Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
30 Nisan 2024

Seni kayıp mı ettik?

“Gayb ı kaybettik!”

Dünyayı mı kendini mi değiştirmeli?

Sorusu ve aslına bakılırsa karşıt kavramları dövüştürme geleneği biraz bana işgüzarlık gibi gelir. Bu eğer tatlı bir değilleme ile bir kavramı karşıtı üzerinden daha iyi anlama ve sonrasında karşıtı ile tokalaşan bir seyirde ise güzel. Fakat karşıtını yok etme ve öldürme çabası seyrinde ise hoş olmuyor. Ki öldüremez de… İki karşıt kavram da ayrı ayrı ve birlikte, hatta yan yana, el ele, iç içe değerlidir.

Kendisini değiştirme çabası bir anlamda dünyanın bir parçası olarak dünyayı değiştirme çabasına dahildir. Öte yandan dünyayı değiştirmeye çalışan, yaşamı ve üretimleri bu yönde olan kişinin kendisinin aynı kalmış olduğunu, hiç değişmemiş olduğunu iddia edemeyiz. Kendisini amacının ve anlamının dışında tutamamış olacağını akıl etmek o kadar da zor değil. Toplumsal değişim için hınca hınç uğraşan birine kalkıp “Önce kendini değiştir!” demek bana biraz garip geliyor. Değiştirme çabası başlı başına bir değişim dili ve ifadesidir, diyebiliriz. Ha bu arada hem kendisinde hem toplumunda değişmemesi gereken, aynı kalması gereken pek çok konunun var olduğunu veya değişmemekte te inat eden, aynı kalmakta ısrar eden pek çok konunun olduğunu da unutmamalı…

“Dünyayı değiştirmek isteyen önce kendini değiştirsin!” sözünü şöyle anlıyorum: Kendini değiştirmek isteyen çevresel şartlarını yani dünyayı iyileştirmeye baksın, yani içinde yaşadığı “bahçesini, toprağını, mümkünse elementlerini, bileşimini…” Tamam. Dünya dediğimiz şey öyle çok da büyük ve kendimizden uzak bir şey değil. Kendi çevresel şartlarımız. Elbette onlara müdahale edeceğiz, etmeliyiz. Bu müdahale gücünü de kendi içimizden alırız! İç dünyamız bu değişimin gerekliliğine karar vermiştir. Yani önce kendimiz değişmekteyizdir; dünyayı değiştirme işine koyulmuşken.

Bir de şu var. Gerçekten değişmek istiyor muyuz yoksa- değişimin edebiyatını, felsefesini, dedikodusunu mu yapıyoruz?

Değişim deyince yaslandığımız hayat kaynağımızda yer alan “tövbe” eylemi ve onun gündelik hayata formüle edilişi olan “estağfurullah” (“Özür dilerim bir daha yapmayacağım. Bu konuda artık bir değişim göstermem gerektiğinin ayırdındayım.”) cümlesi aklımıza ille gelir. Tabi bütün olumlu değişimleri, dönüşümleri karşılayacak bir Varlık bilgisi müthiş bir şeydir. Ve bu değişim çabasında hiç te yalnız olmadığımızı fısıldar. “Tevvabü’r Rahim”/ Tövbeleri, sırasıyla değişimleri, çok kötüden az kötüye, kötüden iyiye, iyiden daha iyiye, hatta daha iyiden en iyiye doğru dönüşümleri destekleyen bir Allah’ın varlık bilgisi, değişimci için büyük bir destek… Çünkü çoğu zaman insanın kendisi-nefsi, dış etkenler, yakınları uzakları bu değişiminde onu yapayalnız bırakabilir veya köstek olabilir…

Bu direnişin aslen bir tekâmül olduğu, gelişerek ilerleme olduğu çok açık. Fakat diyelim ki bu çabayı ileri dönüşüm olarak adlandırmış olsak, ondan önce başka bir değişim, olumsuz dönüşüm olmuştur ki onun da adı gerisin geriye düşme, başkalaşma, bozulma, yozlaşma, mutasyon gibi ve benzeri kelimelerle ifade edilebilir. (İsabetli bir ifade buluncaya dek aranır. Tabi ki burada, bir gazete yazısında kavram kargaşası veya kavram çalışması dışında bir deneme yazısı kaleme aldığımızı kendime de hatırlatarak ilerliyorum.)

Bir kere değişim kararı var olan durumdan, gidişattan, hayatın yürüyemeyişi ve tıkanmasından memnuniyetsizlikle başlıyor. Görünen sebeplerinin altındaki kök ve asıl nedenleri tespit ederek yüzeyden derine, derinden yüzeye doğru ikili ve birbirini destekleyen emeklerle devam ettiriliyor muhakkak.

Bir de şu var. Değişim hızında bir dengesizlik seyrediyor. Olumsuz anlamda var olan değişim hızından dolayı adeta değişim monotonlaşıyor. Öyle büyük bir hıza maruz kalınıyor ki bazen çok olumsuz ve değişmesi gerektiğini düşündüğümüz bir geleneği dahi bu hıza karşı inatla koruma altına almak istiyor hale geliyoruz. Yanılıyor muyum?!

Değişimin monotonlaşması ve aynı kalmanın, sabitenin önemi açığa çıkıyor böylece. Çok fazla ve çok hızla, kontrolsüz değişim olduğu için “Biraz değişmesin, bu aynı kalsın!” dediğimiz şeyler de çok…

Toparlayacak olursak; toplum düzenini oluşturacak olan insan bu değişimi kendisinden başlatmalı. Kendisinin yanı sıra yakından uzağa başkalarına da hal, dil, düşünce ile değişimi teklif etmelidir. Buradaki yanı sıra kelimesi iki değişimin de aynı anda ve birbiri ile geçişli olacağını açıkça gösteriyor. Öyleyse birini diğeriyle çarpıştırmanın, ikiciliğin anlamı yok. (İlgili literatürü özellikle kullanmıyorum. Kullanıldığında havalı olan terimlere saklayarak konuyu havasız bırakmak istemiyorum.)

Sonuç olarak şöyle seslenebiliriz kendimize:

Sen değişmezsen, değişime iç dünyandan başlamazsan toplumsal değişim olmaz. Ailen değişmezse toplumsal değişim olmaz. Toplumsal değişim için emek vermezsen senin değişimin de sekteye uğrar. Veya senin değişimin o toplumda yaşayan biri olarak bir bakıma toplumun da değişiminin bir parçasıdır.

Yalnız bir şey itiraf etmeliyim. Bu yazıya beni başlatan ilk cümlem şuydu. Gazete yazısı olmaya çalışırken, bu ilk samimiyetini kaybetmek zorunda hissetti. Değişimin hızından oluşan kazaları ve pek çok iyi düş ve eylemin öldürülmesinden yana acı çektiğim günlerden biriydi. Değişimi olumsuz anlamda düşünüyor ve üzülüyorken şöyle bir cümle geçmişti içimden:

“Çok mu uzağa gittik Allah’ım? Sana geri dönemeyecek kadar uzağa mı gittik? Gaybı kayıp mı ettik…”