Dolar (USD)
34.66
Euro (EUR)
36.35
Gram Altın
2949.35
BIST 100
9731.99
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Şubat 2024

Sesimizi duyan var mı?!...

ASRIN FELAKETİ”nin üzerinden bir yıl geçse de, acısı hâlâ taze... Yaşanan yıkım ve travmanın etkisi devam ediyor. “Küçük Kıyamet”in vukû bulduğu anlar insanların gözünün önünden bir film karesi gibi akıp giderken, her karenin bıraktığı dehşet görüntüler yürekleri dağlıyor. Bu filmi daha önce görmüştük dememek için ders çıkarmaktan da başka çare yok. Ders çıkarmak için “Asrın Felaketi” olarak tarihe not düşülen 6 Şubat 2023’ü bir kez daha hatırlayalım...

*

Deprem fayının tam da üzerinde olduğumuzu yine, yeniden çığlıklar arasında bir kez hatırladık. Hem de ayazın zirve yaptığı, Sibirya soğuklarının karla beraber her yeri kuşattığı bir günde...

6 Şubat’ta saatler 04.17’yi gösterirken önce Pazarcık 7,7 ile, 9 saat sonra ise 13.24’te Elbistan 7,6’lik sarsıntıyla 580 kilometrelik Doğu Anadolu Fay Hattı’nın büyük bir bölümü çatır çatır kırıldı, yer yerinden oynadı...

Kahramanmaraş, Adana, Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır’ı kapsayan 120 bin kilometrekarelik alanda 10 il, 124 ilçe, 6929 köy ve mahallede ağır yıkımlarla 170 bini iş yeri olmak üzere toplam 850 bin bağımsız bölüm yerle yeksân olarak toza bulandı... 53 bin 537 insan kan uykusunda depreme yakalandı... Gecenin karanlığında yükselen feryatlar canlı canlı yıkılan binalara gömüldü... Sabahın ilk ışıklarıyla beraber “Sesimi Duyan var mı?!..” çığlıkları önce Türkiye’ye, sonra dünyaya yayıldı... Âdeta “küçük kıyamet” yaşandı... Bina enkazlarının altından yükselen çığlıklara yenileri eklenirken Türkiye saniye saniye mâteme gömüldü.

Türkiye son yüzyılda yaşadığı 3 büyük depremden 2’sini 1 günde yaşadı. 17 Ağustos 1999’da yaşanan 7,4’lük sarsıntıyla “Asrın Felaketi” Gölcük Depremi’nden sonra 10 vilayeti yıkan 7,7 ve 7,6’lık depremler kayıtlara “Asrın Felaketi” olarak geçti... Depremin etkilediği 10 il için 3 ay süreyle OHAL ilan edildi...

Şubat’ın ayazında sokağa dökülen depremzedelerin feryatları yükselirken; devlet ve millet el ele verip çığlıkların yükseldiği yere koştu... Yüce gönüllüler ordusu sabah ışıklarıyla birlikte nefessiz ve sessiz kalmışlara el verdi...

*

Seferberliğe katılan 110 bin 571 kişilik AFAD, PAK, JAK, JÖAK, UMKE, AKUT, MEB, Kızılay, İtfaiye ve STK’lardan oluşan “iyilik orduları”na destek veren 85 milyonluk ordu “Kurtuluş Savaşı”nın hasarlarını azaltmak için elinden gelen bütün imkânları kullanarak vatanın dört bir sathından akın akın enkaz altındaki Kahramanmaraş, Adana, Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Diyarbakır’a koştu.

Bir taraftan yaralar sararken, diğer taraftan iğne deliğinden gelecek bir sese, nefese can vermek için bütün imkânlar kullanıldı... 85 milyon, “Mucizeler, umutlar tükendiği zaman belirir” umuduyla gelecek güzel haberleri bekledi... 90 bin camiden okunan salâlar eşliğinde enkazlar tırnaklarla kazılıp, bir ses bir nefes için canhıraş çalışıldı..

Mucizenin gerçekleşmediği anlarda feryatlar yükselirken, yan yana konmuş cansız bedenler için saf tutululdu... “Nasıl bilirdiniz?..” sorusuna istisnasız 85 milyon hep bir ağızdan “iyi bilirdik” diye şahitlik etti... Metânetle “Allah devlete zevâl vermesin” duası edildi...

Zaman her günkünden daha hızlı akarken, umutlar azalırken, Kahramanmaraş, Adana, Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır Şubat’ın ayazında üşürken, “İyi dost; iyi günde çağrıldığında, kötü günde çağrılmadan gelendir” düsturuna hayat verenlerle ısındı...

*

Sadece Kahramanmaraş, Adana, Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır değil, bütün Türkiye mahşeri yaşadı.

Enkaz altında kalanlar bir mucize umarak; çığlıklarına ses, toza bulanmış bedenlerini umuda taşıyacak bir el bekledi. Umudun ayazında anaların, babaların, kardeşlerin, yârların, evlatların yürekleri yandı, gözlerinden yaş yerine kan damladı. Gündüzü olmayan geceler boyunca hep, “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım” (Yûsuf, 86) duası arşa yükseldi. “Bu bir imtihan, yâ Rabbi!.. Bu imtihanı bizlere kolaylaştır…” teslimiyeti yürekleri dağlarken, “Allah sabredenlerle beraberdir” (Bakara, 153) âyeti mucize kurtuluşlarla tecelli etti.

Ân geldi, kanlı gömleklere sarılı “beton tozuyla alınmış abdestli bedenler” devasa enkazların altından birer birer çıkarıldı. Ateş sadece düştüğü yeri değil, bütün Türkiye’yi yaktı. Feryatlar, gözyaşlarına karıştı. İsyan edilmeden, Yaradana kafa tutulmadan, metânetle “kader”e boyun eğildi. Bir taraftan ayakta ve hayatta kalanların yaraları sarılırken, diğer taraftan enkazların derinliklerinde “Allah’ın Cennet karşılığı satın aldığı canlar” (Tevbe, 111) safına katılanlar nasibi olanlara ölümleriyle ders verdi.

7 günlük Millî Yas ilan edildi. Türkiye beton tozuyla kınalanmış canlarının “ölüm uykusu”na dalışlarıyla, bir kez daha tek yürek oldu. Kavlî ve fiilî dualar sağanak olup yağdı. “Ölü evinde ağlamayı, düğün evinde gülmeyi” unutmaya başlayanlar, “sonsuzluğa yürüyenler”in yerine kendisini koyarak bundan ders çıkartmak için bir fırsat yakaladı. Hâlâ nefes alıp verebilen zifiri karanlığa bürünmüş vicdanlara yeniden “beyaz bir sayfa” açabilme imkânı doğdu.

*

Haftalarca süren bütün gayretlere, devlet ve milletin omuz omuza olmasına rağmen “Asrın Felaketi”nin bilançosu çok ağır oldu.

7,7 ve 7,6’lık “küçük kıyamet”le birlikte 37 bin 634 artçı meydana gelirken, 53 bin 537 canımızı kaybederken, 107 bin 213 insanımız yaralandı. 680 bini konut, 170 bini iş yeri olmak üzere toplam 850 bin bağımsız bölümün yerle yeksân olduğu bu ağır yıkımın arkasından 14 milyon insan yuvasından, sevdiğinden, gözünden esirgediklerinden oldu. Yaklaşık 2,5 milyon afetzedeye bulundukları yerde geçici olarak barınma imkanı sağlanırken, yakınlarının yanlarına gitmek isteyen 3 milyon 549 bin kişi başka şehirlere tahliye edildi. Yıkımın maddi maliyeti 104 milyar dolar olarak belirlendi.

Deprem bölgesindeki 930 şantiyede 110 bin 450 personel, 650 bin yeni konutu depremzedelere teslim etmek için aralıksız çalışıyor. Bölgeyi terk edenler tekrar evlerine dönüyor.

*

İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” (Bakara, 156) “Biz hiç şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz.” Bir kez daha vefat edenlere rahmet, yaralılara acil şifâ, mâteme gark olanlara sabr-ı cemil niyazıyla...

***

DEPREM DEĞİL, TEDBİRSİZLİK ÖLDÜRÜR!..

Adapazarı’nda, Gölcük’te, Yalova’da, İstanbul’da, Van’da, Elazığ’da, Malatya’da, İzmir’de yaşanan görüntülerin bir benzeri 6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş, Adana, Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Diyarbakır’da tekerrür etti. Milletçe bir kez daha sözün bittiği yerde; her zaman olduğu gibi devlet, millet el ele vererek acıları paylaşıp, yaraları sardık, sarmaya devam ediyoruz.

Unutmayalım ki, 10 vilayetin enkazı altında sadece orada yaşayanlar değil, tüm Türkiye kaldı. Gün “Deprem değil, tedbirsizlik öldür” gerçeğini slogan olmaktan çıkarıp, kişi ve kurumlar bazında hayata geçirme günüdür. Gün suçlu arama değil, deprem yönetmeliğine aykırı yapıları yıkma günüdür.

Marmara Bölgesi yüklendiği stresle 30 milyon insanı tehdit ediyor... Bölgenin kalbi İstanbul, diken üstünde!.. Artık depremle birlikte, ani yağışların tehdidi altındayız; sadece İstanbul değil, bütün Türkiye. Vakit hamaset değil, depreme karşı önlem alma vakti... “Çök-Kapan-Tutun”dan daha fazlasını icra etmek gerekiyor. Sesimizi duyan var mı?!..

***

UMUDUMUZ FELAKETTEN DAHA BÜYÜK

Asrın Felaketi”nde en çok da enkaz altından canlı çıkabilen çocuklar büyük bir ders vererek, kirlenmiş ruhlarımızı arındırdı. Bedenleri toza bulanmış halde hayata yeniden “merhaba” derken “nasıl insan olunur”u, hâl dilleriyle, kısa kısa cümlelerle yeniden hepimize öğretti. Gördüklerimiz, duyduklarımız karşısında kin, nefret ve husumete dair ne varsa hepsi siliniverdi. “İnsanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur”u enkaz altında toza bulanmış bedenleriyle öyle bir anlattılar ki; bu dersi hiçbir öğretmen veremez. Bunca zaman enkaz altında olan bizim doymak bilmeyen hırsımız, tamahkârlığımızmış meğer.

Depremin 61. saatinde kendisine enkazın altında ulaşanlara “Kardeşim minik, ölebilir...” kaygısını dile getiren 8 yaşındaki Zübeydeler... Felaketin 71. Saatinde kurtarılırken “Benim yarın okulum var...” umuduyla hayata sıkı sıkı sarılan Ahmet Erenler... Allahû Ekber, Allahû Ekber, Allahû Ekber... tekbirleri arasında 72 saat sonra kurtarıldıktan sonra “Su ister misin?..” sorusuna karşılık, “Yok daha muayene olmadım...” diyerek acının yerini tebessüme bıraktıran 5 yaşındaki Hazallar...

131. saatte mucize kurtuluşun ardından, “Söyle bakalım, su mu istersin, çikolata mı?..” sorusuna karşılık, “Çok güzel bir abla geldi. Yemek verdi, su içirdi. Benimle oynadı. ‘Merak etme kurtulacaksın’ dedi. Siz gelince gitti...” cevabıyla herkesi gözyaşlarına boğan 7 yaşındaki İrem Bağrıaçık umutları bir kez daha yeşertti...

Bütün bunlar olurken, “Lâ tahzen!..” (Üzülme) diyordu yerin metrelerce altından çıkarak minicik bedenleriyle yeniden doğan Zübeydeler, Ahmet Erenler, Hazal Günerler, Halid Ali Talhalar, Sezai ve Şengül Karabacaklar, Melisa Ülküler, Aliye Dağlılar... ve daha nice isimsizler umudu müjdeledi... Umudun, mucizenin simgeleri oldu...

Biz umutsuzluğa kapılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya dururken, onlar en zor zamanda nasıl dik durulur, “nasıl kul olunur”u bir âyet sarîhliğiyle kalbimize nakşetti. Bu derslerle ruhumuzu her daim diri tutabilir miyiz, bilmiyoruz. Bunca acı gerçeğe rağmen tekrar gaflete dalar mıyız, kestiremiyoruz. Fakat şu kesin; tanıklık ettiklerimiz, bizi silkeledi, sarstı ölümlü bir varlık, aciz bir kul olduğumuzu yine, yeniden bir kez daha hatırlattı.

***************************************

YÂ RABBİ HÜZNÜMÜZÜ HAFİFLET...

Allâhümme bârik lenâ fi Recebe ve Şa’bân ve bellignâ Ramazan” (Yâ Rabbi, bize Receb ve Şa’bân’ı mübarek eyle ve bizi Ramazan’a ulaştır) duaları eşliğinde “Onbir Ayın Sultanı”na erişmeye çalışıyoruz.

Siyonist İsrail’in 1948’den beri zulüm ve esaretten başka bir hayat hakkı tanımadığı Filistinlilerin soykırıma uğrayışı ve birinci yılını idrak ettiğimiz “Asrın Felaketi” sebebiyle sebebiyle zor günlerden geçiyoruz.

Mâtem üstüne mâtem...

Acı üstüne acı...

Tıpkı Resûl-i Kibriyâ Efendimizin nübüvvetin onuncu yılında eşi Hz. Hatice ile amcası Ebû Tâlib’i kaybetmesi gibi “Senetü’l-Hüzn”ü yaşıyoruz. Nenelerimizi, dedelerimizi, annelerimizi, babalarımızı, yavrularımızı, dahası bakmaya kıyamadığımız canlarımızı ansızın yakalıyıveren afetlerde kaybetmenin hüznünü yaşıyoruz.

Asrın Felaketi”yle 53 bin 537, 123. gündür Gazze ve Batı Şeria’da aralıksız süren İsrail soykırımıyla şehid edilen 27 bin 395 canımız teslimiyet elbisesini giyip gurbetten asıl vatana giderken, bizleri ayazdan daha soğuk bir mâtem, kalpleri paramparça eden bir hüzün bürüyüverdi...

*

Kara bulutlar dolaşıyor üzerimizde...

Hem de “Üç Aylar”ın kapısı Receb-i Şerif’te...

Sanki “Hüzün Senesi”ndeyiz...

İsrâ ve Mirâc gibi bir mucize beklemekten ziyâde...

Vahiy Meleği Cebrail’in indirdiklerini almak...

Burak’la sınırsız sevgiyi tatmak...

Refref’le ilâhî aşka dalmak...

Ulaşılacak son mertebe, kavuşulacak en son makam Sidretü’l Müntahâ’ya varmak...

El-Müheymin’in (her şeyi görüp gözeten) hiçbir kuluna çekeceği yükten fazlasını yüklemeyeceği vaadine iman ederek mahzûn Nebî gibi bir teselli bulmak...

Her zorluktan sonra bir kolaylığın olduğu ümidini kaybetmeden, darlıktan genişliğe ulaşmak için Rahmân (dünyada bütün mahlükata merhamet eden, şefkat gösteren, ihsan eden) ve Rahîm (ahirette, müminlere sonsuz ikram, lütuf ve ihsanda bulunan) olana yönelip emân dilemek gerek... Yâ Rab!.. Daralan yüreklerimize inşirah ferahlığı bahşet.

*

Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammed’i, Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, her şeyi işiten, her şeyi gören O’dur.” (İsra, 17/1).

Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) amcası Ebû Talib ve eşi Hz. Hatice’nin vefat ettiği “Hüzün Yılı”nda tecelli eden İsrâ (gece yürüyüşü) ve Miraç (göğe yükselme) hadisesi Peygamber Efendimize teselli, ümmetine moral olmuştur. İsrâ ve Miraç peygamberimize baskı ve zulümlere sabır ve dayanma gücü vermiştir.

Recep ayının 27’sinde vukû bulan Miraç hadisesinin başlangıç noktası, mübarek kılınan Mescid-i Aksâ’da 1948’den beri zulüm hakim.

İlk kıblemiz... Nebilerin yurdu... Şeriatların feneri... Mazlumların sığındığı selam ve iffet şehri... Peygamberler beldesi… İsrâ ve mîracın tanığı Kudüs’te hem İslâmlığın hem de insanlığın onuru çiğneniyor.

Mescid-i Aksa kıyamsız, rükûsuz, secdesiz ve dahi duasız kalmanın hüzünlü vakitlerini yaşıyor. Sokakların, minarelerin ve dahi masum çocukların hüzün kokuyor!.. Gözlerden yaş, bedenlerden sel gibi kan akıyor!..

7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne saldırılar düzenleyen Siyonist İsrail tıpkı Firavun gibi bebekleri katlediyor... Daha düne kadar sürülmekten, soykırıma uğramaktan dem vuran Siyonist Yahudiler, bugün atalarının maruz kaldığı katliamı gerçekleştiriyor... Denizden, karadan ve havadan yasaklı beyaz fosfor bombaları ve seyreltilmiş uranyum mermileriyle ölüm kusuyor... Bu insanlık dışı ve asimetrik savaşta en çok da çocuklar katlediliyor...

Gazze ile birlikte insanlık da çığlıklara duyarsız bakışlar arasında ölüyor. Esaret altında inim inim inleyen mazlumların sesleri arş-ı âlâya yükseliyor. İslâm Âlemi’nin öncü birlikleri Filistinliler Mescid-i Aksa’da, Gazze’de, Batı Şeria’da can çekişiyor. Mustazaflar, iman sancağını düşürmemek için tek başına “küfür milleti”ne direniyor. Mescid’i Aksâ’nın gölgesinde kıyamet yaşanıyor!..

123 gündür süren İsrail saldırılarda en az 12 bini çocuk, 8 bin 190'ı kadın olmak üzere 27 bin 395 Filistinli katledildi, 66 bin 630 kişi yaralandı, soykırım hız kesmeden devam ediyor.

*

Bu gece Miraç gecesi; umudu müjdeleyen bu gecenin hatrına mâtem evine dönen gönüllerimizde bir kez daha takvayı fücurun önüne geçirelim... Dünyaya aldanmış ruhumuzu, siyaha bulanmış kalplerimizi beyazlatmak için hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekelim... Düşkünlere, bîçarelere, yetimlere, evsizlere infâkta yarışalım... Kırık kalplilere, nazlı kullara, mazlum ve mustazaflara şefkatimizi gösterelim... Ellerimizi ve kalbimizi açıp; “Allah’ım!.. Şüphesiz Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin, bizi de affeyle” duası eşliğinde yalvaralım, yakaralım, gözyaşı dökelim... Şeytanın vesveselerinden yüz çevirip, Allah’a olan misakımızı ve Peygambere olan sevgimizi yenileyelim... Kur’an-ı Azîmüşşan ve Hâtem’ül Enbiyâ’yı kendimize, neslimize kurtuluş vesilesi kılalım... Her karış toprağı fitne, hüzün, gözyaşı ve kana bulanmış İslâm ümmetinin tekrar vahdette buluşması için el-Kaviyy’e (her şeye gücü yeten) münacatta bulunalım...