Sende star ışığı var yavrum!
Çocuktuk, her çocuk
gibi o devrin tenha sokaklarında koşup oynardık doyasıya. Burası İstanbul’un en
nadide semtlerinden birisiydi. Aslında Boğaziçi’nin demek daha doğru olur.
Çünkü gerçek İstanbullular sadece tarihi yarımadaya İstanbul derdi.
Hatta Üsküdar Sinan
Paşa Camii civarındaki Harem’e, Adalara, tarihi yarımadaya, Kızkulesi’ne ve Galata’ya
nazır villalarında gün batımını birlikte seyredip, çaylarımızı yudumlarken
sohbet ettiğimiz Mersinli Cemal Paşa (küçük Cemal Paşa)’nınzarif kerimesi Nilüfer
hanımla sohbetlerimizde eski zamanlara ait hatıralarını yad ederken, “filan işi
halletmek için İstanbul’a geçmiştik” diye bir ifade kullanırdı.
Aynı ifadeyi tarihi
Beylerbeyi iskelesinin yanıbaşındaki sade, lakin nadide bir mücevhere benzeyen
yalısındaki bir sohbetinde Münevver Ayaşlı hanımefendiden de duymuştum.
Şimdilerde ise,artık
her yer İstanbul!
Evet, burası o
zamanların tenha, bugünlerin ise İstanbul’un her yeri gibi kalabalık şirin
semti Çengelköy’dü.
Hemen hemen tüm
vaktimizin geçtiği temel mekânımız tarihi çınar ağacından ismini alan Çınaraltı
idi. Hamdullah Paşa Camii’nin de bulunduğu bu güzide mekânda bir yaz günü
başrollerini Orhan Gencebay’la Perihan Savaş’ın paylaştıkları “Dertler Benim Olsun”
filmindeki bir film karesinde bendeniz, kardeşlerim Fatih ve Leyla da
görünmüştük.
Filmin sinemalarda
gösterime girdiğini gören semtin sinema meraklısı insanları filmi seyretmek
için Üsküdar’a gitmişlerdi. Arkadaşlarımız bizi beyaz perdenin o büyülü
ortamında görünce çok etkilenmişler ve bize bunu sevinerek anlatmışlardı. O
tarihlerde Çengelköy’de bir tane yazlık sinema vardı: Nur Sineması. Serin yaz
akşamlarında haftanın belirli günlerinde gösterime giren yerli ve yabancı
filmler burada seyredilirdi.
Bir yaz günü biz de heveslendik
ve hoca babamızdan habersiz, sadece annemizden yalvarıp yakararak izin alıp,
kardeşim Fatih’le o çocuk halimizle Nur Sineması’na film seyretmeye gitmiştik. Vakit
akşamdı, filmin adı, “Karateciler İstanbul’da” idi.
Biletleri alıp,
kapıdaki görevliye gösterdikten sonra arka tarafa yakın bir yere sandalyelere oturduk.
Açık hava sinemasındaki sandalyelerin tamamı doluydu. Aralarda çerez ve o
devrin meşhur Çamlıca gazozunu satan satıcılar dolaşıyordu. Işıklar sönüp film
kocaman beyaz perdede görünmeye başlayınca ne kadar da heyecanlanmış ve etkilenmiştik.
Filmin ilk yarısı nasıl geçti anlamamıştık bile.
Filmin ikinci yarısı
başlar başlamaz, bir elin hafifçe kulaklarımıza dokunduğunu hissedince arkamıza
dönüp baktık. Tabii ki hocababamızdı bu. Büyük bir mahcubiyetle ve biraz da
çekinerek sinemadan birlikte çıktık. Sert adamdı hocababamız ama nedense o
akşam bize kızmadı.
Acaba o filmin ikinci
yarısında ne oldu?