay alır.” söylemiyle karşılaştım.
Burayı iç dünyamda yorumlamam ve baktığım, yaklaştığım, dokunduğum her şeyi bu
alan üzerinden okumaya çalışmam zaman aldı. Derdiyle dertlenmeyi
bildiklerimizin hâlinden hisse aldığımız için, gerçekleşen bir hadiseye çok
üzülmemek öğütlenmişti bizlere… Farkında olmadan özümsediklerimizden bir ruh
bulaşacağı söylenmişti. Cismen uzağında kalsak da kalben yakınlık
duyduklarımızın ansızın aklımıza düşmesi, bazen gönül daraltıcı bir etkiyle
gözlerimizin önüne gelmesi ve bir zaman sonra da dert içinde olduklarını, dua
beklediklerini öğrenmemiz başka ne ile izah edilirdi? Şimdi henüz keşfedilmişçesine
kişisel gelişim kitaplarında yer alan ve “telepati” adı altında vurgulanan bu
detay, modern ilmin uzağındaki eski insanların bilmediği ve bir ihtar olarak
söze dökmekten aciz kaldığı bir sır değildi.
Yoldaşlık yaptığımız kimselerin bazı meziyetlerini almamız,
tasvip etmediğimiz tavırlarını da zaman içerisinde eyleme dönüştüren bir ahval
içinde bulunmamız tesadüfi değil. Bütün bunlar yaşantıya, lisana, hâl ve tavra
akseden hakikatler noktasında kalmayıp yazgısal planda da bir etki koyuyorlar
ortaya. Yazarının hikâyesinden iz taşıyan romanlar-Halide Edip’le Handan,
Mehmet Rauf’la Eylül, Peyami Safa ile Dokuzuncu Hariciye Koğuşu- ve şiirler-Sezai
Karakoç/Mona Roza, Abdurrahim Karakoç/Mihriban- olduğu gibi, yazıcıda kurgulanan
karakter ve hikâyelerin gün gelip onun hayatında yer edindiği de görülmüştür
muhakkak. Hepimiz bir gün ansızın benimseyiverdiğimiz ve sıkça kullanmaya
başladığımız kelimenin hayatımıza tesir ettiğini ve bir noktadan sonra da
tabiatımızın parçası hâline geldiğini görürüz. Bu sebeple kime ve neye yakın olduğumuz kadar
kimi ve neyi sevdiğimiz de önemli. Bu sebeple salih ve sadıklarla birliktelik hakikati, bu sebeple hiç değilse
gönül birliği.
Kemal Özmen’in “İkaros’un Kavşağında İki Şair: Baudelaire ve
Tarancı” adlı makalesi, önlenemez tutkusu, yükselişi ve düşüşüyle yüzyıllar
boyunca sanatçılara esin kaynağı olmuş mitolojik bir kahraman olan İkaros’tan
bahsettikten sonra onun, Baudelaire’in şiirlerindeki etkisine ve Baudelaire izi
taşıyan mısra sayısı azsa da bu etkinin Cahit Sıtkı tarafından özümsendiğine
dikkat çekiyordu. Tarancı, kendisinden 89 sene önce doğan Baudelaire’i
içselleştirmiş ve modellemiş bir şair. Öyle ki ışık, yükseklik, gökyüzü gibi pek
çok motif ortaklığı okura, aralarındaki yüz senelik zaman farkını
hissettirmemişti. Cahit Sıtkı Tarancı’nın hayat öyküsü de Baudelaire ile
benzerlikler taşıyor. Makalede beni asıl düşündüren ve hayrete düşüren noktanın
Cahit Sıtkı’nın şiirsel plandaki bir öykünmeyle başlayıp hayat öyküsünde
benzeşmeye ulaşan bu silsilenin ölüme giderken de vuku bulmasıydı. “Biri
Fransız, diğeri Türk, 89 yıl arayla doğup aynı yaşta, 46 yaşında benzer
hastalıktan (felç ve konuşma yitimi), ölen “bahtsızlıktan yana kardeş” iki
şairin, Baudelaire ve Tarancı’nın, farklı kültürel ortamlarda, varoluşlarının
dramatik derinliklerinde yaşadıkları serüvenin, İkaros’un önlemez tutkusu,
yükselişi ve düşüşüyle gösterdiği çarpıcı benzerlikler” Kemal Özmen tarafından
ilk örneğin evrenselliği üzerinden izah edilse (Modern Türk Şiirinde Fransız
Etkileri, s. 170) ve rastlantısal bir çerçeveye yerleştirilse de, aradan kaç
sene geçmiş olursa olsun sevilenin seven üzerindeki enerji ve etki alanına
dikkat çeken bir varlık gösterir. Yaşamın içindeki benzerliklerin ölümde bile
birbirine benzer bir yapı sergilediğini fark etmek zor değil.
Çok sayıda literatürün izaha yetemediği, çok sayıda kalem
ehlinin de farklı perspektiflerden açıklamaya çalıştığı bu hakikati gidenler ne
ince bir ses ve söz mirasıyla bırakmışlardır aslında bize:
Kalpten kalbe bir yol
vardır görülmez…
Selam ile.