SELFİE TANRILIK İDDİASIDIR
Her ne kadar zamirler "Ben, sen, o" şeklinde sıralanırlarsa da, İslam açısından varlığın merkezinde "O" bulunur. O, yani Allah bütün varlıkların sebebi, kaynağı ve diğer tüm varlıkların kendi etrafında anlam kazandığı bir merkezdir. Burada altını çizeceğimiz üç anahtar kavram; "O", "ben" ve "merkez" olacaktır. Peki, bunlarla ilgili olarak neyi problem yapmaktayız?
Postmodern düşüncenin temel niteliği merkezsizliktir. Modern düşüncenin "batılı aklı" merkeze alması, temelde iki önemli sonuç yaratmıştı. Birincisi, insanın Tanrı'nın yerine ikame olması ki, varlığın Tanrı merkezli hiyararşisini bozarak oraya insanı yerleştirmesi ile neticelenmişti. Fakat bu, pratikte postmodern kavramlarla konuşacak olursak bir "yerel"in aklının evrenselleştirilmeye çalışıldığı anlamına gelmekteydi. İkincisi ise, Hakikatin mutlak anlamda Batı aklında içerildiği ve Batı aklının ona temellük ettiği fikri, totaliter bir uygulama ve sosyal düzen yaratmıştı. Modernitenin eleştirildiği önemli iki nokta bunlardır.
Post/Modernlik bu eleştiriler üzerine kendisini kurarken, insan merkezliliği devam ettirdi ve hatta daha da ileri götürerek hakikati görecileştirdi ve "ben"lere dağıtarak parçaladı. Böylece "Batı aklı"nın merkeziliği zaafiyetini ve daha da ileride totaliterliği aşabileceğini iddia ediyordu. Fakat sorunun temelinde hakikatin kaynağının Tanrı'dan insana doğru yön değiştirmesi bulunduğundan, kriz aşılmadığı gibi daha da derinleşti. Bu mentalite içerisinde "O"nun mutlak hakimiyeti sonlandırılırken "ben", bir öznellik olarak Tanrılaştı. Böylece doğrular da "bence"leştiler. Artık her şey "bence"nin sınırları içerisinde bir gerçerlilik alanına sahip; dolayısıyla merkezde havada duran bir ben var. "Havada duran" diyoruz, çünkü bu aura hakikati konuşabileceğimiz bir zemini ve merkezi tarumar etmeye devam ediyor.
Merkezde "O"nun olması, "ben"den bağımsız bir hakikati devreye sokarken, "ben"in cirmine bakmadan "O"nun yerine ikame olmaya çalışması, "ben"in temel bir meşruiyet noktası haline gelmesiyle sonuçlandı. Böylece "ben", dışarıda momentum noktalarını kaybetmiş bir biçimde mutlaklaştı. Güya modernlikten itibaren "insanı özgürleştirme"yi vadeden ve bu bağlamda Tanrı'nın mutlaklığını totaliterlik çerçevesinde problem eden bu süreç, insanın üstelik te "insanlık"tan soyutlanmış bir insanın mutlaklaştırılmasına varmıştır. Bu artık öznelleşmiş, nerede duracağı kestirilemeyen, keyfe ma yeşa, bütün istek ve iştihalarını mutlaklaştıran bir benin, Tanrı da dahil her şeyin üzerine mutlak iktidarını iddia eden postmodern bir durumu yansıtıyor. "Vaad" ve "Vaid"leriyle tanıdığımız ve tam da bu nedenle kestirebildiğimiz, güvenebildiğimiz Tanrı'nın yerine, hiçbr vaadi ve vaidi bulunmayan ve pratikte ancak bize cehennemi yaşatan, ontolojik güvensizlik üreten bir "ben"in hayata ikame diyoruz.
Özgeciliği öğreten Tanrı'nın modasının geçtiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Artık kendisi olmayınca dünyanın dönmeyeceğini düşünen bir zihin dünyasının inşa edildiği, post/Modern zihniyetin insanın iliklerine kadar hissettiği bir durum var. "Aşk"ını belinden yukarı tutan ve ulvi alemlere doğru seyahat ettiren zihin durumundan "üç günlük aşk" yaşayan pespaye bir bencillik ve cinselliğe indirgendi aşk mesela. Aşkın konusu kayboldu her şeyden önce. Yeni durumda aşkın konusu olan "sen" değil, direkt bendir. Nihayetinde "dünyada bensiz bırakmam seni" derken, bütün klasik varoluşsal konumu ve özgeciliği kaybeden bir zihinle karşı karşıya olduğumuzu bilmeliyiz.
Bir emek ve özgeciliği, hakikate doğru bir koyulmayı gerektiren aşk, anlıksal hissedişlerin konusudur artık. Edebiyatımızın klasiği olan Leyla ve Mecnun anlatımlarının temel içeriği, Mecnun'un Leyla üzerinden yükselişidir; Leyla ile birlikte yükselişidir. Ama artık yeni "Aşk" romanları, bütün kutsalları çiğneyerek pespaye bir cinsellik yolunda araçsallaştırırlar; üstelik tasavvufu da meze yaparak.
Post/Modernlikle yan yana sıralanan benler, bu yığının içerisinde ancak numaralarla kendilerine yer bulurlarken, kaybolmak korkularını "ben"in türlü atraksiyonlarıyla gidermeye ve kendi "ben"ini böylece öne çıkarmaya çalışırlar. Halbuki çok eleştirdikleri anonimlik bile "ben"in bu denli kaybolmasını sonuçlamamıştı.
"Ben"in Tanrılık tezahürünün bugünkü geldiği noktanın "selfie" şeklinde somutlaştığını görüyoruz. Selfie, benin kalabalıklar içerisinde görünme (=varolma değil) talebinin bir sonucudur. Evet, selfie bir Tanrılık iddiasıdır. Tanrı'yı elbirliğiyle öldüren zihin, bir paganizme evrilmiştir. Şimdi sosyal medyada yeni tanrıları seyretme devri başlamıştır.