Selam olsun ey Muharrem
Yorgun yüreğimize öylece akıp gelen Muharrem… Sevdayı, yoldaşlığı, hicreti, kuşanmayı, kuşatmayı, fethi, özlemleri sonra hakkı, adaleti, vurulmayı, ihaneti, al kanlara revan olmayı, tarifsiz acılara gark olmayı, bağrında saklayan yaslı ay… Ey kutlu ay… İman takvimimizden bir şube olan Ey Muharrem en acılı zamanların konuğu olarak yine geldin ve kuruldun dünyamıza…
“ Su gibi a’mar-ı âdem dem-be-dem çağlar gider
Kânun-ı kadim budur ağlar gelir ağlar gider”
(Alvarlı Muhammed Lutfî)
Mübarek zamanlar oluk oluk akıyor insanlığın üzerine.
Arıtmak için, temizlemek için tüm kir ve kinlerinden öylece durmaksızın akıyor…
Su azizliğiyle, gümrah pınarların coşkunluğu, deli tayların çılgınlığı, uçuşan
martıların göğü yaran feryatlarını yüklenmiş bir sevdayla akıyor Rabbimin
mübarek zamanları, mübarek ayları…
Aylardan Muharrem, mevsimlerden aşk, yürüyüşlerden hicret,
kurbanlardan Kerbela… Neler geliyor aklımıza; yüreğimizin seğirmesi hangi hız
ve haz yorgunu olmuş nice durağından sonra duruyor Muharrem ayının. Aşura’nın,
kaybetmenin, kazanmanın, ölmenin ve dirilmenin, yok olmanın ve var olmanın,
acının ve hüznün zamanlarındayız…
Ayları yaratan, zamanı öylece serip, insanlığı kutsal
vakitlerle hemhal eden Rabbime hamd olsun. Zaman akıp geçen, mübarek ve muştu
olan kurtuluş olan zaman biliriz ki kıymetlidir. Müslümanların zamanı daha bir
kıymetlidir. Yılları, ayları, günleri kıymetlidir. Zaman terbiye etmek için
gürül gürül yıkayıp arıtan ırmaklar coşkunluğunda akarken yaşar insan ne
yaşarsa. Akan zamana inat yaşar günahlarını ve tüm inkârını. Akan zamana akıtır
gözyaşlarını, günahlarının kirinden arınmak için seherlere, teheccüdlere, akşam
alacalarına, yükleyip gönderir dualarını. Oysa zaman hep akar kirli, kinli
insanlığın damarlarından öylece hep arıtmak, temiz eylemek üzere… Ve zaman
akar, insanlığın hazzını, hızını artırmak, kirletmek, örselemek, ayartmak için
öylece akar…
Mübarek aylar gelir. Bir muştu gibi günahlı sabahlara Recep,
Ramazan, Şaban yağmur serinliğinde öylece akar… Gözyaşıyla ıslanmış secdeleri
hac eyleyen Zilhicce gelir. Müslüman zamanı, Müslüman ayları kuşatır insanlığı.
Namazlarla, secdelerle, dualarla, oruçlarla, zekâtlarla, fitrelerle,
kurbanlarla gelen aylarımız vardır bizim…
Ey Rabbimin kutlu
ayları, kurtuluşa taşıyan, insanlığa inşirah olan, dua olan, muştu olan mübarek
aylar sizlere selam olsun…
Selam olsun ey Muharrem… Yorgun yüreğimize öylece akıp gelen
Muharrem… Sevdayı, yoldaşlığı, hicreti, kuşanmayı, kuşatmayı, fethi, özlemleri
sonra hakkı, adaleti, vurulmayı, ihaneti, al kanlara revan olmayı, tarifsiz
acılara gark olmayı, bağrında saklayan yaslı ay… Ey kutlu ay… İman
takvimimizden bir şube olan Ey Muharrem en acılı zamanların konuğu olarak yine
geldin ve kuruldun dünyamıza…
Mekke daralmıştır,
hüzün yılının en ağır zamanları çöreklenir Nebinin üzerine… Mukaddes emaneti
sahiplenecek yürekli insanları bulmaktır derdi Nebi’nin. Çalıyor kapıları,
umutla, ümitle, tevazu ile ama nafile…
Mübarek başına yağan taşlar, yüreğini yakıp geçen hakaretler
ve tükeniş zamanlarında, üzerine yürüyenlerin seslenişleri… Kurtuluş ve dua
niyetine geldiği umut kapılarının yüzüne çarpılması sonra. Sonra hakkı ve
özgürlüğü adaleti taşımak için nasırlaşan mübarek ayaklarına doğru yürüyen,
bedenini ürperten kan…
Taif çölünde, eriten sarı bir sıcakla Efendimizin mahzun ve
mübarek çehresini öylece yalayıp geçen yaşlar, acının ve ihanetin
gölgeliklerinde yüreğine derecesiz çöreklenen çaresizlikler sonra… Sen gelirsin
aklımıza. Vurulan güvercinler gibi, aniden havalanan kuşlar gibi, göğe açılan
mübarek ellerin gelir. Sonra semaya çevirdiğin çaresizliğin duraklarında kor
yüreğinin yangınıyla gül yüzünü yalayıp geçen gözyaşlarıyla yalvarışların ah o
içli yalvarışların… Yolumuza, insanlığın, ümmetin yoluna kurban olan o mübarek
başını eğerek tarifsiz kederler içinde yorgun yüreğini Rabbine yaslayıp, gül
simanı eğerek yaşlı gözlerle uzaklara durgun, hüzünlü ama hep umutlu bakışın…
Ve eşsiz yalvarışın gelir aklımıza…
“ Allahım,
Güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana
şikâyet ederim. Ey merhametlilerin merhametlisi, herkesin zayıf görüp de dalına
bindiği, biçarelerin Rabbi Sensin. Sensin Rabbim benim. Beni kime bıraktın!
Huysuz ve yüzsüz yabancıya mı, yoksa bu işimde bana hâkim olacak düşmana mı?
Allahım! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnetlere, belalara hiç
aldırmam. Fakat senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniş.
Allahım, gazabına uğramaktan, rahmetinden uzak kalmaktan, karanlıkları
aydınlatan, dünya ve ahireti salâha kavuşturan ilahi nuruna sığınırım. Rızanı
dilerim. Sana iltica ederim. Bütün kuvvet, her kudret ancak Sendendir, Ya
Rabbi!”
Efendimiz bir bağ evine sığınmış yüreğinin derin sızısıyla
böyle yakarmıştı. Ve o zaman hicretin, devlet olmanın, Medine’nin bağlarının
yurt olmasının, hami olmasının tohumunu gözyaşları ile akıtmıştı yarınlara
doğru. Hicret Müslümanları Muharrem ayına, yeni başlangıçlara, yeni dünyalara,
taşıyan hicret Taif duasının sırlı aydınlığında gizliydi.
Ey dostlar, Mekkemiz olmadan Medinemiz olamaz, Ey dostlar
yüreğimizi dağlayan bizi insan yapan acılarımız olmazsa, muştu yüklü
yarınlarımız olamaz. Semereler vardır… Gözyaşı, sabır, dua yüklü bedellerle
gelen.
Coğrafyamız çölleşmiş, Taif misali yakan kavuran acılara
boğulmuş, Ortadoğu’nun öksüzleri, Araka’ nın yetimleri, Sudan’ nın, aç iskelet
gibi incecik esmer çocukları yollarımızı gözler oldular. Bir Medine özlemi ile
ümmet yanıp tutuşuyor. Ve Muharrem gelmiş bir aşk gibi akıyor damarlarımıza.
Hicri yılbaşımız mübarek olsun kurtuluş olsun. Yeni zamanlara yürümek için
Muharrem’in mübarek günlerini, Aşûra’yı derin bir tefekkürle modern zaman
sancılarımıza merhem eyleyelim. Aşûra orucu bizi kardeş kılsın, yaren kılsın
tüm ayrılık düşmüş zamanlarda. Yaşadığımız coğrafyada hami olarak, dirilten bir
nefes gibi, aydınlık ısıtan sıcacık bir güneş gibi doğalım mazlum coğrafyaya…
Muharrem bir muştu serinliğinde yeni yılın heyecanı ile karaya vuran çılgın
dalgalarla boğuşan Nuh Peygamber’in gemisinin yorgunluğunda konuk olsun
günlerimize… Musa Peygamber’in Kızıl denizdeki eşsiz mücadelesi, Firavunun çaresiz
çırpınışlarına öylece yürüyen dalgalar gibi akıp gelsin kurtuluş ırmakları…
Yusuf Peygamber kıssası Efendimizin dizine derman, yüreğine inşirah, olmuştu da
bitmeyen bir umut sarmalıyla yürümüştü yarınlara. Yürümüştü mazlumların yanına,
kavuran sıcaklarda, derin vadileri aşarak Nur Dağının zirvelerine Hirasına
yürümüştü. Hirası onun kuyusu gibiydi nerdeyse. Kuyusunda Rabbe yürüyüşü vardı
sonra, teslimiyeti, doruklarda yüreğinin titreyişlerine sırdaş eylediği
duaları, dostları, Ebubekir’i, Ali’si, Hatice’si vardı.
Yeni hicri yıl ile Muharrem öylece geldi kuruldu
başköşemize. Yeni duyuşlar, yepyeni umutlar ve sevdalarla yürüyelim mübarek
ayların arıtan zamanlarına.