Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


​Seçimlere Yeni Malzeme: Başörtüsü Pansumanı

“Onlar şerlerinden emin oldukları için dostlarını uzak tuttular.

Kendilerine bağlamak için düşmanlarını yakınlaştırdılar.

Yakın tutulan düşman dost olmadı.

Ama uzak tutulan dostları düşman oldu.

Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu”

(Ebu Muslim Horasanî).

Anayasanın iki maddesinin değiştirilmesi ile ilgili gündem, temelde “başörtüsü” ve “ailenin korunması” konularına odaklanmaktadır. Bu konuların her ikisi de;“ülkemizintoplumsal ve sistemik sorunları”bağlamında konuya baktığımızda “birincil gündem” maddesi olmaya elverişli değil. Zaten basına yansıdığı kadarıyla, başörtüsü konusunda getirilmesi önerilen düzenlemeler de soruna ya hiç veya köklü çözüm olmaya elverişli değil. Öyleyse, bu Anayasa değişikliğinin asıl amacı nedir?

Öncelikle aile ile ilgili çok sayıda yazı yazılması mümkün ve yazılan da çok şey var. Bu konudaki toplumsal sorunları çok daha kolay çözmek mümkün iken, çok az sayıda kişiyi ilgilendiren çok istisnai bir konuyu çözmeye odaklanmaktan ibaret bir yaklaşım var ortada. Aile kurumu kökten tahrip edilmişken, LGBT olarak bilinen konudan ibaret bir çalışma,dar alanda top çevirmekten ibaret kalıyor. LGBT ile ilgili olarak, sorun Anayasanın 41.maddesindeki “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.” hükmündeki “eşler arasında” ibaresine takılıyor. Oysa Medeni Kanun m.134’te “Birbiriyle evlenecek erkek ve kadın, içlerinden birinin oturduğu yer evlendirme memurluğuna birlikte başvururlar.” hükmü ile, evlenmenin sadece “erkek ve kadın” arasında yapılabileceği Kanunda açıklıkla ifade edilmiştir. Bu nedenle, Türk Hukuku açısından eşcinsel evlilik hukuken mümkün değildir. Kaldı ki, bu husus bir özgürlük konusu da değil,kamu düzeninin ihlali niteliğinde bir durumdur. Hiçbir hukuk sistemi kamu düzeninin bozulmasına izin vermez, bireyin kendi rızası olsa bile…Biz fıtratın isterleri ve bu doğrultuda insanlığın genel kabullerine odaklı düzenlemeleri esas alıp, fıtratını bozan kişilere veya fıtratın isterlerine ve bu doğrultuda insanlığın genel kabullerine aykırı hareket edenlere “kamu düzenini bozan” olarak bakmak durumundayız. Dolayısıyla, Anayasa değiştirmeye gerek olmadan aile konusunda millî ve manevî değerlerimize aykırı aile/boşanma yönetimi,uzun süren boşanmalar, süresiz nafaka, velayet üzerinden çocuğun silah ve sigorta olarak kullanılması, şirket tasfiyesi gibi olan mal rejimi, kadının beyanının esas alınması, uzaklaştırma kararları, aile reisliği, İstanbul Sözleşmesi ve CEDAW sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerin iç hukukumuza aktarılmış hükümleri, zina ve ahlaksızlığın yaygınlaşmasıgibi aileyi kökünden tahrip eden konularda yapılacak düzenlemeler dururken, toplumda çok çok istisna olan ve Medeni Kanun m.134 ile de önü kesilmiş bulunan bir konuda, Anayasa değişikliği yapılmasının,aileyi korumaya ne kadar hizmet edeceğini sormadan edemiyorum… Özellikle de “milli ve manevi değerlerimizin korunması” taleplerine kulak tıkayarak yol yürümek, Ebu Muslim Horasanî’nin ifadesindeki gibi bir “arka bahçe” kültürünün uzantısı olduğu düşüncesi geliyor akla.

İkinci Anayasa değişikliği düşüncesi de başörtüsü konusunda, Anayasanın 24. Maddesindeki “Din ve Vicdan Özgürlüğü” konusuna bir cümle eklenmesi şeklinde planlandığı Adalet Bakanlığı bağlamında basına yansımış bulunmaktadır. Burada soru şu: Başörtüsü problemi Anayasanın “Din ve Vicdan Özgürlüğü” ile ilgili mi gündeme gelmişti ki, bu maddede değişiklik yapılınca çözülecek.Hatırlayalım, başörtüsünün engellendiği zamanlarda, “Din ve Vicdan Özgürlüğü” ihlali nedeni olduğu için engellendiği iddia edilmedi hiçbir zaman… Ne denilmişti? Başörtüsü laiklik ilkesi ile çelişmektedir. Eeeee biz ne yapmaya çalışıyoruz öyleyse? basında "Dini inancı gereğince kimsenin kılık kıyafetine tahdit konulamayacağı" şeklinde bir düzenleme düşünüldüğü yazılmış. Bu cümle Anayasa m.24’e eklenince laiklik ilkesi ihlal edilmez hale mi gelecek? Bu düşünce şekli son derece sığ bir hukuk vizyonu demektir. Sorun laiklik ile ilgili olduğuna göre, Anayasa m.24’ün laiklik ilkesi ile ilişiklendirilmesi gereklidir. Bu ilişiklendirme olmadan, yapılan hiçbir düzenleme sorunu çözmez.

Öte yandan, madem Anayasa değiştiriliyor, bu ve bunun dışındaki benzer her türlü “sorunu kökten çözecek bir formül” getirilmesi gerekli değil midir? Anayasa m.24’e;

Laiklik ilkesi, kişilerin dini inançlarına uygun yaşamalarını engelleme amacıyla kullanılamaz.”

veya

“Laiklik, kişilerin din ve vicdan hürriyetini serbestçe yaşayabilme hakkını sınırlandırma amacıyla kullanılamaz.”

anlamında bir hüküm eklense bu ülkede din ve vicdan özgürlüğü mutlak olarak bütün paydaşlar için sağlanır. Ondan sonra da kimse lehinde veya aleyhinde “dini, siyasete alet edemeyecek hale gelir”ve herkes“dini siyasete alet ediyor” ithamından da kurtulur. Dinin siyasete alet edilmediği ve dinsizliğin de siyaset haline getirilmediği bir model çıkar ortaya.Dini inanç alanı kişilerin mutlak özgür tercihlerine bırakılmış bir koruma alanı haline dönüşür. Farklı mezheplere mensup kişiler, farklı dinlere mensup kişiler ve hatta ateistler bile inancını seçme ve seçtiği inancı da özgürce yaşayabilme hakkını elde etmiş olurlar. Din ve Vicdan Hürriyeti konusunda “Eşit Vatandaşlık” mutlak olarak sağlanmış olur.Laik Devletin Sünni-Hanefi Diyaneti ve 5D Formülü başlıklı köşe yazımızda belirttiğimiz modelle, hiçbir inancın“dayatması veya dışlaması” yapılmayan bir toplumsal yapı kurmamız mümkündür ve gereklidir de artık.

Gördüğümüz o ki, seçimlerde “halkı din ekseninde kutuplaştırmak” için iktidar ve muhalefet “elbirliği içinde”bir malzeme üretme zemini arıyor yine. Bunu da anayasanın bu maddeleri üzerinden yapmayı planlıyor. Bu yolla, her iki ittifaktan da beklediği çözümleri bulamayan, ikisinin de iki asırdır ülkemizi esir almış bulunan “sistem sorunu” ile ilgili çözümsüzlüğünü görüp, millî ve manevî değerlerimize ve ülkemizin gerçeklerine uygun, milletimizin genetik kodları ile uyumlu “yeni bir sistem” kuracak yeni yapılanmaların önünü kesme girişimi olduğunu görüyoruz. Oysa, bu iki maddeden çok daha öncelikli “toplumsalve sistemik sorunları” çözmek varken veya bu sorunları kökten çözecek formüller varken pansuman tedavisi yapılması vücuttaki kanserli hücreleri/organları tedavi etmiyor…

Kur’anın ilk emri “oku”dur, “dinle” değil (Ali Şeriati).