Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
17 Şubat 2019

Sen Saraydan mı Kaçtın?

Bu başlığı atarken Osmanlı döneminde kalan saraydan bahsetmek istediğimi ifade edeyim. Bu sözün de nasıl sadır olduğunu anlatayım. Bizim resmî ideolojiye göre divan şiiri saray şiiridir, halktan kopuktur. Baki, Nabi, Hayali, Fuzuli, sarayda yatıp kalkmışlar, saray adamlarına şiir yazmışlar ve bolluk içinde yaşamışlar, dahası hiç saraydan çıkmamışlar. Bu bahsettiğimiz şairlerin ilk üçü neyse de Fuzûli’nin İstanbul’a gelmesi ve sarayda yaşaması vaki olmamıştır.

İstanbul’a varmak ve buradaki şiir meclislerinde bulunmak elbette Fuzûlî’nin en büyük hayaliydi. Şair Baki gibi son yazdığı şiirini Beyazıt Meydanında Remilci dükkanı işleten Şair Zatî’ye gidip göstermek istemişti. Fakat varamadı İstanbul’a büyük şair Fuzûlî.... Bağdat nire, İstanbul nire. Ama o, İstanbul’a varamasa da Divan şiirinin akla gelen ilk şairi... Belki Fuzulî, o dönemde İstanbul’a varsaydı ve meşhur “Şikayetnâmesini” Nişancı Celalzâde’ye değil de Kanunî Sultan Süleyman’a yazaydı İngilizlerin büyük şairi Shakespeare (Şekspir) gibi bütün dünyaya sesini duyurabilirdi. O, Bağdat’ta, Hille’de kaldı, peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin’in türbedarlığını yaptı.

Bugün Divan edebiyatını karalayanlar Fuzûlî’den haberdar değillerdir desek haksızlık olur. Bağdatlı Ruhî’den haberdar değildir desek haksızlık olur. Bu karalamayı cahil yapsa yenilir yutulur bir yanı olur. Ama koca koca profesörler hem de bu sahanın hocaları Divan Edebiyatını karalamıştı. Hepsi değil tabi. Ama bütün ilhamını Mesnevi’den, Mevlana’dan, tasavvuftan alan Prof. Dr. Abdülbaki Gölpınarlı’nın bu edebiyatı karalaması bizi kahreder. Hani bir söz var. “Ağaçlara, neden baltaya isyan etmiyorsunuz”, denilmiş. Ağaçlar da “kahrolsun sapı bizden” demiş.

Gölpınarlı’nın karalaması işte böyle bir şey. Onun “Divan Edebiyatı Beyanındadır” eseri tamamen Divan edebiyatını karalama üzerine yazılmış, yazdırılmış bir eser. Oryantalistlerin, dönemin eksen kayması yaşayan yöneticilerinin hoşuna gitmesi için yeniye yer açmak için eskiyi nasıl da karalamış. Gölpınarlı, Divan edebiyatına saldırınca ondan güç alan odaklar da bu edebiyatı daha sağken mezara gömdü.

Gölpınarlı, daha sağken ona en yakın arkadaşları tepki gösterdi. Orhan Şaik Gökyay, Nurullah Ataç, Kemal Edip Kürkçüoğlu bunlardan bir kaçı. Yakın dönemde ise Hilmi Yavuz’un ilginç bir itirazı vardı.

“Osmanlı Divan şiirinin bir ‘Saray Şiiri’ olduğu, bir elit ya da seçkin tabaka tarafından anlaşıldığı, halk yığınlarıyla bir ilişki kuramadığı söylenir ve yazılır. Ben buna, ‘Divan Şiiri Mitosu’ diyorum. Evet, ‘mitos’,– çünkü gerçeklikle hiçbir ilişkisi yok! Bir oryantalist söylemin, resmi ideolojinin dayatma ve tahakkümü bütünleşmesi! Cumhuriyet’i, daima söylediğim gibi, Osmanlı’nın mefhum–u muhalifi olarak tanımlamaya özen göstermiş bir ideolojik maluliyet!”

Bizim itirazımız Hilmi Yavuz kadar ilmi olmasa da Divan Edebiyatı Prof. Dr. Cemal Kurnaz’ın bir hatırasını paylaşarak itiraz edeceğiz. Kurnaz, Üniversite yıllarında Divan edebiyatının saray edebiyatı olduğu bilgisine sahip olur. Mezun olur, Urfa’ya öğretmen olarak atanır, yola çıkar otogarda onu bir dilenci karşılar. Dilenci, ondan bayağı sözlerle dilenmez. Fuzûlî’nin gazelini okuyarak dilenir hem de gazelhan edasında. Cemal Kurnaz, bavulunu bırakıp dilenciye sarılır ve şunu söyler. «Sen saraydan mı kaçtın?»

Bu olay Urfa topraklarına ayak basan genç öğretmeni çok sarsmıştı. Önce buna bir anlam verememiş. Çünkü onun aldığı bilgilere göre Divan Şiiri, saraya hapsolmuş ve Osmanlı’yla beraber yıkılıp gitmişti. Kurnaz Hoca haklı olarak şu soruyu da sorar. “Divan şiiri, sarayın surlarından dışarı çıkıp buralara kadar nasıl gelebilirdi? Hem de Cumhuriyet döneminde.”