Dolar (USD)
34.32
Euro (EUR)
36.29
Gram Altın
2833.66
BIST 100
9420.42
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
03 Ağustos 2024

Sembolik hayatlar

İnsanların farklı dünya görüşü ve felsefi düşüncelere sahip olması bir sosyolojik gerçekliktir. Her dünya görüşü, evrene farklı bir perspektiften bakar; dünya ve insanlarla bu minvalde ilişki kurar.

Hatta idealize ettiği insan ve dünyayı kendisine yakınsılaştırmak için mücadele eder. Bu mücadelesi açık ve örtük biçimde diğer insanların da kendisi gibi düşünmesi ve yaşaması isteğini de barındırmaktadır. Dolayısıyla insan bir başka açıdan dünyayı homojenleştirmeye çalışır. Kişi kendi yaşam biçimi, kıyafeti ve davranışlarını “doğru” diye düşündüğü için sahiplenir ve sürdürür.

Yaşam tarzı, dünya görüşü, dini ve felsefi düşüncesini bazı sembollerle ifade eder ve yaşatır. Semboller insan hayatında kapsamlı dünya görüşü ve düşünceyi kapsamlı bir şekilde ve kısaca beyan eden anlam çerçevesine sahiptir. Öyle ki, bir müddet sonra insanlar sadece semboller üzerinden kendilerini beyan etmeye başlarlar. Böylece bir semboller yarışı ve çatışması baş gösterebilir.

Türkiye batılılaşma/modernleşme süreci çerçevesinde farklı yaşam tarzlarının belirginleştiği bir ülkedir. Batılılaşmacı/seküler şeklinde adlandırılan insanlar ile muhafazakar/dindar şeklinde vasıflanan insanlar belki kaba bir şekilde toplumda üzerinde konuşulan iki kategori olarak görünmektedir.

Medyanın çok farklı araçlarına bakıldığında bu iki kategorinin birbirleriyle semboller üzerinden tartıştığını görmekteyiz. Bu bazen kişiler bazen da nesne ve olaylar üzerinden gerçekleşmektedir. Hatta ülkenin farklı dönemleri ve siyasetçileri de bu bağlamda sembolleştirilmiş görünmektedir.

Bu iki kategori tartışması da şöyle bir mentalite ile sürdürülmektedir. Birisi, diğerinin olumsuz bir icraatını hatırlattığında, “ancak siz de şöyle yaptınız” diyerek diğerinin eksiklikleri gündeme getirilmektedir. Fakat sonuçta bakıldığında her iki kategorinin olumsuzlukları bakıye olarak kalmaktadır. Diğer yandan semboller her bir tartışmada öne çıkarılırken, bir noktadan sonra sembollerin arkasındaki çok geniş anlam dünyası içeriğini kaybederek tamamen niceliksel bir yarış ve gücün temellükü gündeme gelmektedir.

Fakat burada özellikle dile getirmemiz gereken nokta; toplumun bir millet olma iradesi göstermeden, içeriksiz yarış ve çatışmalara girmesinin esas sorunları görünmez kıldığıdır. Dolayısıyla bu tür semboller üzerinden yapılan tartışmalar, son kertede geçici bir rahatlama ve galibiyet hissi sağlasa da, günün sonunda herkes kendi gerçekliğine geri dönmektedir.

Türkiye’nin son yetmiş senesinde uygulanan ekonomi politik ve yaşanan sorunlar dikkat edilirse hep aynıdır. Bu süre içerisinde farklı görüşten iktidarlar siyaset etseler de, neticede ekonomik açıdan cari açık temel problemimizi oluşturmaktadır. Bu en basit haliyle gelir ve gider dengesini sağlayamama, ürettiğinden fazla tüketme; dolayısıyla borçlanma demeye gelmektedir. Bu sorun semboller yarışıyla çözülemez.

Küresel bir dünyanın işlerlikleri çerçevesinde elbette dünya ile ilişkilerin koparılması düşünülemez. Ancak küresel ilişkilerde tüketim ve borçlanma üzerinden küresel aktörlerin lehine bir sömürü işlemeye devam etmektedir. Oldukça rafine hale gelmiş bu sömürü kuşatmasının içinde nasıl çıkılacağı en temel problemlerimizden birisisidir. Daha da kötüsü sömürünün “medeniyet” gibi büyülü kavramlar üzerinden zihinsel meşruiyet kazanmasıdır. Zihinsel kuşatılmışlık ise insanların tüm dünyada sömürüldüğünün farkındalığını da bitirmektedir.

Aynı şeyleri tekrar ederek farklı sonuçların alınamayacağını bilmekteyiz. Millet olma iradesini göstermeden küreselleşmenin sunduğu büyülü gelecek sürekli bir hayal kırıklığı ve yarım yamalak hayatlar üretmektedir. Dolayısıyla hayat da içeriğini kaybetmiş sembollere dönüşmüş gibi durmaktadır.