Seni Yaradan’a kurban olayım
Anadolu’da bir söz vardır: ‘Sana kurban ol(im)ayım’. Sözün sahibi, muhatabına en kıymetli varlığı olan canını ve hayatını vermekten kaçınmayacağını ifade etmektedir. Bir başka ifade de ‘seni Yaratan’a kurban olayım’ ifadesi ise, Hâlık için her şeyini feda etmeyi anlatmaktadır.
Hz. Adem’in oğullarının kurbanlarını Allah’a adaması, Hâbil’in adağının kabul edilmesi, onun kardeşi Kâbil tarafından katledilmesiyle sonuçlanmıştır.
Adem’in soyundan gelen Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i, duasının kabul edilmesi sonucunda kurban etmeye söz vermesi ve bunu gerçekleştirmeye çalışması, belki de insanoğlunu büyük bir sorumluluktan kurtarmıştır.
Kurban, kulluğun en yüksek mertebesidir
Yine Hz. Peygamber’in (sav) babası Abdullah’ın, dedesi Abdülmuttalip tarafından Allah’a kurban olarak sunulması, bunun kefareti için yüz deveyi Yaratan için kesmesi, İslâm ümmetinin felahına sebep olmuştur.
Öyle anlaşılıyor ki, kurban sadece kul ile Yaratan arasındaki aşkın bir bağ değil, aynı zamanda babalar ve oğullar arasında da gerçekleşen ‘ontik’ bir ibadettir. En kıymetli varlığını, kendisini veya biricik oğlunu kurban etmek, Rahman’a karşı büyük bir ubudiyetin tezahürüdür.
Kulluğun en yüce mertebelerinden birisi olarak kurban, ümmet için, ne kadar önemliyse, İslâm âlemi, ülkemiz için de bir o kadar ehemmiyet arz etmektedir. Anadolu’da kurban ise, ayrı bir dinî ritüel olarak karşımıza çıkmaktadır. Selçukluların başkentliğini yapmış Konya, nice Sultanlarını kurban vermiş bir medeniyet olarak tarihteki yerini almıştır.
Sevgi Çörekleri, komşuların gülümsemesiyle buluşurdu
İslâm şehri/medinesi Konya’nın etrafı ve ilçeleri, tarım ve hayvancılığın etkisiyle kurban, hem ibadet hem de bu kulluğun gerçekleşmesi için kesilecek hayvanları yetiştiren bir geçim olgusudur.
Türkiye’nin buğday ambarı Konya’ysa, bu Mevlânâ şehrinin de tarım merkezi de ilçesi Yunak’tır. Ülkemizin buğday ve türdeşlerinin yetiştirildiği sulama yapılan geniş arazilerinin olduğu ilçemiz Yunak’ta bayramlar, özellikle Kurban Bayramları daha bir güzel günleri bize hatırlatmaktadır.
Bayram gelmeden önce annemin ve babaannemin yaptığı çörek ve bazlamalar, saçta muhabbet ateşiyle pişirilerek aile fertlerinin yenmesine hazırlanırdı. Ancak ev halkı bu kepekli tam buğday, hormonsuz undan yapılan nefis kokulu hamur işleri, yağlanarak sıcak bir şekilde biz çocukların kanalıyla öncelikle komşu ve akrabalara ulaştırılırdı. Götürdüğümüz sevgi çörekleri, kapılarını açan komşuların gülümsemesiyle buluşurdu. Onlar büyük bir saygı ile aldıkları ikramları mukabilinde dualarla bize uğurlarlardı.
Aslında bu enfes hamur işleri, bayramın ruhuna uygun olarak, komşular için yapılırdı. Aile fertleri de mübarek komşuların yüzü suyu hürmetine bundan nasiplenirdi.
Kurban Bayramı hazırlıkları aylar önce başlardı
Evde Kurban bayramlarının hazırlıkları ise aylar öncesinden başlardı. Kurban Bayramları, Dedemin çok önceleri aldığı kurban edilecek hayvanlardan üç-dört küçük baş hayvanı kendi elleriyle beslemesiyle başlardı.
Dedem, aslında erkekler için elbiselik kumaş ve kadınlar için de giysi dikimi için malzemeler satan bir manifaturacıydı. İstanbul, Konya, Denizli ve Akşehir’den getirdiği malları satan Dedem, bir taraftan hafta sonları köyde, yaylada tarlada çalışır; diğer taraftan yine hafta sonları küçük baş hayvan yetiştirirdi. Anlaşılacağı üzere çok yönlü bir ticaret insanıydı. O, bir bakarsınız İstanbul’a gider Sultanhamam’da kumaş alır; bir bakarsınız hafta sonları yaylada koyunların yünlerini makinayla kırkardı.
Hayvan yetiştirmeyi ilçede de sürdüren dedem, çocukları ve torunları taze süt içerek büyüsünler diye, büyük meşakkatlere girer, bir iki inek alır, evinin altında bulunan ahırda yetiştirirdi. Bütün işlerini de hemen hemen kendisi yapardı. Biz çocuklara da, sabahın erken saatlerinde uykunun en tatlı anlarında kalkıp, o inekleri ilçenin diğer ineklerine katmak için mezarlığın yanındaki büyük alana götürmek kalıyordu.
Ağız sütünü tatmak ayrı bir zevk ve tattı
Yunak’ta -yazları yaylaya götürülse de- evinin altında bakımları yapılan inekler, yavrulayacağı zaman başta Dedem olmak üzere aile halkından herkes, merakla biraz da kaygıyla sabaha kadar beklerlerdi. Arada bir kontrol yapılır. Doğum gerçekleştiğinde küçük sevimli dana, mevsim kış ise üşümesin diye evin içine getirilir, sobanın yanında bir müddet kalması sağlanırdı.
Hayvanın ‘ağız’ denen ilk sütü, katı bir şekilde olurdu. Evin fertleri ve tabii ki biz çocuklar için, o ağızların üzerlerine toz şeker dökülerek yenilmesi ayrı bir zevk ve tattı.
Dedem, kurban edilecek hayvanları da kendisi besler ve yetiştirirdi. Kurban Bayramı günü geldiğinde camiye gidilerek sabah namazı eda edilir; akabinde oradan ayrılmadan bayram namazları birlikte kılınırdı. Namazdan sonra bütün aile bireyleri, başta Hacı Ali Dedem ve Hacı Fatma Babaannemin ellerini öperler, sonra da kendi aralarında bayramlaşırlardı. Bu esnada Dedem ve Babam, bayram harçlığı vererek bizleri sevindirirdi.
Kurban kesilirken hane halkı hazır bulunurdu
Kurban kesilirken herkes bulunurdu. Dedem, ailesinin, çocuklarının, gelinlerinin ve torunlarının, hâsılı hepsinin kurban kesilirken ve yüzülürken başında bulunmasına dikkat eder, buna ayrıca önem verirdi.
Aslında Kurban Bayramlarında, bizim evde cemaatle kılınan namazlar gibi, toplu bir şekilde kurban ibadeti icra edilirdi. Meşru bir mazereti olmaksızın bu ortamda bulunmayana Dedem tepki gösterir ve kızardı, onu hemen çağırttırırdı. Kurban kesmek, adeta, ailece yapılan dinî bir seremoni ve ibadetti.
Bununla birlikte gücü yetmediği için Kurban kesemeyen çocuklarına da Dedem kurban alırdı. Onların evlerine de etin girmesine özen gösterirdi.
Hayvanın kesilirken eziyet edilmemesine ihtimam gösteren Dedem, bıçağı bile hayvana göstermemek için gözlerini kapatırdı; birazdan Allah için keseceği hayvanı, çocukları gibi şefkatle okşar, sever, tüylerinin üzerinde ellerini dolaştırırdı.
Dedem, önceden bilenmiş keskin bıçakla kestiği kurbanı, çocuklarıyla birlikte yüzerdi. Biz torunları ise, yüzmenin kolay olması için hayvanın bacaklarını tutardık.
Kurban etini önce pişiren herkesi davet ederdi
Hayvanın kesim ve yüzülmesinin erken tamamlanması komşu ve akrabalarla bir yarış içinde geçerdi. Kimin kurbanın eti, en önce yemeğe hazırsa, o, zafer kazanmış gibi, komşu ve akrabaları saçta kızartılmış eti yemeğe davet ederdi.
Kurbanların kesimi, yüzülmesi ve parçalanması bittikten sonra, bir kısmı dağıtılır, bir kısmı kesimden sonra yenilir, daha çok hayvanın kaburgalarından oluşan kısmı da kurutmalık olarak ayrılırdı. Tuzlanarak güneşte üç beş gün kurutulmaya bırakılırdı. Kurutulmuş etle yapılan yemekler, özellikle kuru fasulyenin tadına doyum olmazdı.
Kurban işi bittikten sonra, sabah kahvaltısı yapılmayarak kurban eti komşu, akraba ve ev ahalisiyle birlikte yenilir ve böylece kurbanın geri kalan işleri evin kadınlarına havale edilirdi. Ancak erkekler de büyük kemikleri baltalarla parçalayarak hanımlara destek olurlardı.
Bayramlaşmaya gelenleri karşılamak ayrı bir güzellikti
Kurban kesme ve yeme faslından sonra, artık bir müddet dinlenilir. Sülalemiz geniş ve akrabalarımız çok olduğu için, Dedem, gelecek misafirleri bekler, onları ayakta karşılar ve yolcu ederdi.
İkinci gün ise, artık Dedem, yaşına ve konumuna bakmadan kendisine bayramlaşmaya gelen ve gelmeyen bütün akrabalarını, komşularını ve dostlarını evlerinde ziyaret ederdi. O, ilerlemiş yaşına ve ağır hastalıklarına bakmadan vefat edinceye kadar bunu gerçekleştirmiştir.
Dedem, bu bayram ziyaretlerini ve bayramlaşmaları çok önemserdi. Şimdilerde bayramlarda insanların evlerinden kaçıp, tatil köy ve merkezlerine gittiğini görseydi, herhalde çok üzülürdü.
Hatta hayatını kaybetmeden önceki son bayramında, Dedem ağır kalp hastası olmasına rağmen, bir kısmını da ev halkına haber vermedenyirmi altı ev ziyaretinde bulunduğunu söylemiş.
Dedem küçük ve büyük demeden herkesin hal-hatırını sorar; hatta sorduğu kimselerin anne, baba ve akrabalarının halinden bile haberdar olmak isterdi.
Misafirlere yemek ikramı bayramı bayram yapmaktı
Evine gelenlere yemek ikramında bulunmak, Dedemin en çok zevk aldığı ve onu memnun eden bir husustu. Babaannem de evdeki meyvelerin en iyilerini, gelen misafirlerine ayırırdı.
Sadece bayramlarda değil, Dedem, normal zamanlarda bile, eve misafir getirmekten ve onlarla sofrasını paylaşmaktan çok hoşlanırdı. Eminim ki bundan büyük bir manevî zevk alırdı.
Dedem bütün namazlarını yaz, kış, sıcak, soğuk, tipi demeden camide kılardı. İmam ve müezzinin gelemediği ağır hava şartlarında bile, Dedem mutlaka camiye gider, orada namazı beklerdi.
Hacı Ali Dede, Hz. İbrahim’in İsmail’ine yaptığı duayı yapardı
Akşam namazlarında kimsesiz, yolcu, tanıdık ve tanımadık bir garibanı görse, eve yemeğe ve yatıya getirirdi. Bizler o zamanlar, bunu kızardık ve bunu anlayamazdık. Ama işte Dedem, böyle misafirperver, alicenap ve cömert güzel bir insandı.
Kurban Bayramlarını büyük bir güzellik ve gönül zenginliğiyle geçiren Dedem, ailesi ve çocuklarını Hz. İbrahim’in Allah için kurban olarak adadığı oğlu Hz. İsmail ve nesli için yaptığı duayı her daim yapardı:
“Rabbim, beni namazı hakkıyla eda eden bir kimse eyle! Soyumdan da böyle kimseler var et! Rabbimiz, duamı kabul buyur. Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün bana, ana-babama ve bütün mü’minlere mağfiret eyle!” (İbrâhîm, 40-41)