Sen seni bil...
İnsan
düşünen bir varlıktır. Bu vasfıyla önce kendini bilmekle mükelleftir. Kendini
bilen insan Allah’a ulaşabilir. Allah’ı bilen insan ise bilgide zirveye ulaşır.
Bütün soruların cevabına da böylece ulaşmış olur. “Yaratan rabbinin
adıyla oku! O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır. Oku!
Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren rabbin sonsuz
kerem sahibidir.” (Alak 1-5) ilahi emri insanın Allah’ı bilmekle
sorularının ve arayışlarının cevabını bulacağına işaret eder.
Kendini bilen kişi etrafının ve
değerlerin farkında olur. Nereden geldiğini, niçin yaşadığını ve nereye
gideceğini bilir, iyi ile kötüyü ayırt eder. Yaşadığımız dünyayı ve ölüm
ötesini bildiren İslam kişiye kimliğini ve amacını öğretir. “Onlar
kesinlikle rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini bilen kimselerdir.”
(Bakara 46) bilinciyle yaşar, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na
döneceğiz” (Bakara 156) inancıyla bu alemden göç eder. Sahipsiz değildir ve
yaşamasının bir anlam ve amacı vardır. İlahi bir lütuf olan yaşamanın kıymetini
bilir ve onu lütfeden Allah’a karşı görevlerine sadık kalır. Sonsuz bir hayat
için sonlu olan bir hayatı ona göre yaşar. Ölümlü ve sınırlı olan insan işte o
sonsuzluğa ancak önce kendini bilmekle ve sonra Allah’ı bulmakla ulaşabilir. Ona
ulaşan kişi de güven ve umut dolu bir anlayışa sahip olur.
Maddi yönüyle hava, su ve yemekle
doyan insan manevi yönüyle de inançla doyar. Bu da dindir. Din ise
yaratılışımızın özünden gelir. O öze yaklaşmak kulluk ile olur. “O halde sen
hanîf olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere
yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din
budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum 30) ilahi buyruğu bu gerçeği
ifade eder.
Yaratılmışların içinde en üstün
ve değerli olan insan o kulluğu yaşadıkça meleklerden üstün konuma yükselmekte,
o kulluktan uzaklaştıkça da aşağıların aşağısına düşmektedir. Bilgi ve üreticilikle
donatılmış kul ahlaklı ve erdemli olduğu ölçüde yücelir, tersinde ise çöker ve
bu çöküşü tehlikeli boyutlara ulaşır. İyiliğe ve kötülüğe yatkın olan insan
bilgi ve dikkati sayesinde iyiyi gerçekleştirir ve kötülüklerden uzak durur. İki
yönlü potansiyeli olan kişi kendi seçimiyle manevi zirveye de çıkabilir,
hayvandan daha aşağı bir duruma da düşebilir. İyiyi yapma iradesine sahip
olmadan kötülüklerle başa çıkılamaz. İçindeki kötülüğü fark etmeyenler ise
kendi felaketinin farkına varamazlar. İyi ve doğruları kendine, yanlış ve
kötüleri ise başkalarına yükleyenler ise kendini bilmeyen kişilerdir. Bu tuzağa
düşmeyenler kendini koruyanlardır.
Kendini bilen kişi başıboş
bırakılmayacağını da bilir. Onun için en kıymetlisi olan zamanı boş şeylerle
değil de Allah’ın emrettiği doğrultuda kullanır. İnsan olmanın görev ve
sorumluluklarının farkında olarak yaşar. İyi ve kötüyü ayırt eder, yanlış
tercihlerin onu felakete, doğru tercihlerin ise mutluluk ve felaha götüreceğini
bilir. Başta kendisine karşı sorumluluğunu bilir, manevi dünyasını en iyi
şekilde inşa eder. Dini ve ahlaki görevi olan diğer sorumluluğu ise onu en
mükemmel şekilde yaratan Allah’a karşı olanıdır. Varlık borcunun karşılığı ise
kulluktur. Allah’ı bütün kalbiyle ve benliğiyle sevmektir. İman etmek ve
gereğini yerine getirmektir. O da her şeyin odağına Yüce Yaratan’ı
yerleştirmekle olur. O’na ulaşmanın yolunu yine O bize bildirmiştir. O da
dindir. Bize düşen ise inanmak, yaşamak ve gerçek anlamda teslim olmaktır.
İnsan Allah’tan gelmiştir ve yine
ona dönecektir. Bu inanç içerisinde olan kişi ona göre hareket eder ve önce
kendini sonra kendini yaratanı tanır ve bilir. Bizi büyüten, koruyan,
yetiştiren, üzerimizde hakkı olan herkese karşı sorumluluğumuz vardır.
İnsanlara karşı davranışlarımız Allah ile ilişkilerimize de yön verir. “İnsanlara
teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez.” Buyuran Peygamber Efendimiz bunu en
güzel bir şekilde dile getirmiştir.
Yunus’un dediği gibi “İlim
ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/ Sen kendini bilmezsen / Bu nice
okumaktır.”