Seçmen siyasetinde din faktörü
Sandık başına giden bireyin davranışı siyasal eylemin en
etkin yollarından biridir. Zira seçimlerin yapılış amacı, siyasal iktidarların
kararlarını etkilemek, destekledikleri siyasal yapıları iktidara taşımak ya da
herhangi bir siyasal yapılanmayı engellemek içindir. Bu açıdan özellikle
siyasallaşma düzeyi yüksek olan demokratik toplumlarda birey yaşamının tüm
alanlarının siyasal uzantıları veya siyasal yönelimlerin muhakkak bilinçaltı
bir alt yapısı bulunmaktadır.
Siyaseti, bireyin toplumsal yaşamının değişik cephelerinde
ortaya çıkmış olan tüm eylemlerin bir bileşkesi olarak da kabul edebiliriz.
Siyasal partilerin toplumu etkilemeleri dışında birçok
faktörün etkisi altında gelişen seçmen davranışları doğal olarak ülkenin veya
bölgenin siyasal yapısını ve geleceğini de derinden etkilemektedir. Asıl mesele
ise seçmen tercihlerini etkileyen bu faktörlerin niteliğinin dönemsel olup
olmadığı, tercihlerin değişimine yol açan etkenlerin neler olduğudur. Çünkü
topluma yeni projeler götürecek siyasetçilerin toplumun değer yapısını çok iyi
bilmeleri ve o değerler sisteminin hangi yöne doğru seyrettiğini iyi tespit
etmeleri, ileri sürülecek projelerin sağlıklı olması ve yaşama geçirilebilmesi
bakımından büyük önem taşımaktadır.
Şu bir gerçek ki seçmen tercihlerinde etkili bir faktör
olduğu düşünülen din algısının bireylerin siyasal değerlerine etkisi günümüzde
siyaset sosyolojisinin önemli bir alt başlığıdır.
Dinler, genellikle içlerinden çıktıkları toplumun
değerlerini yansıtmakla birlikte evrensellik iddiası taşıdıklarından,
doğdukları ortam değiştikten sonra da varlıklarını sürdürürler. Bu etkinin
siyasal yaşama yansıması siyaset açısından belirleyicidir. Gerçekte dinler,
getirdikleri Kurallar ve inançlardan çok din adına konuşan ve yorum yapan
insanların davranışlarına göre değerlendirilir.
Dinlere mal edilen yorum ve davranışları ise o toplumun o
andaki koşulları belirlemektedir. Bunun temelinde yatan asıl neden; dinin
gerçekte insanlık tarihinin pek çok döneminde iktidara dahil edilmeyen halk
tabakalarının üstteki seçkin/yönetici zümrelere karşı kendini tanımlama ve
konumlandırmasında önemli bir dayanak noktası olmasıdır. Dinin tarihsel görevi
olarak adlandırılabilecek bu durum; olağanüstü dönemlerde dinin halk için bir
ideoloji işlevi üstlenmesi, olağan durumlarda ise iktidarı meşrulaştırma
işlevini yerine getirmesi ile görünür olmaktadır.
Bundan hareketle din, bir ülkenin az gelişmiş bölgelerinde
geleneksel güç ilişkilerini pekiştirirken daha gelişmiş bölgelerde ise bir
protesto biçimi olarak işlev görür. Din, toplumun bir fonksiyonudur ve toplumun
kendi kendini doğrulaması, sorgulaması ya da yadsıması fonksiyonunu ifade
etmektedir. Din, bir yandan bütünleştirici güçlerin en kuvvetlisi, diğer yandan
toplumsal çözülmeye yol açan ve toplumu yeni bir temel üzerinde bütünleştirmeyi
amaçlayan bir güçtür.
Siyasal sistem açısından din, siyasal otoriteyi
yönetilenlerin gözünde meşrulaştıran, yönetilenlerin itaatlerini sağlayan bir
yapı olarak belirmekte ve işlev görmektedir. Dinin bazı davranışları
özendirmesinin yanında, siyasi iktidarın bazı davranışlarına da meşruluk kılıfı
hazırlaması siyasi sistem açısından önem taşımaktadır. Tüm dünyada Siyasal
iktidar ve meşruluk bağlamında dinin bu kadar önemli olması, onun ancak siyasal
iktidarı kutsayıcı özelliği ile açıklanabilir.
Tarih boyunca dini meşruiyet aracı olarak kullanmayan bir
iktidar yok gibidir. Kendisini din dışı ilan eden iktidarlar bile(12 Eylül
cunta iktidarı) dinin toplumsal birliğe hizmet eden ritüellerini kullanmaktan
geri durmamışlardır. Hatta çoğu zaman siyasal iktidarın kendi dini ritüellerini
yarattığı ve onu esas aldığı bir gerçektir.
Hukuk ve siyaset tarihinin en güçlü ve en eski meşruiyet
aracı olan din günümüz dünyasında bile modern değerlere uygun bir şekilde
gücünü korumaktadır.
Evet, tarih boyunca iktidarlar, vazgeçilmez hazineleri olan
dini siyasal bir müdahaleye tabi tutmuş, onu politik saiklerle yeniden
yorumlamış ve onun aracılığıyla toplumu yeniden biçimlendirmek istemişlerdir.
Dini, belki kendisi uğruna olmaktan ziyade, toplumun istikrarı ve otorite
açısından kaçınılmaz saymışlardır.
Ayrıca din, sosyoekonomik ve psikolojik istikrarın ana
kaynaklarındandır. Bu açıdan dinsel veya seküler olsun, din alanı iktidarların
üzerinde uzlaştıkları bir konu, toplumu bir arada tutan değerlerin vazgeçilmez
önemidir. Siyasal açıdan toplum, yaşayan bir organizma olduğuna göre duygu ve
inançları vardır. Buna göre toplumu bir arada tutan inanç ve dogmalardır. Bu
inanç ve dogmaların ana kaynağını oluşturan dinler, genellikle içlerinden
çıktıkları toplumun değerlerini yansıtmakla birlikte evrensellik iddiası
taşıdıklarından, doğdukları ortam değiştikten sonra da varlıklarını
sürdürürler.
Çok partili hayatın başlangıcından itibaren din ve siyaset
ilişkileri bağlamında Türk siyasal sisteminde söz konusu olan pek çok olay,
seçmenin davranışlarının dinsel değerler üzerinden tartışılmasına neden
olmuştur. Çünkü Türk siyasal sisteminde din ve siyaset ilişkilerine yönelik
çoğu olay karşısında seçmenlerin sergiledikleri tutumlar ve davranışlar,
bireysel anlamda kendilerini konumlandırdıkları dindarlık düzeylerine bağlı
olarak tarafında yer aldıkları toplumsal kesimler açısından belirleyici
olmuştur. Bununla birlikte, siyasal yaşamda siyasal sistem ve seçmen tercihlerinde
kutuplaşma yaratmadığı öne sürülen dinin, aynı kutuplaşmayı iktidar
ilişkilerini değerlendirmede sürdürmesi Türk siyasal sisteminin genel
özelliklerinden biridir.