Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
29 Ağustos 2023

Senin kaderinin ilk bahçesi ne?

Bizi sağ bırakan şey ne? Bizi yaşamaya ikna eden şey?

İhtimal ki biz insanlık aleminin dertlerine kıyasla yaşadığımız şahsi dertleri küçümseyen, onlara bir angarya gibi de bakan, dünyanın ve insanlığın dertleriyle hemhal olmazsa kendini yaşamaya hak sahibi hissetmeyen bir gelenekten geliyor olmamızdır; bizi diri tutan...

Sağlığımızın kaynağında diğerkâm olmamız var. Yani kâm’ı diğerinden alıyoruz. Daha doğrusu neşemizi adaletle paylaşmak istiyoruz. Sahip olduğumuz her şeyde “Allah hakkı”, zorunlu ve gönüllü paylaşma payı, hakkı var, yani başkası, öteki, beriki var. Zekatın en genel manada arınma hareketi olduğunu düşünürsek; sahip olduğumuz görülmez zenginlikler, varlıklarımızı da yakından uzağa pay etmek, paylaştırmak durumundayız.

Çünkü "Eğer sen başkasını, halkı düşündüğün kadar Hak tarafından düşünülürsün” denklemi bağdaş kurmuştur ve biz toplum için çabaladıkça keyiflenip çözülür kalbimizin sofasında.

Yoksa kalıbımız kurur. Çürürüz.

Bencillik çürümek gibi bir şey çünkü.

Bir de elimize bir kitabı almadığımız zamanlarda/ekrana dalıp gitmediğimiz zamanlarda hayatın, olayların ve iyisi kötüsüyle insanın ne büyük ve ciltli eserler, kitaplar, hususi manzumeler ve sağlam vuruşlu veciz ifadeler gibi bize bakıp durduğunu görüyoruz. Hadi film hayatlar, asıl aktörler de diyelim…

Koca bir kütüphanedeyiz ve hiç göz değmemiş, imajı, yüzü kaldırılıp da bir defa olsun ilk sayfası dahi özenle okunmamış ne çok insan var...

“Neden böyle?” diye düşünüp sorunun en güncel cevaplarından birini aradım, bu haftalık diğerkam günlüğüme uygun olarak.

Neden en azından ilk yakınları tarafından okunmayan sayısız insan var? Çağın bulaşı bencilliğin en büyük belirtisi bu belki. Kapağı kaldırılmamış, kendisini anlatmaya imkân bulamamış, yaşarken anlaşılmamış ve bu nedenle uzaklardan, sanal ortamdan kendisine yakınlar bulup buşurmaya çalışan, yapay-sözde-geçici aileler kurmaya çalışan çok insan var. Kendi kendisini anlamanın ve en yakınları tarafından anlaşılmanın, kıymeti bilinmenin bir insanı diri tutma, sağlıklı yaşatma, iyileştirme gücüne erişememiş ve bu yüzden kendini dışarıya, gelişi güzellik ırmağına, çok düzensiz ve tehlikeli akışa, en çok da sanal sokaklara bırakmış çok insan var. Tabii ve özgün akış ve maceradaki sürprizlerin güzelliğinden çok ayrı, kötü ve sağlıksız bir akıştan, şaşkınlıktan ve tıkanıklıktan bahsediyorum.

Ergenler bir yana, yetişkin pek çok insan sanal avlulara bırakılıp kaçılmış gayri meşru bebekler gibi davranıyor bu yüzden. Onca bırakılmış insan nasıl olup da hayr ı meşru hale getirilebilir? Yeniden eve, aileye, ilk yakınlara ve sahih, birbirlerine karşı sorumluluktan ve emekten kaçmayan arkadaşlıklara, dostluklara nasıl dönülebilir?

İlk yakınlarından neden kaçtı bu insanlar? Ne arıyor olabilirler bu kadar uzaklarda? Sorunların kaçağı oldular da başka hayatlara sorun çıkararak bu kaçaklığı devam mı ettiriyorlar? İlle de sıkıcı ve aşırı disiplinli bir çerçeve içinde sırf garanti kapsamında olsun diye sıkışıp kalalım demiyorum. İyisi kötüsüyle var oluş sürecimiz, kırık kopuk, acemi veya olgun bütün hayallerimizle neden doğal kader bahçemizde hayata koyulmayalım, neden erkenden olmadık yerlere kopup gitmiş olalım, diyorum.

Öte yandan; şahsi dertlerimize bırakın duyarlı olmayı çoğu derdin müsebbibi de malesef ilk yakınlarımızdır. Bu çok tabiidir, çünkü onlarla yaşıyoruz. Biz de onlara dert olmuş oluyoruz. Uzaklar daima karşılıksız, samimi ve duyarlı görünür zira bir sorumluluğu, verebileceği bir emeği yoktur dolayısıyla kahrı da olmayacaktır. Sizden ve sizin varlığınızın gerektirdiği emek ve sorumluluktan yana tuzu kurudur zaten. Hasta olduğunuzda bir nane limon kaynatamaz. Bir çorba uzatamaz kısaca.

Yani insan yavrusu veya insan yetişkini için “ilk çevresel şartları” ıslah etmek, ilkellikten mümkün mertebe mükemmelliğe doğru geliştirmek zorundayız. Kaderin doğduktan hemen sonraki ilk bahçesi ve oradaki kan veya can bağları, insan ilişkileri, insanın varlığında, sağlığında çok önemli rol oynuyor. Var olabilenler, sağ kalabilenler en çok o ilk kader bahçesini doya doya yaşayabilenlerden çıkıyor hep. Ve ilginçtir; dünyadan kaldırılırken uzak omuzlar değil, omuz silkilenler orada bulunuyor.

İstiyorum ki; sadece cenazemizi değil sağlığımızı, sağken birbirimizi el üstünde tutalım.

Bu sebeple insan sanal alem veya bol seçenekli ve günün-ömrün çoğu kısmını alıp geri vermeyen sosyal medya alemine onu kolay kolay bırakmayacak sağlam bir aile, arkadaş bağı-bahçesinde karşılıklı sevgi ve şefkat içinde yaşamayı öne, hep öne almalı. Kıyası bile lüzumsuz. Ekrana değil yüze bakmalı, mesaj yazma değil söz söylemeli. Hatta edip eylemeli. Yaşamak yazılmaz, yaşanır. Yaşayacaklarını veya hayallerini defalarca yazıp, listeleyip durmamalı. Gerçekleştirmeli. Hayatı düş te kırılır diş te gerçekliğinde yaşamalı.

Yaşamak gibisi yoksa ki yok!