Seküler bilimsel diktatörlük: Ezberledikçe, ezildik
Başkan Roosevelt, 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda imzalanan "İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'ni "Bütün insanlık için Magna Carta!" diyerek takdim etmişti. Aydınlanma çağının çocukları da yıllardır Anadolu'nun saf çocuklarına Magna Carta'yı "büyük özgürlük fermanı, büyük senet, ilk anayasa " diye yutturmaya kalktı. Oysa yönetimde de söz sahibi olmak isteyen dönemin bankerlerinin 15 Haziran 1215'te Kral John'a zorla imzalattıkları ve içinde halk olmayan bir senetten bahsediyoruz. 25 barondan oluşan komite istediğinde kralın kalesine ve mallarına el koyabilecek ve kararlar alabilecekti. Bu düpedüz feodal ayrıcalıkların yeniden tanınmasını getiren bir anlaşmaydı. John Hopkins Üniversitesi öğretim üyelerinden Sidney Painter'in ifadesiyle Magna Carta'da demokrasi yoktu. Bu günümüze kadar gelen finans baronlarının, büyük holdinglerin medya başta olmak üzere çeşitli manipülasyon araçlarıyla hükümetlere baskı yapıp ipleri ellerinde tutma zorbalığından başka bir şey değildi. Bu zorbalık hala devam etmiyor mu?
1936 yılında Londra'da yapılan bir müzayedede Newton'un el yazmalarını satın alan İngiliz İktisatçı John Maynard Keynes büyük buhrana aldırmadan 3 yılını bu belgeleri incelemeye ayırdı. 1942 yılında da Londra'daki Kraliyet Kulübünde düzenlediği bir programda bu belgeler hakkında bir konferans verdi. Keynes, Newton'un 1696 yılında sandıklara doldurup Cambridge'den ayrıldığı günden bu yana hiç okunmamış gizli el yazmalarını açıkladı. Konuşmasının sonunda şöyle dedi; "Bu çalışmaları okuyan biri Newton'un gerçekte Akıl Çağı'nın ilk Tanrısı ve öncüsü değil tam tersine Babil ve Sümerlerden beri yaklaşık 10 bin yıldır var olan gizli entellektüel dünyanın son temsilci bir majisyen olduğunu anlayacaktır." Bizim çocukların Newton hakkında bilmesi gereken onun başına düşen elmadan başka bir şey değildi. Aydınlarımız ise aynı zamanda alşimist ve okültist olan Newton'un bu yönünü görmezden gelerek, burun kıvırdı. Aşırı bilimciyiz ya, komploya girer mi diye ödümüz kopar!
Bizler batının yıllardır önümüze koyduğu metinleri ezberleyen/ezberlettirilen, ezberledikçe ezilen, ezildikçe mensubiyet duygularını yitiren bir dönemden geçtik. Ne yazık ki okullarımız hala bu vazifeyi kusursuz bir şekilde devam ettirmektedir. Sadece İspanyol Engizisyonu'nda 35 bin kişiyi diri diri yakan, 20 bin kişiyi işkenceyle öldüren, 300 bin kişiyi küreğe ve müebbet hapse çarptıran, 200 bin kişiyi süren, 5 milyon kişinin de mallarını yağma eden bir karanlık çağdan haberdarızdır ancak Avrupa'nın uyanışını Müslüman İspanya'dan değil İtalya'dan başlatırız. Kilisenin despot tutumuna karşı aklı öne çeken aydınlanma çağının filozoflarının sonradan aklı nasıl putlaştırdıklarını, aklın ve bilimin nasıl da esiri olduklarını dillendirmek pek hoşumuza gitmez. Oysa Eric Hoffer'in da ifadesiyle bu insanlar insan mantığının ve sınırsız zekasının yüceliğine aşırı derecede inanmış zavallı kişilerdi.
"Coğrafi keşifleri" ballandıra ballandıra anlatan millu00ee coğrafya kitaplarımız, kaşiflerin sömürgeci birer katil olduklarından bahsetmez mesela! Latin Amerika'da 3 büyük medeniyeti yerle bir edip kıymetli eşyalarını eriterek paraya dönüştürdükleri, orada yaşayan masum insanları katlettikleri ders kitaplarımızda yer almaz. Macellan'ın sömürgeciliğinden, Kabalacı Kolomb'tan bahsedilmez. İktisat kitaplarında dünya haklarını iliklerine kadar sömüren Rothschild'lere yer verilmez. Bugün 15. yy'nın yüksek sanat anlayışını bilmeyen entelektüelden sayılmaz ancak Michelangelo başta olmak üzere birçok mimar, ressam, heykeltıraşı finanse eden, koruyup kollayan ve "sanatı günümüzün medya gücü gibi kullanan" eli kanlı, despot, para baronu Medici ailesini kimse mevzubahis etmez. Machiavelli'yi dilinden düşürmeyen aydınlarımız onun Prens adlı kitabını -tek zevki insanları ayaklarından asmak olan- korkunç Medici ailesinden katil 2. Lorenza'ya ithaf ettiğini bilmez. Bilse de işine gelmez. Aydın konforunu bozmak istemez.
Sekülerleşme dönemi olarak da bilinen, deizm, kapitalizm, liberalizm, laiklik, akılcılık ilericilik gibi çocuklar doğuran aydınlanma döneminin filozoflarından Descartes, Bacon, Locke, Leipniz, Hume, Kant, Voltaire, J.J. Rousseau, Montesquieu gibi aklı yücelten, putlaştıran, bilimperest insanları sırasıyla sayamayanların adam yerine konulmadığı bir ülkede yetiştik. Batılı bilim adamlarını, filozoflarını bilelim, o ayrı mesele. Lakin bugün hayatımızı, eğitim sistemlerimizi bilim, düşünce, iktisat ve medya piyasasını tekelinde tutan batı sisteminin çekip çevirdiğini ve bunun karşısındaki ezikliğimizi de bilelim! Düşünün, okullarımız hala bilimin, sanatın, kültürün tek kaynağı olarak batıyı işaret ediyor.
Eğitim, 90 yıldır batıcı, seküler, aydınlanmacı, pozitivist bir temelde işlev görüyor. Batı sistemini ezberletmekten geçmişimizi unuttuk, unutturdular. Bugün gençlerimiz Kudüs'ün, Bağdat'ın nerede olduğunu bilemeyecek kadar geçmişinden kopuk vaziyette. İngiltere Başbakanı Cameron (2014) 10, 7 ve 3 yaşındaki çocuklarını iPod, akıllı telefon ve Disney kanallarından uzak tutarken bizim çocuklara teşvik edilmesini oturup düşünmeliyiz. AK Parti'nin son 14 yıldır hiç kafa yormadığı bir meseleden bahsediyorum. Erdoğan'ın eğitime ve kültür-sanata yaptığı vurgulara kimse kulak asmıyor. Oysa işe önce buradan başlamalıyız. Yeni dönemin dinamiği eğitim olmalıdır. Son günlerde elime güzel bir kitap geçti. Bu yazıyı da yazmama vesile olan S. Bilgehan Eren'in Çıkmaz Sokak Global İktisat adlı kitabını mutlaka okuyun derim.