Şehrin tarihi ve ben
Bir şehrin tarihini yazmak, bu şehirde yaşamış-yaşayan
bir kalem erbabının âli vazifesi sayılmalıdır. Hele şehrin tarihî dokusunu ve
kültürel zenginliğini edebî bir üslup ve zerafetle kitabının içinde
yoğurabiliyorsa bu çalışma gelecek kuşaklara da bir rehber niteliği
taşıyacaktır.
Çocukluk yıllarının büyük bir bölümü köyde, diğer
kalan kısmı da Urfa’nın bir kazası olan Viranşehir’de geçen, eski köy
odalarının masalları ve kutsal çoban destanları mücehhez bir kalemin neler
yazacağı aşağı yukarı bellidir. Yüksek tahsil için gittiğim İstanbul’da
dünyanın büyük yazarları ve dünyanın büyükşehrini okuma imkânı bulduğumdan olsa
gerek şehirler üzerine yılladır kafa yoruyorum. Bu nedenle köy çobanlarının
destanlarını dinlemiş birinin şehirle ilgili yazılar yazabilme beceresini,
Yahya Kemal’in Fransız yazar Albert Sorel’den naklettiği o meşhur hatırasına borçluyum.
Şehirle ilk tanışıklığım Viranşehir ilçesiydi. Seksenli
yılların Viranşehir’i her ne kadar nüfusu fazla olsa da bir kasaba kültürünün
ötesine geçmiyordu.
Çocukluğumda gördüğüm şehir; camisi, okulu, hükümet
konağı, hastanesi, polis karakolu olan bir yerdi. Daha sonraları vilayet
merkezi olan Urfa’ya sık sık geldiğimiz olmuştu. Çeşitli meslek dallarının
olduğu, cıvıl cıvıl çarşılarıyla bu şehir beni adeta büyülemişti. Kadim bir
kültürel arka planla karşılaştığım ilk şehir Urfa’ydı. Bayramlarda, tatil
zamanlarında Urfa’ya geldiğim zamanları dolu dolu gezme imkânına sahip
olmuştum. Tabi o zamanlar, yani seksenlerin Urfa’sında her yeri yaya gezmek
mümkün idi.
Urfa’yı
gördükten sonra bende şehir portresi değişmişti. Urfa’ya akraba ziyaretlerine
geldiğimizde şehir kavramı daha doğrusu şehir olgusunun etki alanı çok
genişlemişti. Büyük peygamberlerden Hz. İbrahim ve Hz. Eyyub ile anılan, Hz.
Musa’nın dağlarında çobanlık yaptığı, Hz. İsa’nın mektubunu gönderdiği, her
köşe başında bir yatır ya da evliya türbesinin olduğu bir şehir Urfa. Gerçi
doğduğum şehir Viranşehir’de Hz. Eyyub ve Hz. Elyassa peygamberlerin mezarları
var. Fakat bu mekânların gerek şehirden uzak kalması ve gerekse de seksenli
yılların arabesk kültürüne yenik düşmesi nedeniyle bu kutsal mekânlar
şehircilik anlamında Viranşehir’e katkısı olmadı. Tâki dönemin Şanlıurfa valisi
kutsal mekân projesiyle başlattığı çalışmalar ve bu köyün belde olmasıyla durum
değişti. Urfa’da Hz. İbrahim makamı restore edildiği gibi Viranşehir Eyyübnebi
köyünde de peygamber makamları yeniden düzenlenmişti. O dönem bu mekânların
aslına uygun bir şekilde ortaya çıkmasında ilahiyatçı-yazar Mehmet Oymak ve
sanat tarihçisi yzar Cihat Kürkçüoğlu gibi hocaların büyük emekleri olmuştu.
Çocukluğumda Urfa’da ilk gördüğüm mekânlar, Abidiye, Haşimiye,
Eyyubiye ve Halilürrahman Gölü ve civarıydı. Halilürrahman Gölünün küçük bir
kopyasını andıran ve içinde kazların, ördeklerin yüzdüğü bir göl Viranşehir
ilçemizde de vardı. Bu gölün etrafında Allaf Yunus’un Konağı gibi tarihî
konaklar da vardı. Ama her ne hikmetse o zamanın belediyesi, yol yapım
çalışmasında gölün üstünü toprakla doldurmuştu. Şimdi orada mahalle ismi
“Gölbaşı mahallesi” ama göl yok. O tarihi konaklar da sonradan yıkıldı.
Urfa’ya minibüsle geldiğimiz vakit Köprübaşı semtine
gelirdik. Orada Viranşehir Garajı vardı. Bu semt, adını 1939 tarihinde Urfa’da
Karakoyun deresi üzerinde yapılan ilk betonarme köprüden alıyordu. Meşhur
türkücümüz İbrahim Tatlıses’in ayağında giydiği ilk kundura bu mekândı. İbrahim
Tatlıses, bir televizyon programında bu garajda merhum babasının ciğerci salonu
olduğunu, kendisinin de ara sıra simsarlık yaptığını anlatırdı.
Köprübaşı’ndan şehir içi minibüslerle Dergâh dediğimiz
yere yani Halilürrahman ve Anzılha (Aynızeliha) Gölünün olduğu yere gelirdik. İlginçtir
o zamanlarda büyüklerimiz bu göllerden bahsederken “Balıklıgöl” ismini hiç
kullanmıyordu. İki binli yılların başında bu isim moda oldu. İnsanlarımız kitle
iletişim araçlarının (modernizm) etkisiyle bir de 12 Eylül Darbe kültürünün
etkisiyle “Balıklıgöl” ismini kullandılar.
Urfa’da peygamberlerin
atası Hz. İbrahim makamı ve büyük âlim Bediüzzaman Said-i Nursi’nin ilk
defnedildiği yeri ziyaret ederdik. Göl kenarındaki Rızvaniye (Rıdvaniye)
medresesi o zamanlar hocalar ve öğrencileri ile dolup taşmakta idi. Özellikle
medrese öğrencileri, burayı ziyaret eden ziyaretçilere gölün tarihini
anlatırdı. Hz. İbrahim’in Nemrud adlı zalim bir krala karşı mücadele ettiğini
ve bundan dolayı Hz. İbrahim’in ateşe atıldığını anlatıyorlardı.
Bugünkü okumalarımızla o zamanlar anlatılan Hz.
İbrahim peygamberin hayatı ve mücadelesine birçok efsanenin eklendiğini teşhis
ettiydik. Urfa gibi kadim şehirlerin hikâyelerinin yaslandıkları ulu şahıslar
kişiler vardır. Bunlar bazen peygamber, bazen evliya olabilir. Urfa, bu yönüyle
zengin bir şehirdir. Yani efsanesi, hikâyesi ve herkesin dilinde
menkıbesi-menkıbeleri olan bir şehirdir.
Bu yazıyı yazarken kıymetli yazar dostumuz Salahattin
Yusuf, Urfa’nın klasik musikişinaslarından Mukim Tahir, Kel Hamza ve Bekçi
Bakır’dan bahisle ideal on birin efsane defans üçlüsünü tamamladık, demişti. Fakir
de ona bir çağrı yaparak Urfa’ya geldiğinizde Tenekeci Mahmut, Kazancı Bedih ve
Cemil Cankat’la devam edip gazelhan Musa Kaldı ile Urfa müziğinin ideal on
birini tamlayacağımızı söylemiştim.
Urfa bu kadar mı? Değil