Şemsi Belli
Günlük koşuşturma içinde ruh dünyamıza, gönül coğrafyamıza, duygu alemimize hitap eden şair ve yazarları unutuveriyoruz. Merhum Şemsi Belli de kelimelerle bize yeni ufuklar açan seçkin ediplerimizdendir ve ne yazık ki bugün nisyana terkedilmiştir. Bursa'dan Nurettin Doğan ağabeyim, şiirleriyle tanıdığım Belli'nin Güzçiçeği ve İpek Kaplı Defter isimli eski nesir kitaplarını eğer fakire armağan etmeseydi belki de bu satırlar da ortaya çıkmayacaktı.
Anayaso isimli kitabıyla meşhur olan hukukçu şair ve yazarımız, 1925 Malatya doğumlu. 11 Ekim 1995 tarihinde de İstanbul'da ebediyete göç etti. Hayat hikayesi uzun, eserleri de pek ziyade. Bir kaç kitabını hatırlayalım: Köy Akşamları, Bahar Şarkısı, Bahar Güneşi, Karpuz Dilimi, Cankuşum, Büyük Paydos, Satır Başı. İpek Kaplı Defter'in ilk baskısı 1961 yılında yapılmış, Güzçiçeği ise 1965 senesinde. Küçük boy kitapların başında Şemsi Belli'nin eserlerinin Kültür Kitabevi'nde yayımlandığı bildiriliyor. Babıali'de Ankara Caddesi No. 62 adresinde... Şimdi gitsem, eminim öyle bir kitabevini göremeyeceğim. İhtimaldir ki, yıllar önce kapanmış. Babıali'nin gözümüzün önünde eriyip kültürel kimliğini yitirmesi ayrı bir dert, hazin bir hicran yarası.
İpek Kaplı Defter'de unutulmayacak ve ezberlenecek nesir örnekleri var. Bilmiyorum gençler, bu metinlerden haberdar mı? Şu satırlar, onun kaleminden yarım asır önce çıkmış: "O ne güzellikti ya Rabbim!... Uzakta İstanbul'un o muhteşem akşam silueti... Sarayburnu açıklarından ta Bebek sahillerine kadar... Minareleri buğulu düşler gibi akşam bulutlarına doğru uzanmış camiler... Biraz daha beride sularında renklerin kaynaştığı Boğaz.. Çamlıca Tepesi'nde bir bahçe duvarının üzerinde siz ve çevrenizde alabildiğine yeşil... yeşil... yeşil..."
His dünyasının billurlaşan damlalarını okuyucularına sunan yazarımızın her satırında farklı bir duygu çağlayanı var. İşte onlardan biri: "Ben kanaatkar bir çocuğum! Bir uskumru balığının derisinde cennet bahçelerinin bütün renklerini, gökyüzünün bütün yıldızlarını bulabilirim. Ben kanaatkar bir çocuğum! Bir leylak salkımında aydınlık baharların binbir çeşit kokusunu, iklimler ötesi ülkelerin, doyuran ve duyuran meltemlerini bulabilirim. Ben kanaatkar bir çocuğum. Bir köy çorabının motiflerinde, bir Türkmen kiliminin nakışlarında, bir Yörük heybesinin dilimlerinde doğduğum ülkelerin havasını, yaşadığım vatanın kokusunu, kaybettiğim kimliğimin özünü bulabilirim!"
Güzçiçeği, şairimizin dörtlüğüyle başlıyor, nesriyle sürüyor. Önce şiir gelsin: "Gün ışığı suya vurmuş, sen yoksun / Cümle dağlar selam durmuş, sen yoksun / Mor salkımlı leylakların altında, / Yetim gönül bağdaş kurmuş, sen yoksun!" Şu satırlar da, kitabın ilk sayfasını süslüyor: "Bir varmış, bir yokmuş!.. Evvel zaman içinde bir Güzçiçeği varmış... Adı Güzçiçeği imiş ama, tüm bahar goncalarının rengi ve kokusu tutuşurmuş onun yaşantısında..." Nesirler arasında beyitler var, sayfalar arasında hüzün hakim. Sevgiyle okuyorsunuz: "Ne yar kokulu rüzgar, ne çiçek, ne dal kaldı / O şahane günlerden sade bir masal kaldı." Oldu olacak masalın sonunu getirelim: "Masalının en güzel bölümünde yapayalnız kalmış liseli çocuk. Gözyaşını içine akıtmış, gönül ağrısını defter sayfalarına.. Ağlamalarını kimseye duyurmamış ama, çağlamalarını sayfa sayfa ilitmiş sevgi dolu yüreklere... Şiir olmuş, hayal olmuş, rüya olmuş, masal olmuş Güzçiçeği..."
Kendisini "Batılı düşünüp Doğulu yaşayan zavallı şair" olarak tanımlayan edibimiz, yitirdiği sevdiğine hitap ederken, "Defterlerim vardı, senin için yazılacak... Şiirlerim vardı forma forma dizilecek... Gün ışığım vardı bulutlardan süzülecek..." dedikten sonra hicranlı gözyaşlarını ak kağıda döküyor: "Her kapı açılışta sen gireceksin sanıyorum; renkler, desenler içinde... Oysa ki sen, Karacaahmet'te kara selviler arasında kara topraklara misafirsin bu gece... Gelmezsin, gelemezsin..." Hülasa, iyi edebiyatçılar unutulmayı hak etmiyor.