Seçmek
Her yol bir tercihtir.
Her tercih bir kaybediş. Kaybederek başlıyoruz. Kayıp… Geç kalmak da erken
gelmek de kaybedişle sonuçlanıyor. Seçmek elimizde değil. Buna rağmen ömür defterinin yazanı da yananı
da biziz. Yanmaya, kanmaya geldik. Şu fâniliğe kanıyoruz, bir de ardından
yanıyoruz.
Geceyi seçen gündüzü,
gündüzü seçen geceyi kaybediyor. Işığı seçen, karanlığı kaybediyor. Karanlığı
kaybetmek, iyi midir? Değilse tüm kaybedişler kötüdür. Neyi neyden ayırarak
seçiyoruz? Seçmek, irademizle midir? Değilse kadere boyun büküp yola devam mı
edeceğiz? Önümüzde bulduğumuz nasibimiz midir? İtiraz hakkımız var mıdır, varsa
nereye itiraz edeceğiz? Hayat biraz da gizemli yol gibi değil midir?
“Hikmetinden sual olunmaz.” dediğimiz ve yaşadığımız çok olay vardır. Memnun
değiliz ama kaçamıyoruz da. Kabullenip
yürüyoruz.
Seçmek, irademizin
ortaya çıkışıdır. İrademizin üstündeki tozları silkip kendimize gelmektir.
Şahlanmaktır, canlanmaktır, hayat bulmaktır. Minnet yüklenmeden mihnete razı
olmaktır. Çileye talip olmak, sabretmektir. Cesarettir. Ferasettir. İyi de kötü
de bizim eserimizdir ama taklit değildir. Bize ait olanın doğruluğunu,
iyiliğini, güzelliğini yaymak da sorumluluktur.
Seçmek zordur. Tecrübe
gerekir. Katlanmaktır. Seçilenin ardında durmak güç ister. Bir yolu seçmişseniz, o yolda sizi nelerin
beklediğini bilemeyebilirsiniz ama ileride neyle karşılaşırsanız karşılaşın var
gücünüzle zorluklara karşı koyamadıktan sonra silinirsiniz. Silinmek yok
olmaktır. Ağırdır silinmek.
Dünya, insanın seçemedikleriyle
mücadelesine sahnedir. Bu sahnede yeri gelir itiraz olur, yeri gelir isyan
olur. Bir hakkımız var mıdır? Yoksa razı
olmak mı düşer bize? Vakitsiz gelir
gelen. Giden de vakitsiz gitmiştir. Size seçmeye imkân kalmamıştır. Zamanı siz
kurmuyorsunuz. Saati ayarlayan kimdir? Bu sahnede rollerini beğenmeyen nice
insan vardır. İnsanız. Hatamızı biz mi seçiyoruz yoksa bize hata mı
yaptırılıyor? Hata yapmak rolünü, bu sahnede üstlenen insan az mıdır? Hep
doğruyu seçmek veya o rolü icra etme iradesine sahip olmak nasıldır? Ömür defterini karalayanın yetkisi veya
sorumluluğu nedir? Kalemi tutan ben miyim? Yazıyı ben mi yazıyorum yoksa
önceden yazılanın üstünden mi geçiyorum? Kafamızda deli sorular! Cevabı olmayan
sorulardan girdiğimiz imtihan dünyası. Seçtik mi, belli değil ama seçildik, bu
kesin!
Ali İzzet Özkan tam da
hâlimizi anlatıyor: “Kader torbasına elim
uzattım/Tecelli kâğıdım karalı çıktı/Ömür defterine bir yol göz attım/Dertlerim
içinde sıralı çıktı” Şimdi seçmek fiili kimindir, kim seçmiştir bu
dertleri? Muhatabıyız yaşadıklarımızın. Sevap da günah da bize muhatap
kılınmış. Bu çetin imtihandan çıkmak kolay mı? Dağların ardında ırmaklar,
bahçeler, çiçekler, meyveler var ama o dağı aşmak kolay mı? Güzele takılmadan
ötesini görebilmek, mümkün müdür? Sûretlerin en büyük engel olduğunu biliriz,
biliriz de yine de bir ava düşer gibi düşeriz. Bile bile düşeriz o ava. Çırpınırız, dövünürüz, kendimizden geçeriz.
Kaybederiz çünkü yine olmayacak olanı seçmişizdir.
Yaşadıklarımızın
hesabını ödeyeceğimizi biliyoruz. Peki, yaşayamadıklarımızın hakkı, ne olacak
bu hak? Gözümüze düşen, gönlümüze düşen ama bizim olmayan ne varsa hepsinin
imtihanıyla geçen şu ömrün hesabı zor, zordan da öte acı ve çile. Belki kaybediş,
yok oluş, yanış… Yine de düşe kalka ve bile bile o ateşli yolu seçmek de insana
yakışan hata. Evet, hatanın da yakışanına talip olmalı. Niçin varız, neden bu
yolu seçtik ki? Yok, olmuyor! Sefere çıkmak bizim seçimimiz ama zafer belli
değil. İnsanız. Kazanmak da kaybetmek de nasip değil midir? Bilinmez ömür defteri kaç sayfadır. Yine de
son sayfada yer kalsın. Kim bilir o son sayfa kurtuluş reçetesidir. O son sayfa
en güzeli seçmek olsun, en güzelle son bulsun. Ve Emrah söylesin son sözü:
“Emrah der ki düştüm
dile
Bülbül figan eder
güle
Güzel sevmek bir sarp
kale
Ya alınır ya
alınmaz.”