Dolar (USD)
34.51
Euro (EUR)
36.44
Gram Altın
2958.77
BIST 100
9115.54
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Sende star ışığı var yavrum!

Çocuktuk, her çocuk gibi o devrin tenha sokaklarında koşup oynardık doyasıya. Burası İstanbul’un en nadide semtlerinden birisiydi. Aslında Boğaziçi’nin demek daha doğru olur. Çünkü gerçek İstanbullular sadece tarihi yarımadaya İstanbul derdi.

Hatta Üsküdar Sinan Paşa Camii civarındaki Harem’e, Adalara, tarihi yarımadaya, Kızkulesi’ne ve Galata’ya nazır villalarında gün batımını birlikte seyredip, çaylarımızı yudumlarken sohbet ettiğimiz Mersinli Cemal Paşa (küçük Cemal Paşa)’nınzarif kerimesi Nilüfer hanımla sohbetlerimizde eski zamanlara ait hatıralarını yad ederken, “filan işi halletmek için İstanbul’a geçmiştik” diye bir ifade kullanırdı.

Aynı ifadeyi tarihi Beylerbeyi iskelesinin yanıbaşındaki sade, lakin nadide bir mücevhere benzeyen yalısındaki bir sohbetinde Münevver Ayaşlı hanımefendiden de duymuştum.

Şimdilerde ise,artık her yer İstanbul!

Evet, burası o zamanların tenha, bugünlerin ise İstanbul’un her yeri gibi kalabalık şirin semti Çengelköy’dü.

Hemen hemen tüm vaktimizin geçtiği temel mekânımız tarihi çınar ağacından ismini alan Çınaraltı idi. Hamdullah Paşa Camii’nin de bulunduğu bu güzide mekânda bir yaz günü başrollerini Orhan Gencebay’la Perihan Savaş’ın paylaştıkları “Dertler Benim Olsun” filmindeki bir film karesinde bendeniz, kardeşlerim Fatih ve Leyla da görünmüştük.

Filmin sinemalarda gösterime girdiğini gören semtin sinema meraklısı insanları filmi seyretmek için Üsküdar’a gitmişlerdi. Arkadaşlarımız bizi beyaz perdenin o büyülü ortamında görünce çok etkilenmişler ve bize bunu sevinerek anlatmışlardı. O tarihlerde Çengelköy’de bir tane yazlık sinema vardı: Nur Sineması. Serin yaz akşamlarında haftanın belirli günlerinde gösterime giren yerli ve yabancı filmler burada seyredilirdi.

Bir yaz günü biz de heveslendik ve hoca babamızdan habersiz, sadece annemizden yalvarıp yakararak izin alıp, kardeşim Fatih’le o çocuk halimizle Nur Sineması’na film seyretmeye gitmiştik. Vakit akşamdı, filmin adı, “Karateciler İstanbul’da” idi.

Biletleri alıp, kapıdaki görevliye gösterdikten sonra arka tarafa yakın bir yere sandalyelere oturduk. Açık hava sinemasındaki sandalyelerin tamamı doluydu. Aralarda çerez ve o devrin meşhur Çamlıca gazozunu satan satıcılar dolaşıyordu. Işıklar sönüp film kocaman beyaz perdede görünmeye başlayınca ne kadar da heyecanlanmış ve etkilenmiştik. Filmin ilk yarısı nasıl geçti anlamamıştık bile.

Filmin ikinci yarısı başlar başlamaz, bir elin hafifçe kulaklarımıza dokunduğunu hissedince arkamıza dönüp baktık. Tabii ki hocababamızdı bu. Büyük bir mahcubiyetle ve biraz da çekinerek sinemadan birlikte çıktık. Sert adamdı hocababamız ama nedense o akşam bize kızmadı.

Acaba o filmin ikinci yarısında ne oldu?