Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.98
Gram Altın
2428.49
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

12 Mart 2023

Semamızın dinmeyen sesi:

İstiklal Marşı

Bugün İstiklal Marşı’nın mecliste kabul edilişinin 102. yıldönümü. Millet olarak her zaman coşkuyla seslendirdiğimiz, dünyanın en güzel marşı.

u_e84cb6682247f3bc7674ddbc41167dee.jpg

Mehmed Âkif Ersoy, millet olarak çok sevdiğimiz, başta “İstiklal Marşı” olmak üzere bütün şiirlerini her zaman sevgiyle okuyup duygulandığımız büyük şairimizdir. O, her mısrasında üstün anlamların yüklendiği bu olağanüstü şiiri terennüm eden dertli bülbülümüzdür. Ölüm kalım savaşı verdiğimiz Millî Mücadele yıllarının ateşli ve zor günlerinde bir tarafta destansı şiirler yazan şairimiz, öte yandan çarşı pazarda konuşmalarıyla, camilerde vaazlarıyla toplumu aydınlatıyor, gazetelerde şiir ve yazılarıyla millî bir bilinç uyandırıyor, cephelerde Mehmetçiğe moral veriyordu.

Âkif, Mısır dönüşünde hasta yatağında iken Hakkı Tarık Us’a İstiklal Marşı’nı kimsenin kaldıramayacağını söylüyor ve şöyle devam ediyordu: “Nasıl kaldırılır ki mecliste ilk okunduğu gün, herkes ayakta dinledi. İstiklal Marşı bir daha yazılamaz. Kimse de bir daha İstiklal Marşı yazamaz. Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” Şüphesiz bu sözler, imanla yazılmış muhteşem bir marşın gücünü ve aziz milletimizin büyüklüğünü gösteriyor.

İstiklal Marşı Nasıl Yazıldı?

İstiklal Marşı nasıl yazıldı? Bunun ilgi çekici bir hikâyesi vardır. Her ne kadar şairimiz şiir değeri olmadığını söylese de İstiklal Marşı’nın dünyanın en güzel millî marşlarından birisi, hatta birincisi olduğu gerçektir. Şairimizin öncelikle ümitsizliğe şiddetle karşı olduğunu ve hep ümit beslediğini unutmayalım. Zaten ümitsizlik girdabına kapılan bir kimsenin hiçbir hayırlı ve faydalı işin içinde olamayacağına inanan Âkif, karamsar insanlardan hiç hoşlanmaz. En zor zamanların ve şartların adamıdır o. Asla bedbinliğe düşmez, yeni yollara bakar, taze umutlara yönelir. Ümitsizliğin “küfürden başka bir şey olmadığını” her daim haykıran şair, bu düşüncesini şöyle seslendirir: “Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın! Bu, ümitle yazılır, imanla yazılır. O zamanı düşünün… İmanım olmasaydı yazabilir miydim? Zaten ben başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez, içimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır… Şu var ki, İstiklâl Marşı’nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihî değeri vardır.” Şairimiz her ne kadar böyle tevazu gösterse de marşın ne kadar büyük bir şiir olduğunu bugün artık herkes teslim ediyor.

Mecliste Büyük Heyecan

Gönülleri coşturan, ruhları heyecanlandıran ve bir edebiyat şaheseri olan İstiklal Marşı’nın yazılış macerası şöyle olmuştur: Genel Kurmay Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı’na bir müracaatta bulunur. Müracaat yazısında, “Bu savaşımızın manasını anlatacak, halka ve askere heyecan verecek ve diğer milletlerde bulunan millî marşlara denk olacak bir marş” talep edilir. Bunun üzerine Bakanlık bütün müesseselere bir genelge ile yarışmayı duyurur, gazetelere ilan verilir. “Birinci seçilenin sözlerine 500 ve bestesine 500 lira olmak üzere mükâfat verileceği” duyurularak müsabaka açılır. Bu yarışmaya 724 şiir gelir. Ancak bunlar Millî Marş olmaya uygun şiirler değildir. Bunun üzerine Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver, Âkif’in yakın dostu Karesi (Balıkesir) mebusu Hasan Basri Çantay’dan böyle bir şiir yazması için Mehmed Âkif’ten ricacı olmasını ister. Şairimize daha önce de Recaizade Mahmud Ekrem Bey, böyle bir talepte bulunmuş, “Milletin, millî bir destana ihtiyacı olduğunu, bunu da ancak kendisinin yapabileceğini” söylemiş ve yazmasını istemişti. Hamdullah Suphi, Hasan Basri’den Âkif’in yarışmaya para mükâfatı dolayısıyla katılmadığını öğrenince şair için bu şartın kaldırılabileceğini ifade eder. O gün neredeyse herkes bu marşı ancak Mehmed Âkif’in yazabileceğine inanmaktadır. Para ödülü olduğu için yarışmaya katılmak istemeyen Âkif’in aslında maddi ihtiyacı had safhadadır. Paltosu olmadığı için çok soğuk günlerde yakın dostu Baytar Prof. Şefik Kolaylı’nın paltosunu ödünç almaktadır.

Kahraman Ordumuza

Va’d edilen paranın kendisine verilmeyeceğinin taahhüt edilmesi üzerine şairimiz ikna olur, sonra da İstiklal Marşı’nı kaleme alır. “Kahraman Ordumuza” ithaf ettiği şiiri, Maarif Vekâleti’ne gönderir. Marş, ilk defa 17 Şubat 1921 tarihinde Sebilürreşad dergisinde ve Kastamonu’daki Açıksöz gazetesinde neşredilir ve büyük takdir görür. Millet Meclisi’nin 1 Mart oturumuna Mustafa Kemal Paşa da katılmıştır. Şiiri, Âkif’e yazdırmak için büyük gayret gösteren şair ve hatip Hamdullah Suphi Tanrıöver, marşı büyük bir heyecan içinde okur. On kıtalık marş, talep üzerine üst üste iki defa okunur. Her kıtanın sonunda mecliste alkış sesleri yükselir. Meclis, tarihî bir gün yaşar. Ve şiir, 12 Mart 1921’de Meclis kararı ile “İstiklal Marşı” olarak büyük bir tezahüratla ve ayakta alkışlarla kabul edilir. Mecliste büyük bir heyecan dalgası uyanmıştır. Bu hadiseler yaşanırken Mehmed Âkif mahcubiyetinden içerde duramaz, salondan dışarıya çıkar. Mustafa Kemal Paşa da marş mecliste okunurken sıraların önünde onu ayakta dinlemiş ve devamlı olarak alkışlamıştır. Marşın kabulünden sonra ise şöyle demiştir: “Bu marşın İstiklâl davamızı anlatışı yönünden büyük manası vardır. Benim en beğendiğim parçası da şudur: Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet, Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl.” Mehmed Âkif, kendisine verilen 500 lirayı Müslüman kadın ve çocuklarına meslek öğreten ve Hilâl-i Ahmer (Kızılay) tarafından kurulmuş bulunan “Darü’l Mesai/İşevi” adlı hayır kuruluşuna bağışlar. Âkif, daha sonra yapacağı yorumda marşın yazılışı ile ilgili olarak şunları söyleyecektir: “Bu, ümitle yazılır. O zaman düşünün, imanım olmasaydı yazabilir miydim? Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır.”

Hasan Basri Çantay Anlatıyor

İstiklal Marşı’nın nasıl yazıldığını ve nasıl kabul edildiğini Hasan Basri Çantay, Âkifname isimli eserinde tafsilatlı bir şekilde anlatır. Şairimize bu şiiri yazdıranlardan biri de Hasan Basri Çantay’dır. Tanrıöver’in mektubunu kendisine getirmiştir. Konuyla alakalı olan “Hamdullah Suphi’nin Tarihî Rolü” başlıklı bölüm şöyle: “Millî istiklâlimizin güzel ve uyar bir marşını yazmak üzere Maarif Vekâleti şairlerimize müracaat etmiş, bir müsabaka açmıştı. Birinciliği kazanan şaire 500 lira mükâfat verecekti. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra vekâlete birçok marşlar gelmeye başladı. Bu marşın İstiklâl mücadelesinin içinde, Büyük Millet Meclisi’nin sakf-ı hamiyeti altında bulunan Mehmed Âkif tarafından yazılmasını kendisine söylediğimiz zaman: - Ben ne müsabakaya girerim, ne de caize alırım cevabını vermişti. Ben ricalarımı tekrar ettikçe, o da aynı sözünü söylüyor ve: - Bırak yazsınlar. Ben bu yaştan sonra yarışa mı çıkacağım, ayıp değil mi? diyordu. Bir gün Maarif Vekili Hamdullah Suphi Meclis’te beni gördü, dedi ki: - Şimdiye kadar 500’den fazla marş geldi. Ben hiç birini beğenmedim. Üstadı ikna edemez misin? Cevap verdim: - Âkif Bey müsabaka şeklini ve ikramiyeyi kabul etmiyor. Eğer buna bir çare ve bir şekil bulursanız yazdırmaya çalışırım. Düşündü, ‘dur’ dedi, ‘ben kendisine bir ‘tezkire’ yazayım. Arzusuna tâbi olacağımızı bildireyim. Fakat tezkireyi kendisine siz veriniz.”

Pek aziz ve muhterem efendim, İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izâlesi için pek çok tedbirler vardır. Zâtı üstâdânelerinin matlub şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husûlü için son çâre olarak kalmıştır. Asıl endişenizin icab ettiği ne varsa, hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve mahabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim. 5 Şubat 1337 / 1921 Umûr-u Maârif Vekili Hamdullah Suphi.

Şiir Olarak da Mükemmel

Mecliste Âkif ile yan yana oturuyoruz. Çantamda bir kâğıt parçası çıkardım. Ciddi ve düşünceli bir tavır ile sıranın üstüne kapandım, güya bir şey yazmaya hazırlanmıştım. Üstad ile konuşuyoruz: - Neye düşünüyorsun, Basri? - Mani olma, işim var! - Peki. Bir şey mi yazacaksın? - Evet. - Ben mani olacaksam kalkayım. - Hayır, hiç olmazsa ilhamından ruhuma bir şey sıçrar! - Anlamadım. - Şiir yazacağım da!.. - Ne şiiri? - Ne şiiri olacak, İstiklâl şiiri! Artık onu yazmak bize düştü! - Gelen şiirler ne olmuş? - Beğenilmemiş. Kemâl-i teessürle: - Ya!.. - Üstad, bu marşı biz yazacağız! - Yazalım, amma şerâiti berbat! - Hayır, şerâit filân yok. Siz yazarsanız müsabaka şekli kalkacak. - Olmaz, kaldırılamaz, ilân edildi. - Canım, vekâlet buna bir şekil bulacak. Sizin marşınız yine resmen Meclis’te kabul edilecek, güneş varken yıldızı kim arar? - Peki, bir de ikramiye vardı? - Tabiî alacaksınız! - Vallahi almam! - Yahu latife ediyorum, onu da bir hayır müessesesine veririz. Siz bunları düşünmeyin! - Vekâlet kabul edecek mi ya? - Ben Hamdullah Suphi Beyle görüştüm. Mutabık kaldık. Hatta sizin namınıza söz bile verdim! - Söz mü verdiniz, söz mü verdiniz? - Evet! - Peki, ne yapacağız? - Yazacağız! Tekrar tekrar “söz verdin mi?” diye sorduktan ve benden aynı kati cevapları aldıktan sonra, elimdeki kâğıda sarıldı, kalemini eline aldı. Benim daldığım yapma hayale, şimdi gerçekten o dalmıştı. Meclis müzakere ile meşgul, Âkif marş yazmakla. Ben müddeti kendisine kısaca göstermiştim. Birkaç gün sonra marşı vermiş olacağız. Müzakere bitti, Âkif de engin hayalinden uyandı. Aradan iki gün geçti, sabahleyin erken üstad bizim evde, marşı yazmış, bitirmiş. Fakat vaktin darlığından müşteki. - Yarına kadar sizde kalsın göstermeyin, belki tadilât yaparsınız dedim. Artık Millî İstiklâl Marşı yazılmıştı! Şimdi bunu, üstadı rencide etmeden Meclisten nasıl geçirebiliriz? Ben ve marşı çok beğenen Hamdullah Suphi Bey, hayli günler bu gizli endişe ile yaşadık. Marş yazıldıktan sonra tezkireyi de göstermiştim. 20 Şubat 1921 günü marş Büyük Millet Meclisi’nde. Mehmed Âkif de sırasında. Marşı daha evvel gören ve Sebilürreşad’da okuyan birçok arkadaşlar onu zaten beğenmişlerdi.”

İstiklal Marşı, Sevr Antlaşması’nın imzalandığı, Yunan ordularının da Anadolu içlerine kadar gelip dayandığı bir dönemde yazılmıştır. Cephelerden farklı haberler gelmektedir. Ülke sathında büyük bir heyecan, endişe ve belirsizlik hâkimdir. İşte İstiklal Marşı böyle bir ortamda âdeta Hızır gibi yetişmiş ve bilhassa kararsız ve ümitsiz olanlara büyük bir ümit ışığı ve moral kaynağı olmuştur. Âkif bu şiiri Taceddin Dergâhı’nda âdeta dinî bir vecd ve istiğrak hâli ile kaleme almış ve milletine hediye etmiştir.

“O Günkü Heyecanın Hatırası”

Marşın bir daha yazılamayacağını belirten Âkif, “O şiir, milletin o günkü heyecanının bir kıymetli hatırasıdır.” dedikten sonra şu anlamlı sözü söyler: “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” Mehmed Âkif yıllar sonra hasta hâliyle İstanbul’a gelip Mısır Apartmanı’na yerleştikten sonra dostlarıyla beraber iken bir soru üzerine İstiklal Marşı anılır. Üstadın gözleri hem parlar hem de yaşarır. Hasta olmasına rağmen yatağından doğrulur ve yaşadığı eski günleri anlatır.

Üstadın his ve görüşlerini, Eşref Edib’den öğreneceğiz: “İstiklâl Marşı… O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi… O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir fecâyi (facialar) karşısında bunalan ruhların ıstırapları içinde halas dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli hatırasıdır. O şiir, bir daha yazılamaz!.. Onu kimse yazamaz… Onu ben de yazamam… Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım… O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır… Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.” Âkif’e hep bunu sormuşlar: “İstiklal Marşı’nı Safahat’a niçin koymadınız?” Bu suale verilecek cevap meraka değer elbette. Büyük şairimiz, Mithat Cemal Kuntay’la sohbet ederken İstiklal Marşı’nın gönlündeki yüce yerine şöyle işaret eder: “Onu millete hediye ettim. Artık o, milletindir. Benimle alâkası kesilmiştir. Zaten o, milletin eseri, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım.”

İstiklal Marşı’mızın kabul edilişinin yıldönümünde aziz şairimiz Mehmed Âkif Ersoy’u rahmetle yâd ediyorum.