Dolar (USD)
32.44
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

01 Ocak 2023

Şehrin tarihi ve ben

Bir şehrin tarihini yazmak, bu şehirde yaşamış-yaşayan bir kalem erbabının âli vazifesi sayılmalıdır. Hele şehrin tarihî dokusunu ve kültürel zenginliğini edebî bir üslup ve zerafetle kitabının içinde yoğurabiliyorsa bu çalışma gelecek kuşaklara da bir rehber niteliği taşıyacaktır.

Çocukluk yıllarının büyük bir bölümü köyde, diğer kalan kısmı da Urfa’nın bir kazası olan Viranşehir’de geçen, eski köy odalarının masalları ve kutsal çoban destanları mücehhez bir kalemin neler yazacağı aşağı yukarı bellidir. Yüksek tahsil için gittiğim İstanbul’da dünyanın büyük yazarları ve dünyanın büyükşehrini okuma imkânı bulduğumdan olsa gerek şehirler üzerine yılladır kafa yoruyorum. Bu nedenle köy çobanlarının destanlarını dinlemiş birinin şehirle ilgili yazılar yazabilme beceresini, Yahya Kemal’in Fransız yazar Albert Sorel’den naklettiği o meşhur hatırasına borçluyum.

Şehirle ilk tanışıklığım Viranşehir ilçesiydi. Seksenli yılların Viranşehir’i her ne kadar nüfusu fazla olsa da bir kasaba kültürünün ötesine geçmiyordu.

Çocukluğumda gördüğüm şehir; camisi, okulu, hükümet konağı, hastanesi, polis karakolu olan bir yerdi. Daha sonraları vilayet merkezi olan Urfa’ya sık sık geldiğimiz olmuştu. Çeşitli meslek dallarının olduğu, cıvıl cıvıl çarşılarıyla bu şehir beni adeta büyülemişti. Kadim bir kültürel arka planla karşılaştığım ilk şehir Urfa’ydı. Bayramlarda, tatil zamanlarında Urfa’ya geldiğim zamanları dolu dolu gezme imkânına sahip olmuştum. Tabi o zamanlar, yani seksenlerin Urfa’sında her yeri yaya gezmek mümkün idi.

Urfa’yı gördükten sonra bende şehir portresi değişmişti. Urfa’ya akraba ziyaretlerine geldiğimizde şehir kavramı daha doğrusu şehir olgusunun etki alanı çok genişlemişti. Büyük peygamberlerden Hz. İbrahim ve Hz. Eyyub ile anılan, Hz. Musa’nın dağlarında çobanlık yaptığı, Hz. İsa’nın mektubunu gönderdiği, her köşe başında bir yatır ya da evliya türbesinin olduğu bir şehir Urfa. Gerçi doğduğum şehir Viranşehir’de Hz. Eyyub ve Hz. Elyassa peygamberlerin mezarları var. Fakat bu mekânların gerek şehirden uzak kalması ve gerekse de seksenli yılların arabesk kültürüne yenik düşmesi nedeniyle bu kutsal mekânlar şehircilik anlamında Viranşehir’e katkısı olmadı. Tâki dönemin Şanlıurfa valisi kutsal mekân projesiyle başlattığı çalışmalar ve bu köyün belde olmasıyla durum değişti. Urfa’da Hz. İbrahim makamı restore edildiği gibi Viranşehir Eyyübnebi köyünde de peygamber makamları yeniden düzenlenmişti. O dönem bu mekânların aslına uygun bir şekilde ortaya çıkmasında ilahiyatçı-yazar Mehmet Oymak ve sanat tarihçisi yzar Cihat Kürkçüoğlu gibi hocaların büyük emekleri olmuştu.

Çocukluğumda Urfa’da ilk gördüğüm mekânlar, Abidiye, Haşimiye, Eyyubiye ve Halilürrahman Gölü ve civarıydı. Halilürrahman Gölünün küçük bir kopyasını andıran ve içinde kazların, ördeklerin yüzdüğü bir göl Viranşehir ilçemizde de vardı. Bu gölün etrafında Allaf Yunus’un Konağı gibi tarihî konaklar da vardı. Ama her ne hikmetse o zamanın belediyesi, yol yapım çalışmasında gölün üstünü toprakla doldurmuştu. Şimdi orada mahalle ismi “Gölbaşı mahallesi” ama göl yok. O tarihi konaklar da sonradan yıkıldı.

Urfa’ya minibüsle geldiğimiz vakit Köprübaşı semtine gelirdik. Orada Viranşehir Garajı vardı. Bu semt, adını 1939 tarihinde Urfa’da Karakoyun deresi üzerinde yapılan ilk betonarme köprüden alıyordu. Meşhur türkücümüz İbrahim Tatlıses’in ayağında giydiği ilk kundura bu mekândı. İbrahim Tatlıses, bir televizyon programında bu garajda merhum babasının ciğerci salonu olduğunu, kendisinin de ara sıra simsarlık yaptığını anlatırdı.

Köprübaşı’ndan şehir içi minibüslerle Dergâh dediğimiz yere yani Halilürrahman ve Anzılha (Aynızeliha) Gölünün olduğu yere gelirdik. İlginçtir o zamanlarda büyüklerimiz bu göllerden bahsederken “Balıklıgöl” ismini hiç kullanmıyordu. İki binli yılların başında bu isim moda oldu. İnsanlarımız kitle iletişim araçlarının (modernizm) etkisiyle bir de 12 Eylül Darbe kültürünün etkisiyle “Balıklıgöl” ismini kullandılar.

Urfa’da peygamberlerin atası Hz. İbrahim makamı ve büyük âlim Bediüzzaman Said-i Nursi’nin ilk defnedildiği yeri ziyaret ederdik. Göl kenarındaki Rızvaniye (Rıdvaniye) medresesi o zamanlar hocalar ve öğrencileri ile dolup taşmakta idi. Özellikle medrese öğrencileri, burayı ziyaret eden ziyaretçilere gölün tarihini anlatırdı. Hz. İbrahim’in Nemrud adlı zalim bir krala karşı mücadele ettiğini ve bundan dolayı Hz. İbrahim’in ateşe atıldığını anlatıyorlardı.

Bugünkü okumalarımızla o zamanlar anlatılan Hz. İbrahim peygamberin hayatı ve mücadelesine birçok efsanenin eklendiğini teşhis ettiydik. Urfa gibi kadim şehirlerin hikâyelerinin yaslandıkları ulu şahıslar kişiler vardır. Bunlar bazen peygamber, bazen evliya olabilir. Urfa, bu yönüyle zengin bir şehirdir. Yani efsanesi, hikâyesi ve herkesin dilinde menkıbesi-menkıbeleri olan bir şehirdir.

Bu yazıyı yazarken kıymetli yazar dostumuz Salahattin Yusuf, Urfa’nın klasik musikişinaslarından Mukim Tahir, Kel Hamza ve Bekçi Bakır’dan bahisle ideal on birin efsane defans üçlüsünü tamamladık, demişti. Fakir de ona bir çağrı yaparak Urfa’ya geldiğinizde Tenekeci Mahmut, Kazancı Bedih ve Cemil Cankat’la devam edip gazelhan Musa Kaldı ile Urfa müziğinin ideal on birini tamlayacağımızı söylemiştim.

Urfa bu kadar mı? Değil