Servetini "Millet"ine bağışlayan münevver
Bugün
vefatının 100. seneidevriyesi münasebetiyle bir vefa gereği, “Bütün kitaplar sadece bir Kitabı daha iyi
anlamak için okunur” şiarıyla yaşayıp ölümsüzlük âlemine göçen fikir
dünyamızın önemli münevverlerinden olan Ali Emîrî Efendi’den bahsedeceğiz.
ÖMRÜ BOYUNCA KİTAPLARIN
PEŞİNDEN KOŞTU
1858
senesinde Diyarbakır’da dünyaya gelen Ali Emîrî, daha gençlik yıllarında Doğu
Edebiyatı’na ait bir çok kitabı okuyup ezberledi. Daha sonraki dönemlerde,
bütün Tanzimat memurları gibi ömrünü imparatorluk coğrafyasını bir uçtan
diğerine adımlamakla geçiren Ali Emîrî Efendi, katip ve defterdar olarak
Diyarbakır, Selanik, Adana, Leskovik, Kırşehir, Trablusşam, Elazığ, Erzurum,
Yanya, İşkodra, Halep ve Yemen’de otuz yıl kadar memuriyet görevinde bulundu.
Gittiği
her yerde nâdide kitapları topladı. Kitaplar onun için bir koleksiyon malzemesi
değil, okunarak geçmişi keşfetmenin birer aracıydı. Kitap sevdalısı Ali Emîrî
Efendi’nin en büyük hayali, Doğu'nun ve Batı'nın bütün temel eserlerini
kapsayan bir kütüphane oluşturmaktı. Bu sevda uğruna; Osmanlı coğrafyasının
çeşitli bölgelerinde memuriyeti gereği, gittiği her yerde hiç ara vermeden
okumaya ve kitap biriktirmeye devam etti. Hatta bir defasında, İşkodra ve Yanya
vilayetleri maliye müfettişi iken, sırf Yemen'deki değerli eserleri
toplayabilmek için, Yemen Defterdarlığı’na talip oldu ve kendisini Yemen'e
tayin ettirdi. Onun otuz yıllık memuriyet döneminde buna benzer birçok örnek
bulunmaktadır.
“BEN BU
KİTAPLARI MİLLETİM İÇİN TOPLADIM”
Ali
Emîrî Efendi, 1908'de çok sevdiği kitaplarıyla daha çok meşgul olabilmek için
emekli olup İstanbul'a döndüğünde 40 küsur sandıktan oluşan; Osmanlı tarihleri,
padişah divanları, şuarâ tezkireleri ve çoğu nâdir ve tek nüsha eserlerden
oluşan zengin kütüphanesini beraberinde getirdi. Vakıflar, İstanbul'da uzun
süre kütüphanesine yer arayan Ali Emîrî Efendi’ye 1701 yılında Darülhadis
olarak yaptırılan Feyzullah Efendi Medresesi'ni tahsis etti. Ali Emîrî, “Ben
bu kitapları milletim için topladım ve milletime vakfediyorum” diyerek 1916
yılında kütüphaneye “Millet Kütüphanesi”
adını verdi. Mütevazı, ihlaslı bir zat olan Ali Emîrî Efendi yaptıklarıyla
milletin gönlünde yer etti. Millet Kütüphanesi’ni kuran ve on altı bini aşkın
nâdide eseri milletine bağışlayan Ali Emîrî Efendi; şair, tarihçi, biyografi
yazarı ve yayıncılık gibi birçok özelliğe sahiptir.
Milletinin
kültür mirasının korunmasında böylesine çok büyük hassasiyetler gösteren, her
türlü maddî menfaatleri hiç düşünmeden elinin tersiyle iten Ali Emîrî Efendi,
üç gün süren bir hastalıktan sonra, 23 Ocak 1924’te Fransız hastanesinde vefat
etti. Ali Emîrî Efendi'nin cenaze merasimine son Osmanlı Halifesi Abdülmecid
Efendi’nin Yaviri Nizameddin Efendi de refakat etti. Ali Emîrî Efendi, vasiyeti
üzerine Fatih Camii'ndeki hazireye defnedildi.
Ali
Emîrî Efendi’yi vefatının 100. seneidevriyesinde bir kez daha rahmetle yâd
ediyoruz.
***
FEYZULLAH EFENDİ
MEDRESESİ’NDEN GERİYE MİLLET KÜTÜPHANESİ KALDI
Şehzadebaşı’ndan
Edirnekapı’ya doğru ilerlerken Fatih Macar Kardeşler Caddesi’nin bitimi Fevzi
Paşa Caddesi’nin başlangıcı Fatih Camii’nin alt tarafında tarihi bir yapı
görürsünüz. Biraz gayret ederseniz tarihî yapının duvarına asılı “Millet Kütüphanesi” yazılı levhayı fark
edebilirsiniz. Burası medrese, kütüphane, mescid, mektep, muallimhâne, çeşme ve
meşrûtalardan mütevellit koskoca Feyziyye Dârülhadisi olarak anılan külliyeden
arta kalan ufacık mekanda faaliyet gösteren “Millet Kütüphanesi”dir.
Gerçi
dönemin İstanbul Şehremini Cemil
(Topuzlu) Paşa’ya kalsaydı, bugün ne Millet Kütüphanesi’nden ne de buradaki
tarihî yapıdan bahsedebilecektik. Çünkü Cemil Paşa, burada bulunan Feyzullah
Efendi Medresesi’ni yıktırıp, arsasına bando takımı eğitim talimgâhı yaptırmak
için kolları sıvamıştır. Bir tevafuk, Cemil Paşa’nın bu izahı mümkün olmayan
hevesini kursağında bırakır. (1912)
Bu
tevafuk; medresenin önünden geçen Fransız Başkonsolosu’nun eşi Madam Bombar’ın
yıkım faaliyeti gösteren işçilere ne yaptıklarını sormasıdır. Olayın kendisine
izah edilmesi üzerine, durumu beyine aktarır, bu menfur olayın önlenmesini
talep eder. Başkonsolos, Sultan Mehmed
Reşad’dan randevu alarak durumu bildirir. Sultanın yayınladığı ferman
üzerine bugün önünden geçtiğimiz “Millet
Kütüphanesi” günümüze kadar ulaşır.
***
MİLLET KÜTÜPHANESİ
ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR
Millet
Kütüphanesi, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nde büyük bir hasar gördü. Meydana
gelen bu hasar sonucu, kütüphanede bulunan 30 bini aşkın el yazması, kıymetli
eski harfli matbu eser, padişah fermanları, tıp kitapları, minyatürlü tek nüsha
eser kolilere doldurularak Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne taşındı. Hasar gören
binanın tekrar tarihî kimliğine kavuşması için 2000 yılında başlayan
restorasyon çalışmalarının bitirilmesiyle kütüphane 24 Mayıs 2008 tarihinde
kitapseverlerle yeniden buluştu.
Millet
Kütüphanesi’nde Ali Emîrî Efendi ile başlayan İsmail Hakkı İlter, Halit Dener,
Şemim Emsen, Nail Bayraktar, Celalettin Kişmir ve uzun bir süre Mehmet Serhan
Tayşi ile süren kültürel değerlere sahip çıkma yarışı Melek Gençboyacı
hanımefendiyle devam ediyor.
Kütüphanenin
gözdesi Kâşgarlı Mahmûd'un Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü ile birlikte 8 bin elyazması
eser, 30 bin tespit fişi ve 10 bine yakın bibliyografik künye dijital ortama
aktarıldı. Feyzullah Efendi, Ali Emîrî Efendi ve Cumhuriyet öncesi gazete ve
mecmua koleksiyonları olmak üzere 3 ana bölüm oluşturuldu. Kurulan 8
bilgisayardan oluşan okuma odasında, istendiğinde el yazması eser ve kitaplara
dijital ortamda kolayca ulaşılabilme imkânı sağlandı. Ayrıca, Müze Bölümü
olarak tasarlanan odada ise başta “Dîvânu
Lugâti’t-Türk” olmak üzere bazı eserler ve sergi odasında da Ali Emîrî
Efendi'nin kişisel eşyaları ve beratlara yer verildi.
Millet
Yazma Eser Kütüphanesi; 2 bin 485 Türkçe, 3 bin 704 Arapça, 519 Farsça ve 28
diğer dillerde olmak üzere 6 bin 708 yazma eserle birlikte 30 bine yakın
kitabıyla, araştırmacı ve ilgililerin uğrak mekânı olmayı sürdürüyor.
***
YEMEYİ İÇMEYİ UNUTTURAN ESER:
DİVÂN-I LÜGÂTİ’T TÜRK
Millet
Kütüphanesi’ni dolduran binlerce cilt eser Ali Emîrî Efendi'nin emeğinin,
gayretinin, fedakârlığının, mahsulüdür. Ali Emîrî Efendi otuz yıl boyunca İslâm
âleminin kültür merkezlerini dolaşıp, varını yoğunu harcayarak bu kütüphaneyi
dolduran eserleri toplamış, bu uğurda bütün maaşını ve kazancını vermiştir. Hiç
evlenmeyen Ali Emîrî Efendi, hayatını ilme, milletinin kültürünü yükseltmeye
adamıştır. Onun kitap aşkına misal teşkil edecek en önemli olaylardan birisi
de, dünyada tek nüsha olan Kâşgarlı Mahmûd'un Dîvânu Lugâti’t-Türk isimli
eserini kaybolup gitmekten kurtarıp kültür dünyamıza kazandırışıdır.
İşte
Ali Emîrî Efendi’nin kaybolup gitmekten kurtardığı Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün
hikâyesi: Yaşlıca bir kadın ihtiyacı olduğundan kendisine miras kalan bazı
kitapları satmak ister ve kitapları sahaflar çarşısına getirir. Bu kitaplar
arasındaki çok eski bir eser kimsenin dikkatini çekmez. Ali Emîrî Efendi, her
zaman olduğu gibi sahaflarda kitapları karıştırırken bu eski kitap gözüne
çarpar. Bu kitap, Osmanlı ulemasının asırlardır peşinde koştuğu "Dîvânu Lugâti’t-Türk"tür. Ali Emîrî
Efendi, dünyada başka nüshası bulunmayan Dîvânu Lugâti’t-Türk olduğunu
anlayınca, üzerindeki bütün parayı Sahaf Burhan’a verir ve kitap için istenen
ücretin kalanını eve giderek getireceğini, kitabı kimseye satmamasını telkin
eder. Emîrî, eve kadar gitmeye de tahammül edemez ve yolda rastladığı
tanıdıklarından aldığı borç parayı getirip 33 lirayı Sahaf Burhan’a vererek
eşsiz eseri alır. (1910)
"Kitabı aldım, eve geldim. Yemeyi, içmeyi
unuttum..." diyen Ali Emîrî Efendi, Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü’nün
kitabı görme taleplerini geri çevirir ve sadece güvendiği Kilisli Rıfat
Efendi’ye gösterir. Hırpalanmış ve sayfaları birbirine karışmış olan bu nadide
kitabı, Kilisli Rıfat Efendi 2 ay gibi bir sürede tekrar tasnif ederek Ali Emîrî
Efendi’ye teslim eder. Emîrî Efendi, emeğinin karşılığı olarak Kilisli Rıfat
Efendi’ye bir ev hediye etmek istese de, o bunu kabul etmez. Kendisine
verilecek en büyük mükafatın, bu değerli eserin yayınlanarak topluma
kazandırılması olduğunu söyler. Kilisli Rıfat Efendi tarafından yayıma
hazırlanan eser, 1917-1919 yıllarında üç cilt olarak yayımlanır.
HAMİŞ
:
Dîvânu Lugâti’t-Türk isimli nâdide eser, Abbasi Halifesi
Muhtedi Billah’a sunulmak üzere Bağdat’ta 1072-1074 yılları arasında Kâşgarlı Mahmûd tarafından iki yılda
yazılmıştır. Dîvânu Lugâti’t-Türk, Araplara Türkçeyi öğretmek maksadı taşıyan,
Türkçe’nin en eski sözlüğü, Türklerin o dönemdeki tarihi, edebiyatı, folkloru,
coğrafyası, destanları ve efsaneleri hakkında ilk ve en temel konuları ihtiva
eden ansiklopedik bir kaynaktır.
***
ALİ EMÎRÎ EFENDİ’NİN RUHU
ŞÂD EDİLECEK
Vefatının
100. Yılında Ali Emîrî Efendi’yi Anma ve Yazılışının 950. Yılında Dîvânu Lugâti’t-Türk
adı altında Türkiye Yazma Eserler Kurumu
Başkanlığı’nın organize edeceği anma programları düzenlenecek.
Programın
ilki 23 Ocak Salı günü saat 10.00’da
Ali Emîrî Efendi’nin Fatih Camii haziresindeki kabri başında
gerçekleştirilecek. Kütüphanede saat 13.45’te düzenlenecek sergiden sonraki
programda Millet Yazma Eserler Kütüphanesi Müdiresi Melek Gençboyacı, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ferruh Özpilavcı, Fatih
Belediye Başkanı M. Ergun Turan
açılış konuşması yapacak. Konuşmaların arkasından gerçekleştirilecek “Vefatının 100. Yılında Ali Emîrî Efendi”
konferansının ilk oturumunda UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Başkanı Prof. Dr. M. Öcal Oğuz söz alacak. Melek
Gençboyacı, Doç. Dr. Mustafa Uğurlu Arslan, Doç. Dr. Raşit Gündoğdu ve Prof.
Dr. Sadık Yazar birer sunum gerçekleştirecek.
Oturumun
ikinci günü ise, “Yazılışının 950.
Yılında Dîvânu Lugâti’t-Türk” başlığı altında saat 14.00’da başlayacak
programda Melek Gençboyacı, Prof. Dr. Mustafa Ş. Kaçalin, Prof. Dr. Mehmet
Ölmez birer konuşma gerçekleştirecek.