Sedat Peker ile Görüşmeler!..
Ortaya çıkanlardan, epeyce siyasetçi, bürokrat, sivil toplumcu, “gazeteci”nin kendisiyle görüştüğünü, hem de epeyce “yakın” bir şekilde görüştüğünü anlıyoruz.
Ve, ilk anlarda bu işin “sadece iktidara zarar vereceğini” zannedenler, tartışmanın etkilediği kesimlerin, kişilerin sayısı arttıkça, sıkıntıya düşüyor!..
*
Mesela…
Atatürk’ün kurduğu ve son vakitlerde iyice “HDP”ye yanaşan CHP’den de bazı parti yöneticilerinin, milletvekillerinin kendisine gelip gittiğini iddia eden Sedat Peker, Genel Başkan Kılıçdaroğlu’na şu soruyu postalıyor:
“Eğer ki ben mafyaysam, parti yöneticilerinize, vekillerinize sormanız gerekmez mi, bir mafyaya neden ziyarete gidiyordunuz?.’ diye!..”
Peker’in sosyal medya paylaşımlarında, muhalefet cephesinin başka ağır toplarına da yer veriyor, “Konuşturmayın beni!” örtük mesajı olarak algılanacak şekilde!..
Dikkat çekici gidişât!..
*
Malûm;
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Ayda 10 bin dolarlık politikacı kim?” sorusunun cevabını savcılara vereceğini söylüyor.
Biz de, “O politikacı her kimse bilinmeli, dahası bu işlerin bir kişi ile birkaç kişi ile sınırlı olması düşünülemeyeceğinden, akçalı pakçalı ilişkiler kuranların tamamı bilinmeli!” diyoruz.
“Allah şaşırtmasın!” diye de dua ediyoruz!
*
Öyle şeyler okudu ki bu gözler;
“Ne var yani, olabilir!” diyene bile şahitlik ettik!..
Ne pişkinliktir bu!..
*
Bu meseleler bitmez, tükenmez meseleler…
Yakın tarihten misal vermek gerekirse, bizler, bugün hâlâ “ahkâm kesen” kartel medyası “gazetecilerinin” nelerini nelerini ortaya çıkartmıştık!
O vakitler biz “birkaç kişi”den başka üzerine pek giden yoktu bu “çarpık ilişkiler”in.
Aradan uzun yıllar geçti…
Bugün “sosyal medya” denilen yarı zararlı, yarı yararlı ortamın da alevlendirmesiyle farklı farklı şeyleri konuşuyoruz.
Memleket gündeminde bu mesele, hatta dünya gündeminde.
O kadar ki, MHP’li siyaset adamlarından Ahmet Çakar, “Yeter artık, bütün dünyaya rezil oluyoruz!” diyerek bu işe bir an evvel çok ciddi bir şekilde el atılmasını istiyor.
Birçok yerden aynı şeyleri duyuyorum, bu iş uzadıkça Türkiye’nin “imajı” darbe almaya devam edecek, deniyor.
Öte yandan…
Bütün izlerin birbirinden ayrılması da o kadar mühim ki…
Şimdi ben, bu işlere hiç girmediğim halde, “Şu gazetecilere bak, şu hallere bak!” yollu sataşmalardan etkilenmiyor muyum?
Elbette etkileniyorum.
Bu memlekette, ne kadar “şeffaf” yargı mensubu, gazeteci, siyasetçi, bürokrat, sivil toplum çalışanı varsa “izlerin birbirinden ayrılmasını” ve ak ile karanın belli olmasını istiyor!..
Bakın;
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, sorguculardan özellikle “çok şeyler beklenen” ikisinin son derece başarısız oldukları Habertürk canlı yayınında, “bazı uygulamalardan” şikâyetçi oldu.
“Anama, hanımına küfredenler ön kapıdan girip arka kapıdan çıktı!” cümlesini izleyen gençlerin kafalarında, “Vay bir de benim başıma bir şey gelse?” sorusu yer etmemiş midir?
Bu durumdan birçok yargı mensubu da rahatsızdır şüphesiz.
Birçok olayda görüyoruz; birinin kafasını gözünü patlatanlara sonuçta bir şey olmuyor.
Kafalar, gözler patladıklarıyla kalıyor!..
Bunun kabahatlisi kim?
Polisler, “Biz ne yapalım, işimiz yakalayıp savcıya teslim etmek!” diyor.
Yargılama makamında bulunanlar, eldeki kanunları uyguladıklarını ve kanun çıkarma yetkisine sahip olan Meclis’in gerekli adımları atması gerektiğini söylüyor.
Vekiller, bilmem ne diyor?
Ve her kim ne derse desin, memleketin zemini aşınıyor, özellikle gençlerin içine düştükleri “ümitsizlik” bunalımı gittikçe koyulaşıyor.
*
Evet…
Türkiye, uzun yıllar evvel, benzeri gündem maddeleriyle çalkalanıyordu.
“Kimyam değişti!” diyenleri izliyorduk.
Medyanın ve bugün bir kısmı hâlâ pek muteber olan “gazetecilerin” ilişkilerini gündeme getiriyorduk.
Aradan yıllar geçti.
Unuttuk…
Ve…
Bugün, hatırladık eski günleri.
Gençler olan biteni bugünün işleri zannediyor.
Oysa bunlar kronikleşmiş rahatsızlıklar!”
*
Ben, bu işlerin “çözümsüz” olduğunu neredeyse kabullenmiş durumdayım!..
Dahası “Yeni Türkiye” ne demek, onu bile bilmez, bilemez haldeyim.
Türkiye’nin “yerli savunma sanayi alanındaki hamleleriyle” gurur duyuyor, yapılanlar içinde iyi olanları ayırıp anlatmaya çalışıyor ve “zararlı” olduklarını düşündüğüm uygulamaları da “ikaz demetleri” halinde gündemine alıyorum.
*
“Taşıyamayacağımız yükü yüklemeyeceğini” bildirerek biz aciz kullarına şefkat ve merhamet eden Yüce Rabbim’e sonsuz şükürler olsun.
Yüce Rabbim’im şefkat ve merhametine sığınarak
“kalbime” sesleniyorum:
“Sakın ha, servete
şöhrete meyletme!..
Sakın ha, Allah’tan
başkasına kul olma!..
Ömür bir nefes,
bilemedin üç, hadi en fazla beş!..
Çalış, çabala,
vesilelere tevessül et.
Ötesine takma!..
Dua müminin silâhı,
sakın unutma!..”