Sekülerleşme nedir? (2)
Sekülerlik söz konusu olduğunda, özellikle Türkiye sekülerleşti mi? şeklinde soru sorulduğunda, karmaşıklığı besleyen şey, sekülerliğin tam olarak hangi nitelikler üzerinden konuşulacağının netleşmemesidir. Tarihi süreç ve tartışmalar göz önüne alınarak, ondan soyutlamalarla niteliklerin ortaya konması gerekir. Burada laiklik konusunu tartışmadığımı tekrar edeyim.
Öncelikle sekülerlik bir zihniyet ve tavırdır. İnsanın dünya ve Tanrı ile kurduğu ilişki biçimi, sekülerleşmenin içerikleriyle ilgili olarak bize bilgi vermektedir. Bir yerde sekülerleşmeyi şu iki göstergeden anlayabileceğimiz kanaatini taşıyorum. Birincisi, eğer bir yerde dualizm varsa, yani bizim birbirinden bağımsız çifte hakikat alanı dediğimiz durum söz konusu ise, bir sekülerleşmeden bahsedilebilir. Yani dünya-ahiret, seküler-kutsal, beden-ruh gibi ikilikler birbirinden tamamen yalıtık bağımsız hakikat alanı haline gelirler.
Dualizm uzun vadede şunları sonuçlamaktadır. Birincisi, insanı zikredilen ikilemlerin sadece ilkini merkeze alarak tanımlama eğilimindedir. İkincisi, bunlar bağımsız hakikat alanları olduğu için uzun vadede insanın kimliğinde gündelik hayata yansıyan parçalanmalar meydana getirir. Üçüncüsü de, sadece dünyaya odaklandığı için kapalı sistem ideolojisi oluşturmaktadır.
Sekülerleşmenin ikinci göstergesi, insanın gündelik yaşamında dine referansların azalmasıdır. Bunu “dinin toplumsal öneminin zayıflaması” şeklinde ifade edenler de vardır. Burada doğaüstünün, büyüsel dünyanın sona ermesi, genel bir toplumsal durum olup, buradan yola çıkarak dinin toplumsal öneminin zayıfladığı sonucuna varmaktadırlar. Tabii ki genel etkileme düzeylerinden bahsedilebilir. Ancak aynı dünyada yaşamakla birlikte, dünya, Tanrı ve dinle çok farklı ilişki kurma biçimleri söz konusudur. Bizim ikinci göstergede kastettiğimiz bireysel anlamda bu ilişki kurma biçimlerindeki farklılığın dikkate alınmasını önerir. Ancak buradan yola çıkarak sosyolojinin inceleme alanına girecek şekilde yaygınlıkta olduğunda, toplumsal olabilir.
Meselâ; az yemek, içmek konusunda farklı saiklerle davranışlar geliştirilebilir. Dine referansla peygamberlerin bir tarzı olarak az yemek, içmek, uyumak tavrı ile bunu sadece fit kalmak gibi dünyevi amaçla yapmak arasında fark vardır. Dikkat edilirse burada kişinin dünya ile kurduğu ilişki biçiminden kaynaklanan bir farklılık söz konusudur.
Buradan “Türkiye sekülerleşti mi?” sorusunun cevabına gelebiliriz. Genel gözlemlerime dayanarak dualizmin zihinsel ve gündelik pratiklerde toplumsal bir karşılığının olduğunu söyleyebilirim. Özellikle din, ahlak ve ibadet ile iş hayatının birbirinden farklılaşması söz konusudur. Bunun sonucu olarak, iş hayatının kendi yalıtık dünyasında işlediğini söyleyebiliriz. Meselâ; çekin karşılıksız çıkması, trafik kuralları, gündelik hayatının ilkeleri, komşu-mahalle ilişkileri konusunda dinin ahlaki ilkelerinin çok da etkin olduğunu söyleyemeyiz. Hatta bu tür bir gündelik yaşam, bol ibadetli bir biçimde de tezahür etmektedir. Özellikle iş ve gündelik hayattaki karmaşıklığın da, modernleşme sürecindeki geçişlerin tamamlanamaması ile ilintisi vardır.
Diğer yandan, insanların gündelik hayattaki tercihleri, dünya ile ilişki kurma biçimleri ve bu yöndeki tavırlara baktığımız zaman, orada da belirli gerçekleştirimleri görmekteyiz. Meselâ; beden üzerine odaklanmalar, tüketim kültürünün bir kimlik oluşturmaya başlaması, salt dünyevi başarı ve sahipliklerin (mal, mülk vb.) yüceltilmesi bu bağlamda birkaç göstergedir. Türkiye’de hala geleneksel kültürel kodların dip akıntılarda belirli oranda işlemesinden mülhem bir davranış tarzı belirlemek mümkündür. Fakat küreselleşme, tüketim toplumu vb. kültürler çok baskın bir şekilde değişimi yeniden kodlamaktadırlar.
Temel sorun; dünya ile ilişkimizi nasıl sağlıklı kuracağımız meselesidir.