Senedi bâtıl olur bâtıl olan davanın
Hep öyle derlerdi
büyüklerimiz, hatta alimlerimiz...
-Allahım aklımızı imanımızın önüne geçirme.
Bunu terennüm ederken
yaşadıkları samimiyet gözlerinden okunurdu. Ancak bu samimiyetin arkasında
ciddi bir endişe vuku bulurdu. Halbuki asır, aklın bütün ihtişamıyla
öncelendiği asırdı. Akli olmayan hiçbir şey anlamlı sayılmazdı. Neden bu kadar
ısrarla bu vurgu yapılırdı? Neden aklın bu kadar büyük bir tehlike arz ettiği
belirtilirdi? Hatta onun şerrinden Allah’a sığınılırdı, belki de bu
irdelenmeliydi.
Zihnim tam bununla meşgul
olacakken, akıl ile ilgili bir istiaze daha ekrana düştü birden. Bunu neredeyse
herkes söyler dururdu. Acaba bundan ne kast olunurdu?
-Allah’ım aklıma mukayyet ol!
Bu bir yakarış mıydı
yoksa Allah’a sığınma mı? Aklın saldırılarından kaçış mıydı yaradan’a? Yine tereddütte
kaldım. Bu defa aşikar idi serzenişteki kayıtlanma isteği.
Aydınlanmanın en güzel
aleti ve elimizdeki en sağlam fener iken, akıl neden bu kadar şikayet edilir
oldu. Fenerin cevherinde mi problem vardı yoksa feneri tutan el de mi?
Zihnim, aklın bu halleriyle
yıllardır meşguldü.
Sonra bir noktaya vardım
ki akıl sürekli bir şeyler söyleyerek eylemin önünü tıkamaktadır. Yaşanmışlığın
doğruluğu aklın her alanı istila etmesini sarsmaktadır. Hatta bu durum
asrımızın özeti oluyordu. Anlıyordu insan. Aklın ne mutlak bir metre, ne
kilogram, ne de derece olduğunu... Bunlar kaosun ortadan kaldırılması için
birer nispi insan tespitleriydi. Eğer aklın bu zaafiyeti tespit edilmezse ve
ona bir sınır çizilmezse bir derdin dermanı, başka bir derde
zehir olabilir. Bir derman, haddinden geçse, dert getirir.
Evet ilkokulun başlangıcında sınıfa bir
öğretmen gelir ama elindeki kitaplar çeşitlidir. Hatta elinde kitaplarla
beraber başka şeyler de olur başlangıçta. Sonra çocukların bedenleriyle beraber
duyguları ve zihinleri de gelişme gösterince öğretmenin rahatı elinden gitmeye
başlar. Artık muhatapları onu zorlar. Sınıf dörde gelince kitaplar azalır, öğretmen
sayısı çoğalır. İlk okul tahsili nihayette birkaç öğretmenle sonlanır. Çocuklar
bundan az memnun kalır. Yetersizlikler için gidip ortaokula kaydolur.
Ortaokulun başlangıcında her ders için bir
kitap alınır. Satın alınan kitaplar çeşitlendikçe öğrenci önce afallar. Bu
kadar kitabı bir öğretmen tek başına nasıl okutacak? Bütün zamanı bunları
okumakla geçecek. Bize ne zaman vakit ayıracak. Sorgulamasıyla meşgulken ilk
dersine girer bir öğretmen elinde sadece bir kitapla. İki saat dersini anlatır
ve haftaya görüşürüz diyerek sınıftan ayrılır. Çocukluk bu ya. Yaşasın bir hafta
okul yok! Haydi biraz sevinelim! Sınıfın altını üstüne getirelim! Derken teneffüs
de gitti elden. Onlar çantalarını toplamaya başlarken, yeni bir öğretmen sınıfa
girdi hemen elinde başka bir kitapla. Bir önceki dersten tamamen ayrı bir
tarzla. Çocuklar şaşırdılar. Hayretler içinde kaldılar. Sonra izah etti dersin
içeriğini. Ardından tanıttı kendini yeni dersin öğretmeni. Yavaş yavaş her şey
anlaşılır oldu. Çocukların bütün günü hep bu tarz sürprizlerle doldu. Sonunda
anladılar her dersin ayrı bir kitabı ve öğretmeni varmış. Öğrenme asıl alanında
uzman kişi ve materyallerle yapılırmış. Ortaokul bitti. Çocukların bedeni,
duygusu ve zihni biraz daha açılıverdi. Bu bilgilerin yetersiz kalacağını
onlarda anlamıştı. Tuttular bir lisenin yolunu. Beklediler heyecanla ortaokulun
eksik bıraktıkları ilmin tarafını. Başladılar lise tahsilinin zorlu ve
heyecanlı demine. Evet artık sürpriz değildi her derse ayrı bir öğretmenin
gelmesi. Aslında heyecanlandırıyordu çocukları burada bilginin daha da
çeşitlenmesi. Bu defa öğretmenler daha mütehassıs idiler. Fakat bilgiyi öğretmek
için çok zorluk çekmekteydiler. Bu nedenle dersleriyle ilgili çok yardımcı
kaynağa baş vuruyorlardı. Tasarladıkları materyaller ise öğrencilerin
geleceğini şekillendiriyordu. Artık öğrenciler bir alana yöneliyordu bu lise
döneminde. Lise döneminden sonra daha da sınırlandırılacaktı asıl öğrenme.
Bunca zamandır okudukları onca kitap ve gördükleri onlarca öğretmen
hareketliliği son bulmalıydı. Başarılı olmak için sadece bir alan seçilmeliydi.
Yoksa umuma sarılan umumdan mahrum kalırdı.
Nihayette öyle de oldu. Çocuk kendini
evrensel bilginin verildiği ve nasibine düşen üniversitenin kapısında buldu.
Derslerine başlayıverdi daha bilinçli bir muhatap olarak girdi dersine. Başladı
dersi verecek kişiyi beklemeye. Sınıfın kapısı açıktı, içeriye kolunda kitaplarla bir hoca girdi.
Çocuk bir anda şaşırır oldu. Sanki ilkokul sıralarındaymış hissine kapıldı.
Yaşlı da olsa bir hoca, tek değil bir kaç kitap. Ne oluyoruz derken hoca başladı anlatmaya
kürsüden. Kendisinin alanın bir dalının profesörü olduğunu söyledi. Dersin
sadece dersiyle ilgili literatürü anlatmakla geçeceğini ifade etti. Şaşırmıştı
herkes bilginin bu kadar çeşitlenmesine. Gerçekten profesör anlattı bir ders
boyunca literatürü geçmişten günümüze. Sekiz dersin sekizi de böyle detaylandırma
ile geçmişti. Aklın bu kadar bilgi üretmesi herkesi hayrette bırakmıştı.
Çocukların aklına da mukayyet olmasının
zamanı gelmişti. Herkes biraz anlamıştı bilginin çeşitlendiğinin sebebini. Bu
aslında insana haddini bildirmek içindi.
Evet her devrin ve her bilginin bir
iktizası vardır. Haddini bilmeyince hoca deva yerine dert getirir. Çeşitlenince
bu kadar bilgi insan haddini bilmeli. Aklın sermeyesi olan bilgi imanın yanında
gölgede kalır sanki. Bilgi haklı olarak bu kadar ehl-i ihtisas isterken. Neden herkes
had bilmeden konuşur imanın derinliğinden. Halbuki imanın nihayetine erdik
diyenler sürekli ilkokulda olduklarını söylerler. Bu kadar derinliğin ancak
ilmi ilahiden geleceğini ifade ederler. Akıl bu vadide nihayete varamadığı için
susar. Akılsız olanlar kendilerini bu vadide söz sahibi zanneder. Beşerin
hayatının kolaylaşması için bilgi bu kadar şubelenirken. Neden imanın her
şubesinden söz ediyoruz haddimizi bilmeden.
İnsanlık ikliminin ham mollaları ve hafif
hocaları gelin haddimizi bilelim. Allah’ımız ve efendimiz hakkında aklımıza
gelen her şeyi söylemeyelim. Bırakalım bu noktadan imanımız aklımıza mukayyet
olsun. Ömrünü bu yolda ihlas, sıdk ve uhuvvetle çürütenler konuşsun. Biz
yaşayalım doğru dini ve dine layık doğruluğu. İmanın nurunu aklın ışığını.
Yoksa ehil değilsek davamızla hak yolunda, bütün deliller batıl olur bu uğurda.
Her meselede söz sahibi değiliz. Hele maneviyatta tamamen sınırlıyız. Yoksa
haddimizi bilmeden her derde deva sunarsak, devasız dertler vuku bulur bu
uğurda hakikati umursamazsak.
Evet onun için büyüklerimiz hadlerini bilmek,
akıllarının imanlarının önüne geçmesini hiç istememişler. Her meselede sözün
şehvetine kapılmamak için “allah’ım
aklımıza mukayyet ol” feryadını koparmışlar.
Naehillerin hayatımızın maddi ve manevi sıhhatini bozmamaları için de bir derman haddinden geçse dert getirir kaydını koymuşlar.