Şen Olasın Halep Şehri
Son günlerde Suriye’de yaşanan gelişmeler dünya efkarı umumisini heyecanlandırdı. Suriye Milli Ordusu’nun 12 günlük bir mücadelesi ile13 yıldır süren bir iç savaşın bittiği gibi 61 yıldır Suriye’yi inim inim inleten BAAS rejimi de yıkıldı gitti. İnsanlığın utanç abidesi katil ve zalim Esed de kan gölüne çevirdiği ülkesini terk etti.
Ancak geride bıraktığı ve aklın mantığın almayacağı vahşeti, katliamı, zulmü yazmaya, anlatmaya bütün dünya dilleri ve kamusları bir araya gelse aciz kalacak cinste korkunç… Birer insan mezbahasına dönmüş cezaevleri ve hastaneleri dünyanın bir başka yerinde görmek belki de mümkün değil. Bugüne kadar buralarda 1 milyona yakın insan katledilmiş! Ölen insanlar az yer kaplasın diye preslenmiş. Şu ana kadar çoğu yer altında bulunan ve gizli bölmeleri ile adeta bir labirente benzeyen bu hapishanelerden birisi olan Sednaya’dan300 bin insan serbest bırakıldı. Bu insanların çoğunun dünya ile bir bağlantısı kalmamış. Hâlâ Hafız Esad’ın ve Saddam’ın yaşadığını zannedenler olduğu gibi maalesef aklını kaybeden insanlar da var. Büyük iş makineleri hâlâ yeni bölmelere ulaşabilmek için gece gündüz kazı yapıyor. Başkent Şam'da ise Harasta Askeri Hastanesi'nde kefenlerinin üzerine mahkumlara verilen numaralar yazılmış isimsiz cesetler bulundu.
Gün yüzüne çıkan bu vahşet hakkında tepkilerini dile getiremeyenler maalesef Halep kalesi surlarına asılan Türk bayrağından ve Şam’da okunan ezanlardan, getirilen tekbirlerden rahatsız olduklarını ifşa etmekte bir beis görmüyorlar. Ne diyelim sanki bu düşmanlığı kanıksadık gibi…
Tarih, bir milletin hafızasıdır ve tarihi unutmak hafızayı kaybetmek demektir. Hafızasını kaybeden bir insanın hâli ne ise hafızasını kaybeden yani gerçek tarihini unutan bir milletin hali de aynıdır. Ne hedefi bellidir ne pusulası vardır. Bir sokak ortasında şaşkın şaşkın nereye gideceğini, ne yapacağını bilmeden öylece çakılıp kalır.
Birinci Dünya Savaşı, kitaplarda yazdığı gibi Avusturya Macaristan veliahdı Arşidük Ferdinand’ın 28 Haziran 1914 günü Saraybosna’da GavriloPrincip adındaki bir Sırp terörist tarafından öldürülmesiyle çıkmadı. Bu olay savaşın sadece bahanesiydi. Oysa savaş Osmanlı’yı parçalayıp elimizdeki petrol kaynaklarına gasp etmek ve bunun akabinde “yurtsuz bir halk için halksız bir yurt” sağlamak yani Yahudilere Filistin’de İsrail adında bir devlet kurmak için çıkarıldı.
Bu amaçla ülkemiz işgal edildi. İşgal günlerinde Osmanlı Mebusan Meclisi 17 Şubat 1920 tarihli toplantısının ikinci oturumunda oy birliğiyle bizi parçalamak isteyen işgalcilere karşı “Mîsâk-ı Millî”yikabul ve deklare etti. Bu çıkış işgalcilerin başı olan İngilizleri harekete geçirdi ve 16 Mart 1920günü İstanbul resmen işgal edildi ve Osmanlı Mebusan Meclisi de basılarak ileri gelen mebuslarımız Malta’ya sürüldü. Bu gelişme üzerine padişah mecburen meclisi 11 Nisan’da feshetti ve ardından 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açıldı. Ancak sonradan yaşanan bazı gelişmeler Misakı Millînin gerçekleşmesine engel oldu. Ancak bu haklı davadan vazgeçilmedi, geçilmemeli de…
Misakı Millîye göre 400 yıldır bizim hakimiyetimizde olan Halep, Musul, Kerkük Anavatanın bir parçası olarak kabul edilmişti. Zira burada yaşayan halkın çoğu Türkmenlerden ve Türkiye’den ayrılmayı asla kabul etmeyen Müslüman Kürtlerden oluşuyordu.Tabi bunlar unutuldu çoktan… Ne acı değil mi?
Hatta bugün Halep’te ne işimiz var diye soru sorma cüretinde bulunan balık hafızalılar ne bilsinler ki Suriye’de, Irak’ta Kuvvâ-yı Milliye teşkilatlarının kurulduğunu… Mesela Suriye’de kurulan Kuvvâ-yı Millîye teşkilatında Şeyh Kâmil Kassab, Binbaşı Muhiddin Bey, Said Bey Haydar, Dr. Abdurrahman Şehbender gibi önemli Arap milliyetçilerinin yanı sıra Savunma Bakanı Abdülhamid Paşa, Savunma Bakanlığı Müsteşarı Mustafa Nimet Bey, Adliye Bakanı Celal Bey, Eğitim Bakanı Haşim Bey gibi Faysal’ın hükümetinde görev alan kişilerin olduğunu da bilemezler. Yine Kuvvacıİbni Reşid Aşiretinden Şeyh Süleyman, Hadîdî Aşireti eisi Şeyh Fâris ve Mevâlî Aşireti Reisi Abdülkerim Paşa, çete reislerinden Müslim Verde ve Mülhem Câsim gibi isimleri de bilemezler.Ve hatta ülkemizin güney bölgesindeki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin merkezinin Halep olduğunu Maraş, Antep, Şam, Beyrut, Hama, Humus, Lazkiye şubelerinin Halep’e bağlı olduğunu da…
Aynı Halep’in 1948 Aralık ayında ellerine bugün birilerinin rahatsız oldukları şanlı Türk bayraklarını alıp sokaklara döküldüklerini ve “Biz Türkiye’ye ilhak olmak istiyoruz!” diye nümayiş yaptıklarını da bilmezler, bilseler de dile getirmek istemezler…
Lakin merbut oldukları terör örgütlerinin mitinglerinde kendilerinin fikir babaları olan terörist İsrail paçavralarını sallamalarından da asla rahatsız olmazlar.
Bunları yazarken aklıma merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun 28 Şubat sürecinde söylediği “Türkiye İran olmaz. Türkiye Cezayir olmayacak. Türkiye'nin Suriye olmasına da biz müsaade etmeyeceğiz.” sözleri geldi. Merhum daha sonra da "Türkiye'nin Suriye yapılmasına da biz müsaade etmeyeceğiz dedim. Türkiye'yi bir azınlığın eline vermek istiyorlardı. Biz bunu deşifre ettik. 28 Şubat budur." dediği de…
Maalesef 28 Şubatçı kafalar hâlâ bayraktan da ezandan da rahatsız. Hatta Suriye Milli Ordusunun başarısından da... Zira bunlar yıllarca idolleri olan Esed ile hükümetin görüşmesi ve anlaşmaları için kendilerini parçaladılar. Belki geçmişimize dair bilgileri olmayan bu kesim Suriye’de yaşanan vahşetten asla bigâne değildi. Gerçi bir yerlerde adımız çıkar diye endişe duymalarına gerek kalmadı. Zira gizli müttefikleri İsrail, Esed rejiminin istihbarat binalarını yerle bir ederek bu katil ile hem kendilerinin hem de kendileri gibi Esed severlerin yaptıkları gizli anlaşmaların da izlerini, belgelerini yok etti…
Son haberlere göre İsrailli teröristler halen Golan Tepeleri'nde bulunan Hermon (Şeyh) Dağı'nın Suriye tarafını işgal etmiş durumda ve Şam’a doğru ilerliyorlar. Ellerini ovuşturanların sevinçleri kursaklarında kalır inşallah ve Siyonistlere de hadleri bildirilir.