Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Şehir ve Unutkanlık

Unutkanlık nedir? Bir vazgeçiş… Vazgeçiş nedir? Bir inkar… İnkar nedir? Bir yoksunluk… Yoksunluk nedir? Bir ulaşamama… Ulaşamama nedir? Bulunduğu yere saplanıp kalma... Bulunduğu yere saplanıp kalma nedir? Donuklaşma, taşlaşma, seni canlı kılan bütün niteliklerinden mahrum kalma… Mahrumiyet nedir? Hiç olmamış olan değil, bir zamanlar olmuş olanın şimdi artık sonsuzcasına senden uzaklaşması, bir zamanlar senin olanın, sana ait olanın senden yüz çevirmesi, sen bırakıp gitmiş olsan bile onun geri dönmemesi… İnsan için mahrumiyetten büyük ceza var mıdır bilinmez? Unutkanlık, mahrumiyettir bir bakıma…
Unutkanlık, salt kendisi olarak düşünüldüğünde elbette kökeni ihanete varacak bir reddedişten beslenir. İradi ya da gayrı iradi bütün unutkanlıklar ciddi bir reddediş barındırır. Ancak bir bağlama oturtulduğunda kendine göre faydaları da yok değil. Kötüyü, kötülüğü, yarayı, yaralanmayı unutmak, sağaltıcı bir özelliğe de sahiptir hatta. Unutmak, ileriye bakan gözü keskinleştirir. Kötülüğü unutmak iyilik bahçesine daha kolay ulaştırır. Ancak ve sadece unutmayı bilenler yeniden başlayabilirler. Bütün kötü başlamalar, geçmişin getirdiği yaraların daha ilk adımda dokuları zehirlemesinden kaynaklanır. Unutan insanlara göre unutmayan insanların daha patolojik, unutan toplumlara göre unutmayan toplumların daha zalim oluşunun sebebi budur.
Kendini unutan şehir, çocuklarında da unutkanlık yapıyor. Kötülüğü, zafiyeti değil niteliği unutturuyor şehir. O kadar hızlı koşuyor ki erdem göstergeleri birbirine karışıyor ve nesnelerle beraber insanların dokuları da dayanamıyor bu hıza. Şimdiyi belirginleştirerek hafızaya kısa devre yaptırıyor ve geçmişin bizi ayakta tutan o nahif payanlarını birer birer yere seriyor… İnsani değerlerin ortak paydası olan merhamet hızlıca kendine güvenli bir sığınak ararken bütün sapmaların, yoldan çıkmaların, yolunu şaşırmaların ortak paydası olan günah, yoğun cesametiyle şehre asit yağmurları yağdırıyor. Unutmak bir yönüyle de yok etmek demek, şehir yok ediyor. Anılar sükunet sever, şehir anıların canına okuyor.
Bir zamanlar böyle değildi elbette. Bırakın unutmayı, unutturmayı, her göstergesi, her köşesi birer hatırlama vesilesiydi şehrin. Çınar ağaçları akasyaya, bahçeler parka, kıraathaneler kafeye, çitler betona, duvarlar cama, cami minarelerindeki alemler gökdelenlerin paratonerlerine dönüşmeden önce insancaydı şehirler olabildiğince… Rehin verilmeden önce selamlar, yitirilmeden önce saygılar, benlikler hoyratça terk edilmeden önce cam ekranların soluk ellerine…
Sınırsız kötülük, kendini inkarla başlar ve kendini inkar iç dünya tahkimini bozar ve iç dünya şirazesinden çıktığı an kıskançlık başlar. Şimdilerde öyle kıskanç ki şehir, kendisi dışındaki hiçbir şeyi görmeyelim diye, kendisine ulaştırdığımız ve kendisiyle bütünleştirmek istediğimiz ne varsa hepsini tortop edip sınırlarının dışına atıyor. Görülmemiş bir reddi mirasla hatıraları yok edici sayısız göstergeyle donatıyor kendini; bütün camlardan, vitrinlerden, pencerelerden, kaldırımlardan unutkanlık sıvıları akıyor. Bilinci kilitleyen, sadece kendine ram eden sayısız yüzey jelatini dolduruyor boşlukları. Ayartmak için olmadık yollara başvuruyor. Kendine, sadece kendine baktırıyor, zaten unutmak için yola çıkmış insanların şaşkın bakışlarını… Cadde girişlerinde, pencereden dışarı akan çocuk sesleri yerine, x ray cihazları tarıyor bedeniniz gibi ruhunuzu da. Oradan, geldiğiniz yerden, bıraktığınız ve aslında günün birinde belki de bir daha, bilvesile dönmeyi düşündüğünüz yere ait ne varsa hepsini emip sıfırlıyor bilincinizi; artık başkası olduğunuza inandığı an, evet, diyor şimdi oldu, benimsin ve başka hiç kimsenin. Aslında hiç kimseleşen şehir insanı için yeni bir başlangıçtan ziyade sonun başlangıcı anlamına geliyor iliklerine kadar şehre tabi olmak, iliklerine kadar soğurulup şeffaf bir poşete dönmek şehrin aynalarında ne zaman kendine baksa… Şehir de böylece layığını, dengini bulmanın sarhoşluğuyla sabaha kadar ışıl ışıl… Kabuğu parıldarken iç organları çoktan kurumuş deniz canlıları gibi, cansız ama ışıltılı bir taşlaşma…
Ve nostaljidir bundan böyle her şey. Yeni bir geçmiş inşa etmek gerektir yeni şimdiye, yeni bir gelecek zaten hediyedir şehirden size. Nostaljidir dağlar, vadiler, yamaçlar, ırmaklar, çaylar bundan böyle; nostaljidir çorbayla yapılan kahvaltılar, taze sütler, peynirler… Sabahları haber veren horozlar, çatılardan rahatlıkla yol bulup aşağı inen gün ışıkları, ikindi gölgeleri, akşam kuşları, geceleri uykuyu haber veren ince çam kokulu yeller… Berrak sabahlar, dingin öğleler, asude ikindiler, serin akşamlar, derin geceler artık sadece anlık göğüs geçirmelerinin içindeler… Nostaljidir hatta en umutsuz anında bile insanların yüzünden asla silinmeyen güneşler… Ölümü bile tebessümle karşılayıp kadere baş ucuyla selam verenler neredeler?.. Neredeler göğüslerini yardığınızda içinden berrak köylerin, asude kasabaların fışkırdığı şehirler? Kanından ırmak akan, nefesinden inanç bulaşan, her yürüyüşü hakikatle buluşan şehirler neredeler?..
Nostaljiye dönüşüyor artık şehirlerde kalıcı dostluklar, çıkarsız arkadaşlıklar, hesapsız komşuluklar, mütebessim misafirlikler, saat dışı yürüyüşler… Şehrin unutkanlığı sadece kendisi dışındaki coğrafyayı paranteze almakla kalmıyor, kendisinden öncesini de yutup yerine koskoca bir mecalsizlik bırakıyor aynı zamanda. Şehrin beden yorgunluğu nasıl da değiyor insanın ruhuna, nasıl da insan parçalanarak sonuna kadar nisyan… Şehirden başlayarak nisyan yüzümüzde, kalbimizde, ellerimizde, elbiselerimizde, her yerimizde ayan beyan…