Selçuk Bayraktar ve sapan
Dünya medyasında yayınlanan bir programda Selçuk Bayraktar'a
"Türkiye'nin Steve Jobs'u" benzetmesi yapıldığını
okuyunca bir zaman bir hocama “Babam tıpkı ben. Bana çekmiş.” Dediğim aklıma
geldi. O latife, gençliğin de verdiği bir ukalalıkla söylenmişti. Tabii önce
gelene çeker sonra gelenler. Kabul. Ancak ben Selçuk Bayraktar’ı çok önce gelen
bir insana da benzetiyorum. İnsan ki ne insan. Hz. Davud’a. (selam ona).
Sevgili Davud’un, dev cüsseli, zorlu savaşçı Calut/Golyat’la
karşı kaşıya gelmesi ve kullandığı söylenen sapanı düşündüğümde birçok soru
çıkarıyor zihnim. Sırası gelince paylaşacağım. Yine söylentiye göre zamanın
devi; küresel gücü, ekonomi, eğitim, bilim, teknik, sanat ve sinemada ileri
geleni, karşısına elinde sapanla, bir taşla çıkılmasını yadırgamış. Bu onun olmayan
onuruna bile dokunmuş. Bir çırpıda ezip geçivermek ve savaşma zevki almaksızın
yenmek ona cazip gelmemiş. Bu tavırla kendisinin küçümsendiğini düşünmüş. Fakat
işler onun sandığı gibi gitmemiş. Bambaşka bir güzergaha yönelmiş kaderi. Başı
bulutlarda kocca dev tutmuş bir sapan taşı ile geldiği yere, toprağa geri
dönmüş. Hacim, kütle bunlar zor işler tabi. İnce terazilerin tarttığı, mizanın
süsü olan ağırlık başka bir şey…
Fakat Davud as sapanla kalmamış. Demiri yoğurma gücünde bir
insanmış. Zanaatkar. Mühendis. Zamanın savunma teknolojisinde, özellikle de
zırh yapımında iyiymiş…
Sesi desek apayrı! Rüzgarın susup, denizin durup dinlediği
bir ses sanatkarı. Güftesi; Zebur!
Bakara Sûresi’nde ve başka surelerde de geçer olay. “Bunun
üzerine, onları Allah’ın izniyle bozguna uğrattılar, Davud da Calut’u öldürdü.
Allah ona hükümranlık ve hikmet verdi ve istediği şeyin bilgisini öğretti. Ve
eğer Allah, insanlara kendilerini başkalarına karşı savunma gücü vermeseydi
yeryüzü çürüme ve yozlaşmaya maruz kalırdı. Allah bütün alemlere karşı sınırsız
lütuf sahibidir.”(Bakara 251)
Savaşın öncesinde Calut/Golyat’a karşı durması beklenen
Talut ordusu için, yeteri kadar içtiklerinde onları dik tutacak olduğu halde,
içtikçe onları güçsüzleştiren bir “nehir”’den bahsediliyor. Öylesine aç
gözlülükle içmişlerdir ki o nehirden/ belki dünyadan/dünyevi hazlardan, dürüst
ve erdemlilik, adalet uğruna ne kendileri, ne dünya mazlumları için çaba
harcayacak, savaşacak güçleri kalmamıştır. Ne ekonomi, ne eğitim, bilim,
teknoloji, sanat vs hiçbir alanda gerçekte hakkıyla var olamamış, insanlığa da
bir varoluş çaresi sunamamışlardır. Tam bir acziyete düşmüşlerdir. Tam da böyle
bir zamanda kendisinden umulmayan bir gencin Davud olma zamanı gelmiştir. Bir
sapanın, cesaretin ve taktiğin bir devi devirme zamanı gelmiş çatmıştır.
Davud/İbrânîce’de “en çok sevilen kişi, göz bebeği” anlamına
geliyor. K. Mukaddes’te Dâvid veya Dâvîd şeklinde geçiyor. Ahd-i Atîk’te
“kızıl, kırmızı yüzlü, güzel gözlü ve hoş bakışlı”
“iyi çeng çalan cesur bir yiğit, cenk eri, sözünde tutarlı
ve yakışıklı” ve İslâmî kaynaklarda
gür ve güzel sesli, iyi huylu, temiz kalpli, çok anlayışlı
ve çok güçlü”/sapanıyla attığı her şeyi vuran bir insan olarak geçiyor.
Selçuk Bayraktar’ı her andığımda tıpkı kendi zamanında ve
her zaman onurla ve gözlerimiz parlayarak andığımız Davud’u (s) da anıyorum.
Doğrusu iki insanı birbirine çok benzetiyorum. Davud gibi yiğit bir insanı
ararken kimlerin başına “yağ boynuzu” kondu kim bilir. Selçuk bey ve kıymetli ekibini biz millet
olarak hakkıyla “aramadık.” Ya da çok aradık ta umudumuz yoruldu. İnancımız
kırıldı. Nihayet aniden, özellikle ileri gitmemiz gereken savunma alanında, o
ve onun gibi kıymetli, bilim insanları “çıkageldi”. Ailesine ve onu bu günlere
hazırlayan kıymetli hocalarına teşekkür ediyoruz. O ve onun gibilerin bu kez
sapan yoktu ellerinde…
Bildiğimiz ve şu an dünyanın bahsettiği gelişmiş ve daha da
önü açık olduğunu düşündüğümüz savunma teknolojisi vardı.
Sapana gelince hep düşünmüş kalmışımdır.
Sapan sembolü neye karşılık gelir.
Gelişmemişlik mi, taktik geliştirmek midir? Karşı tarafı
küçümseyeceğiz derken yoksa bizzat kendi varlığını küçümsemek midir? Kendisini
zalime karşı savunamayacak olmak ve bunu yapabilmenin bilimsel, teknik
yollarına başvurmamak, kendisini savunulmaya layık bulmama ezikliği de olabilir
mi? Fakat sapan yine de; elinden gelen bir şey illa ki vardır ın da temsili…
“El”in çaresizliğinin, çaresizliğe rağmen yine de “el”in, orantısızlığa maruz
kamış, yok edilememiş gücün, kalbin varlığının da temsili… Yoksa salt duygusallık
ve gerçeklikten uzaklaşmış olmak mıdır sapan? Tam olarak bilimsel ve teknolojik
geriliği mi temsil eder. “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” diyenler, mertliğin
tüfeği icat etmek olabileceğini hiç düşünmemiş olabilirler mi? İleri savunmayı “duvarına
asmayan hiçbir ülke”’nin bağımsızlığını ve dolayısıyla hem kendi içinde hem
dünya sokağında adaleti sağlamaya dair söz hakkını, diplomasi hakkını
kaybedeceğini hesaplamadılar mı?
Yoksa mertliğin yeniden tanımlanmaya ihtiyacı mı var?
Dedim ya sapana takıldı zihnim… Kimi zaman kalemini sapan
yapan biri olarak. Ve taş yerine kurutulmuş gül atan biri olarak…
Sapan eğer cesareti temsil ediyorsa neden savunma
teknolojisi üretme cesaret ve deneyimi gösterilmedi? Bilmediğimiz, aşılamayan,
eli kolu bağlayan küresel engeller mi var? Demek zaid, tamam. Pekala bugüne dek
küresel savunma sanayinin yanında sapan hükmünde olan teknolojiler ve
teknogeriliklerin en azından kendimize ait asıl nedenlerini yok etmenin zamanı
geldi de geçiyordu.
Ki Selçuk Bayraktar ve ekibi hepimizin yüzünü güldürdü.
Şimdi aklımda tek bir merak var. Acaba sesi nasıl ve
kullandığı bir enstrüman var mı?
Kendileri ile Mezmur’da geçen şu duayı paylaşmak isterim.
Kuran’da Bakara suresindeki duayı da zaten biliyor olmalı…
"Ey Tanrım, senin isteğini yapmaktan zevk alırım ben,
yasan yüreğimin derinliğindedir." (Davud'un mezmuru 40/8)