Sesler
1999 Marmara Depremi’nden
aklımıza kalan cümle “kimse yok mu?” idi. Dışardan enkaz içine doğru yükselen
çığlık sonrası sükût içinde beklenen saniyeler aklımızdan hiç çıkmadı. Yıllar
sonra 2023 yılının 6 Şubat’ında merkez üssü Gaziantep’in Şehitkamil ilçesinde
7,8 büyüklüğünde deprem yaşandı. 10 ili derinden etkileyen bu deprem sonrası
enkaz altından insanlar kurtarılmaya çalışılırken, insanlar evlerine son kez
girip eşyalarını almaya çalışırken 9 saat sonra merkez üssü Kahramanmaraş’ın
Ekinözü ilçesi olan 7,5 büyüklüğünde ikinci bir deprem daha meydana geldi.
Yardım gönüllülerinin, halkın üzerine tarihin en acı yıkımı gerçekleşti.
Binlerce binayı yerle bir eden,
coğrafyayı adeta yırtarak ilerleyen fay hattı, tren raylarını bükerek, yolları
parçalayarak yerin altını üste getirerek ilerledi. Depremin hemen akabinde
devletin tüm kurumları var gücüyle sahaya indi, sivil toplum örgütleri de
ayaklandı. Marmara depremi esnasında sosyal medya yoktu, yaşananlar
gazetecilerin gün boyu izlenimlerini ekranlarda paylaşmasıyla ülkeye yayılıyor;
sonrasında duygu sağanağı oluşuyordu. İçerden, enkaz altındakilerden haber
yoktu. Bu sefer farklı oldu. Enkaz altından binlerce kişi telefonları ile
dışarıya ulaştı. Twitter üzerinden paylaşımlar, sesli ve görüntülü mesaj,
reels, Tik Tok… Pek çok sosyal medya kanalından enkaz altında, kolonların
molozların arasında yaşam savaşı veren insanların sesleri memleketin tüm kılcal
damarlarına kadar ulaştı. Marmara depreminde dışardan içeriye doğru yükselen
“kimse yok mu?” sorusu Antep-Maraş depreminde içerden dışarıya doğru yükselen
bir soruya dönüştü. Enkaz altındaki binlerce kişi kendilerini kurtaracak
kişileri yüksek sesle çağırıyordu.
Gazeteci Mehmet Akif Ersoy,
enkazlardan yükselen sesleri duyup yardım edememenin çaresizliğini yaşadığı
anlarda, “Utanarak yürüdüm caddede böyle ayağımın ucuna basarak. Benim
yürüdüğümü duymasın enkazın altındaki insanlar diyerek geçtim oradan” diyordu.
Anadolu’nun hissiyatını anlatan bir cümleydi bu. Enkazlardan yükselen sesleri
duyuyor ama elimizden bir şey gelmediği için milyonlarca insan, köşemizde içli
içli ağlıyorduk.
Depremzedelerin sesleri boş
duvarlarda karşılıksız kalmadı imkanlar ölçüsünce ve çapımızın ettiğince makes
buldu elbette. Devlet, tüm varlığıyla sahaya indi. İktidar, halkın
yansımasıdır. Biz ne kadar istediysek, ne kadar önemsediysek iktidar da o kadar
hazırlandı depreme. Yapı inşa ederken demirden çalan, projesine iyi para
vermeyen, su yoluna yahut güzelim ovalara inşa yapan ve tüm bunların görmezden
gelinmesi için baskı yaparken yaşanacakların sorumluluğuna dahil olduk. Deprem
bölgesi farklı partilerin belediyeleri olmasına rağmen aynı hatalar yapılıyorsa
bu yanlışlıklarda hepimizin bir payı olduğunu da göstermiyor mu?
Tüm bu yanlışlıklar üzerine
milyonlar el birliğiyle enkazlara hücum ederken, yardım çalışmalarının ucundan
tutarken birileri hala imar rantından sonra “siyasi rant” salvoları yapıp
iktidara çelme takmaya çalışıyor, ölüler ve göz yaşları üzerinde tepiniyorsa
veyl olsun demekten başka elden ne gelir?
Enkazlardan evlerimize taşınan
yardım çığlıkları her bir bireyde derin izler bıraktı. Dünya yardım tarihinin
en hızlı ve en büyük iyilik seferberliği bu şekilde başladı belki. Hemen her ev
ya yardıma ekonomik olarak katıldı ya da fiilen işin ucundan tuttu. Cuma
hutbesi irad eden imamlar, gözyaşları eşliğinde kurdular cümlelerini. Binlerce
yardım tırı şehirlerin girişinde trafiği kilitledi. Sadece Türkiye değil bu
çığlıklar onlarca ülkede de karşılık buldu. 65 ülkeden binlerce insan yardım
için enkazların altına girdi.
“Sesimi duyan var mı?” diye
enkazdan soran binlerce depremzede kurtarıldı. Tüm seslere, tüm iniltilere
yetişilemedi. Bu öyle bir felaketti ki, buna imkan da yoktu. Sahaya gövdelerini
koyan Afad’a, Kızılay’a, İhh’ya, Özgür-Der’e, Fetih İnsani Yardım’a, Hüdayi
Vakfı’na, İfam’a, Diyanet Vakfı’na, İddef’e, İnsan Vakfı’na, Önder’e, Hayrat
Vakfı’na, Sadakataşı’na, Ahbap’a ve adını anamadığımız yapılara halkımızın
sesine karşılık verdikleri için müteşekkiriz.