Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
24 Ekim 2013

Şehir ve Huzur

"Müslümanlar ne zaman kendi evlerinde oturacaklar." Sorusu bütün aydınlarımızın kafasını
kurcalayan bir soru. Bu sualin cevabını yıllar önce bir televizyon programı vesilesiyle Turgut Cansever
hocamızdan dinlemiştim. Geleneksel mimaru00eemize ne oldu sorusuna verdiği cevapta Cansever,
müptelası olduğumuz çağdaş ve nihau00ee medeniyet fenomeni olan Paris'i ve burayı mesken tutan
aydınlarımızı sorumlu tutar. Çünkü çağdaşlaşmanın mimarları Paris'te okudular. Bu Paris sevdalıları
modern olana yaklaşmakla aslında hastalıklı düşüncelere de yakalandılar. Bu hastalıkları iki temele
dayandırıyor Cansever Hoca. Bu ülkede kendini halka hükmetmeyi ilk temel hastalık olarak görürken
halkı yönlendirme, yani halkı adam etme kafasında olan devlet ricalini de ikinci hastalık olarak
zikrediyor.
Cansever'in anlattığına göre Paris 6 katlı, hepsi bir ötekinden ufacık farklı olan ama tamamen
anlamsız duvarlar teşkil eden apartmanların karşı karşıya durduğu arasında da arabaların oluşturduğu
kirli hava, gürültü, hepsi bu modelin sürekli tekrarıyla oluşmuş bir şehir. Bu şehri Napolyon 1798
ile 1799 yıllarında yeniden kurgular. Bu kurgusunu başta iki kişi ile beraber üç kişilik bir diktatörlük
örgüsü ile tamamlar. Napolyon'un ilk iki adamı Parislilerin arasına karışıp halkı ona karşı kışkırtma ve
dolayısıyla bir başkaldırıya karşı bir eylem planı hazırlıyor. Bu eylem planına göre Topçu subayının
fikri alınıyor. Paris'in yeniden yapılanması lazım diyen topçu subayının isteğine göre önce yuvarlak bir
alan yapılır ve oraya dört adet topçu bataryası yerleştiriliyor. Ve bu yuvarlak meydanlara bağlı dört
adet bulvarlar açılıyor. Bunların kenarlarına ise duvar halinde apartmanlar yapılıyor. Ne vakit halk
ayaklanırsa topçu bataryaları halkı topçu ateşine tutacak ve ayaklanma rahatlıkla bastırılacak. Yani
Napolyon Paris şehir mimarisini halkın kendisine karşı ayaklanacak gibi bir plan dahilinde yapıyor.
Fransa'da gerek 1. Napolyon ve gerekse de 3. Napolyon'un yaptığı bu nahoş şehir planları Avrupa'ya
sirayet etti.
Bugün ülkemizde apartman kültürüne mahku00fbm edilen zihniyetimiz maalesef yukarıda
anlatılan Paris şehir mimarisine hayran bir zihniyetin ürünü. Yıllarca şehirlerimizin mevcut dokuları
üzerine cetvel konulup bulvarlar, caddeler ve sokaklar açıldı. Bizler bu olayı affetsek bile şehir
asla affetmez. Öyleyse ne yapabiliriz? Yazar Mustafa Armağan'ın sık sık vurguladığı "şehirlerin
ruhu" vizyonuna biz de tarihu00ee bir misyon ile katkıda bulunabilir miyiz? Nedir bu tarihu00ee misyon. İslam
dünyasında evin oluşumunda Hz. Peygamberin evi örnek alınmıştır. Bu aynı zamanda caminin de
oluşumudur. İlk Müslüman evi örtülü bir kısımdan, bir de üstü açık bir kısımdan oluşmaktaydı. Yani
bir avludan ve bir bahçeden oluşuyor. Ev ve bahçe birbirine bağlıydı. Tabi bu model Hz. Peygamberin
ortaya koyduğu bir model ama bu model ve bu modele temel teşkil edebilecek görüş İslam
dünyasında çok derinlemesine ele alındı ve üzerinde konuşuldu.
Bütün İslam alemi Batı değerlerine yenik düştüğü şu zamanlarda bahçeli bir evin varlığını
arar dururuz. Şair Akif İnan tabiatın kodlarıyla oynanarak yapılan şehirlerin şu veya bu şekilde bir
depremle cezalandırılacağı ve bu deprem neticesinde taşlaşan kalplerin, dikenleşen ellerin ancak
güneşi görebileceği düşüncesiyle şunları söylemektedir.
u2026u2026u2026u2026u2026u2026u2026u2026
Ey deprem gel yetiş bu şehirlerin
Doğayı çarptıran konumlarına
Doğ ey güneş erit taştan adamı
Ve kurut taşları diken elleri
Babamın gölgesi koruyor beni
Oh ne güzel şehir bu eski şehir
Dönüştür ey kalbim bahçeli eve
Anlamı ezen o makinaları
u2026u2026..
Şairimizin burada bahsettiği ev; evet peygamber efendimizin Medine'ye hicret ettikten sonra
kurduğu camii-evdir. Bu yapının etrafında zamanla gelişiyor Müslüman evleri. İlk İslam şehirleri de
kurulurken önce bir mabedi, medresesi, çarşısı ve hastanesi kuruluyordu. Şehir de bunun etrafında
gelişiyordu. İnsanoğlunun doğuştan yaşama, inanç ve barınma hakları var. Bir şekilde barınması
gerekiyor. Bu olay aslında yerleşik hayata giren bütün beşeriyetin ortak mirasıdır. Milattan önce 10
binlere giden tarihiyle insanlık tarihine ışık tutan Göbekli Tepe kalıntılarında bile şehrin ortasında bir
mabed ve bu mabedin etrafında gelişen yapılar bu günkü Müslüman evlerin habercisidir. Yine Hazreti
İbrahim'in ateşe atılıp da ateşin balıklara dönüştüğü makam olarak anılan "Halilü'r-rahman Gölü",
bize şehirlerin önce su kenarında kurulduğu ve mabediyle birlikte bir yerleşme planıyla ilk Müslüman
evlerinin tarifini çizdiği aşikardır.
Geçtiğimiz günlerde Şanlıurfa Yeşilay temsilcisi Muharrem Çelik'in düzenlediği bir toplantıya
katılmıştım. Yeni neslin maneviyatı hususunda katıldığım bu toplantıda şehrin planlamasını yapan
rical, gençlerin yabancı maddelerden uzak tutulması için Avrupa'da yapılan çalışmaların aynen burada
da uygulandığını ama buna rağmen elde ettikleri sonucun iç açıcı olmadığını söylemişlerdi. Şanlıurfa
müftümüz sayın İhsan Açık ise bu duruma itiraz ederek, zaten Avrupa medeniyeti ve açık kodları
neticesinde kendi nesillerinin rahatlıkla yabancı maddeye bulaştığını, burada fasık, cahil ve sapık bir
toplumun zuhur ettiğinden bahsetmişti. Bunun sebebinin de yeni şehirlerin mabedsiz kurulduğunu,
buradaki neslin maneviyat duygusundan uzaklaşıp her türlü sapıklığın tuzağına düşebileceğini dile
getirmişti.
Yazımızın başına dönecek olursak İnsanın mutluluğu sadece bedenu00ee ve dünyevu00ee ihtiyaçları
için değil ahiret hayatındaki mutluluğu kazanmak için de bir topluluk içerisinde bulunmak
mecburiyetindedir. İnsanların ferdu00ee güçlerini birleştirerek bütün ihtiyaçlarını karşılayacakları ve
dayanışma içerisinde yaşayacakları bir toplum biçimi, nakısaları olsa da vazgeçilmez bir önem
taşımaktadır. Bu nedenle gerek devlet gerekse şehir ve hatta mahalle ve sokak temelinde geliştirilen
topluluklar fikru00ee, nazaru00ee ve ahlaku00ee sanata ilişkin faziletleri yetkinleştirip uyguladıkları oranda "erdemli
toplum" olma vasfını kazanır. Yitirilen komşuluk ve cemaat olgusu bizim mutlu olmaya çalıştığımız bu
dünyada sürgün yüreğimizin ana damarlarını oluşturur.
Yine kutlu Hilal'in gölgesinde kurulan geleneksel şehirlerimizi ruhumuzun anlama
seviyesindeki bilgeliğin seviyesine yükseltebilirsek alabileceğimiz sırların derinliği bizi yeni bir akılla
donatabilir.