Dolar (USD)
35.16
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2958.42
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Senedi bâtıl olur bâtıl olan davanın

Hep öyle derlerdi büyüklerimiz, hatta alimlerimiz...

-Allahım aklımızı imanımızın önüne geçirme.

Bunu terennüm ederken yaşadıkları samimiyet gözlerinden okunurdu. Ancak bu samimiyetin arkasında ciddi bir endişe vuku bulurdu. Halbuki asır, aklın bütün ihtişamıyla öncelendiği asırdı. Akli olmayan hiçbir şey anlamlı sayılmazdı. Neden bu kadar ısrarla bu vurgu yapılırdı? Neden aklın bu kadar büyük bir tehlike arz ettiği belirtilirdi? Hatta onun şerrinden Allah’a sığınılırdı, belki de bu irdelenmeliydi.

Zihnim tam bununla meşgul olacakken, akıl ile ilgili bir istiaze daha ekrana düştü birden. Bunu neredeyse herkes söyler dururdu. Acaba bundan ne kast olunurdu?

-Allah’ım aklıma mukayyet ol!

Bu bir yakarış mıydı yoksa Allah’a sığınma mı? Aklın saldırılarından kaçış mıydı yaradan’a? Yine tereddütte kaldım. Bu defa aşikar idi serzenişteki kayıtlanma isteği.

Aydınlanmanın en güzel aleti ve elimizdeki en sağlam fener iken, akıl neden bu kadar şikayet edilir oldu. Fenerin cevherinde mi problem vardı yoksa feneri tutan el de mi?

Zihnim, aklın bu halleriyle yıllardır meşguldü.

Sonra bir noktaya vardım ki akıl sürekli bir şeyler söyleyerek eylemin önünü tıkamaktadır. Yaşanmışlığın doğruluğu aklın her alanı istila etmesini sarsmaktadır. Hatta bu durum asrımızın özeti oluyordu. Anlıyordu insan. Aklın ne mutlak bir metre, ne kilogram, ne de derece olduğunu... Bunlar kaosun ortadan kaldırılması için birer nispi insan tespitleriydi. Eğer aklın bu zaafiyeti tespit edilmezse ve ona bir sınır çizilmezse bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman, haddinden geçse, dert getirir.

Evet ilkokulun başlangıcında sınıfa bir öğretmen gelir ama elindeki kitaplar çeşitlidir. Hatta elinde kitaplarla beraber başka şeyler de olur başlangıçta. Sonra çocukların bedenleriyle beraber duyguları ve zihinleri de gelişme gösterince öğretmenin rahatı elinden gitmeye başlar. Artık muhatapları onu zorlar. Sınıf dörde gelince kitaplar azalır, öğretmen sayısı çoğalır. İlk okul tahsili nihayette birkaç öğretmenle sonlanır. Çocuklar bundan az memnun kalır. Yetersizlikler için gidip ortaokula kaydolur.

Ortaokulun başlangıcında her ders için bir kitap alınır. Satın alınan kitaplar çeşitlendikçe öğrenci önce afallar. Bu kadar kitabı bir öğretmen tek başına nasıl okutacak? Bütün zamanı bunları okumakla geçecek. Bize ne zaman vakit ayıracak. Sorgulamasıyla meşgulken ilk dersine girer bir öğretmen elinde sadece bir kitapla. İki saat dersini anlatır ve haftaya görüşürüz diyerek sınıftan ayrılır. Çocukluk bu ya. Yaşasın bir hafta okul yok! Haydi biraz sevinelim! Sınıfın altını üstüne getirelim! Derken teneffüs de gitti elden. Onlar çantalarını toplamaya başlarken, yeni bir öğretmen sınıfa girdi hemen elinde başka bir kitapla. Bir önceki dersten tamamen ayrı bir tarzla. Çocuklar şaşırdılar. Hayretler içinde kaldılar. Sonra izah etti dersin içeriğini. Ardından tanıttı kendini yeni dersin öğretmeni. Yavaş yavaş her şey anlaşılır oldu. Çocukların bütün günü hep bu tarz sürprizlerle doldu. Sonunda anladılar her dersin ayrı bir kitabı ve öğretmeni varmış. Öğrenme asıl alanında uzman kişi ve materyallerle yapılırmış. Ortaokul bitti. Çocukların bedeni, duygusu ve zihni biraz daha açılıverdi. Bu bilgilerin yetersiz kalacağını onlarda anlamıştı. Tuttular bir lisenin yolunu. Beklediler heyecanla ortaokulun eksik bıraktıkları ilmin tarafını. Başladılar lise tahsilinin zorlu ve heyecanlı demine. Evet artık sürpriz değildi her derse ayrı bir öğretmenin gelmesi. Aslında heyecanlandırıyordu çocukları burada bilginin daha da çeşitlenmesi. Bu defa öğretmenler daha mütehassıs idiler. Fakat bilgiyi öğretmek için çok zorluk çekmekteydiler. Bu nedenle dersleriyle ilgili çok yardımcı kaynağa baş vuruyorlardı. Tasarladıkları materyaller ise öğrencilerin geleceğini şekillendiriyordu. Artık öğrenciler bir alana yöneliyordu bu lise döneminde. Lise döneminden sonra daha da sınırlandırılacaktı asıl öğrenme. Bunca zamandır okudukları onca kitap ve gördükleri onlarca öğretmen hareketliliği son bulmalıydı. Başarılı olmak için sadece bir alan seçilmeliydi. Yoksa umuma sarılan umumdan mahrum kalırdı.

Nihayette öyle de oldu. Çocuk kendini evrensel bilginin verildiği ve nasibine düşen üniversitenin kapısında buldu. Derslerine başlayıverdi daha bilinçli bir muhatap olarak girdi dersine. Başladı dersi verecek kişiyi beklemeye. Sınıfın kapısı açıktı, içeriye kolunda kitaplarla bir hoca girdi. Çocuk bir anda şaşırır oldu. Sanki ilkokul sıralarındaymış hissine kapıldı. Yaşlı da olsa bir hoca, tek değil bir kaç kitap. Ne oluyoruz derken hoca başladı anlatmaya kürsüden. Kendisinin alanın bir dalının profesörü olduğunu söyledi. Dersin sadece dersiyle ilgili literatürü anlatmakla geçeceğini ifade etti. Şaşırmıştı herkes bilginin bu kadar çeşitlenmesine. Gerçekten profesör anlattı bir ders boyunca literatürü geçmişten günümüze. Sekiz dersin sekizi de böyle detaylandırma ile geçmişti. Aklın bu kadar bilgi üretmesi herkesi hayrette bırakmıştı.

Çocukların aklına da mukayyet olmasının zamanı gelmişti. Herkes biraz anlamıştı bilginin çeşitlendiğinin sebebini. Bu aslında insana haddini bildirmek içindi.

Evet her devrin ve her bilginin bir iktizası vardır. Haddini bilmeyince hoca deva yerine dert getirir. Çeşitlenince bu kadar bilgi insan haddini bilmeli. Aklın sermeyesi olan bilgi imanın yanında gölgede kalır sanki. Bilgi haklı olarak bu kadar ehl-i ihtisas isterken. Neden herkes had bilmeden konuşur imanın derinliğinden. Halbuki imanın nihayetine erdik diyenler sürekli ilkokulda olduklarını söylerler. Bu kadar derinliğin ancak ilmi ilahiden geleceğini ifade ederler. Akıl bu vadide nihayete varamadığı için susar. Akılsız olanlar kendilerini bu vadide söz sahibi zanneder. Beşerin hayatının kolaylaşması için bilgi bu kadar şubelenirken. Neden imanın her şubesinden söz ediyoruz haddimizi bilmeden.

İnsanlık ikliminin ham mollaları ve hafif hocaları gelin haddimizi bilelim. Allah’ımız ve efendimiz hakkında aklımıza gelen her şeyi söylemeyelim. Bırakalım bu noktadan imanımız aklımıza mukayyet olsun. Ömrünü bu yolda ihlas, sıdk ve uhuvvetle çürütenler konuşsun. Biz yaşayalım doğru dini ve dine layık doğruluğu. İmanın nurunu aklın ışığını. Yoksa ehil değilsek davamızla hak yolunda, bütün deliller batıl olur bu uğurda. Her meselede söz sahibi değiliz. Hele maneviyatta tamamen sınırlıyız. Yoksa haddimizi bilmeden her derde deva sunarsak, devasız dertler vuku bulur bu uğurda hakikati umursamazsak.

Evet onun için büyüklerimiz hadlerini bilmek, akıllarının imanlarının önüne geçmesini hiç istememişler. Her meselede sözün şehvetine kapılmamak için “allah’ım aklımıza mukayyet ol” feryadını koparmışlar.

Naehillerin hayatımızın maddi ve manevi sıhhatini bozmamaları için de bir derman haddinden geçse dert getirir kaydını koymuşlar.