Seçimlere Yeni Malzeme: Başörtüsü Pansumanı
“Onlar şerlerinden emin oldukları için dostlarını uzak tuttular.
Kendilerine bağlamak için düşmanlarını yakınlaştırdılar.
Yakın tutulan düşman dost olmadı.
Ama uzak tutulan dostları düşman oldu.
Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu”
(Ebu Muslim Horasanî).
Anayasanın iki maddesinin değiştirilmesi ile ilgili
gündem, temelde “başörtüsü” ve “ailenin korunması” konularına
odaklanmaktadır. Bu konuların her ikisi de;“ülkemizintoplumsal ve sistemik sorunları”bağlamında
konuya baktığımızda “birincil gündem” maddesi olmaya elverişli değil. Zaten basına
yansıdığı kadarıyla, başörtüsü konusunda getirilmesi önerilen düzenlemeler de
soruna ya hiç veya köklü çözüm olmaya elverişli değil. Öyleyse, bu Anayasa
değişikliğinin asıl amacı nedir?
Öncelikle aile ile ilgili çok sayıda yazı yazılması
mümkün ve yazılan da çok şey var. Bu konudaki toplumsal sorunları çok daha
kolay çözmek mümkün iken, çok az sayıda kişiyi ilgilendiren çok istisnai bir
konuyu çözmeye odaklanmaktan ibaret bir yaklaşım var ortada. Aile
kurumu kökten tahrip edilmişken, LGBT olarak bilinen konudan ibaret bir
çalışma,dar alanda top çevirmekten ibaret
kalıyor. LGBT ile ilgili olarak, sorun Anayasanın 41.maddesindeki “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler
arasında eşitliğe dayanır.” hükmündeki “eşler
arasında” ibaresine takılıyor. Oysa Medeni Kanun m.134’te “Birbiriyle evlenecek erkek ve kadın, içlerinden birinin oturduğu yer evlendirme
memurluğuna birlikte başvururlar.” hükmü ile, evlenmenin sadece “erkek
ve kadın” arasında yapılabileceği Kanunda açıklıkla ifade edilmiştir.
Bu nedenle, Türk Hukuku açısından eşcinsel evlilik hukuken mümkün değildir.
Kaldı ki, bu husus bir özgürlük konusu da değil,kamu düzeninin ihlali niteliğinde
bir durumdur. Hiçbir hukuk sistemi kamu düzeninin bozulmasına izin vermez, bireyin
kendi rızası olsa bile…Biz fıtratın isterleri ve bu doğrultuda
insanlığın genel kabullerine odaklı düzenlemeleri esas alıp, fıtratını bozan
kişilere veya fıtratın isterlerine ve bu doğrultuda insanlığın genel
kabullerine aykırı hareket edenlere “kamu
düzenini bozan” olarak bakmak durumundayız. Dolayısıyla, Anayasa
değiştirmeye gerek olmadan aile konusunda millî
ve manevî değerlerimize aykırı aile/boşanma yönetimi,uzun süren boşanmalar,
süresiz nafaka, velayet üzerinden çocuğun silah ve sigorta olarak kullanılması,
şirket tasfiyesi gibi olan mal rejimi, kadının beyanının esas alınması,
uzaklaştırma kararları, aile reisliği, İstanbul Sözleşmesi ve CEDAW sözleşmesi
gibi uluslararası sözleşmelerin iç hukukumuza aktarılmış hükümleri, zina ve
ahlaksızlığın yaygınlaşmasıgibi aileyi
kökünden tahrip eden konularda yapılacak düzenlemeler dururken,
toplumda çok çok istisna olan ve Medeni Kanun m.134 ile de önü kesilmiş bulunan
bir konuda, Anayasa değişikliği yapılmasının,aileyi korumaya ne kadar hizmet
edeceğini sormadan edemiyorum… Özellikle de “milli
ve manevi değerlerimizin korunması” taleplerine kulak tıkayarak yol yürümek,
Ebu Muslim Horasanî’nin ifadesindeki gibi bir “arka bahçe” kültürünün uzantısı
olduğu düşüncesi geliyor akla.
İkinci Anayasa değişikliği düşüncesi de başörtüsü
konusunda, Anayasanın 24. Maddesindeki “Din ve Vicdan Özgürlüğü” konusuna
bir cümle eklenmesi şeklinde planlandığı Adalet Bakanlığı bağlamında basına
yansımış bulunmaktadır. Burada soru şu:
Başörtüsü problemi Anayasanın “Din ve
Vicdan Özgürlüğü” ile ilgili mi gündeme gelmişti ki, bu maddede değişiklik
yapılınca çözülecek.Hatırlayalım,
başörtüsünün engellendiği zamanlarda, “Din
ve Vicdan Özgürlüğü” ihlali nedeni olduğu için engellendiği iddia edilmedi
hiçbir zaman… Ne denilmişti? Başörtüsü
laiklik ilkesi ile çelişmektedir. Eeeee biz ne yapmaya çalışıyoruz öyleyse?
basında "Dini inancı gereğince
kimsenin kılık kıyafetine tahdit konulamayacağı" şeklinde bir
düzenleme düşünüldüğü yazılmış. Bu cümle Anayasa m.24’e eklenince laiklik
ilkesi ihlal edilmez hale mi gelecek? Bu düşünce şekli son derece sığ bir hukuk
vizyonu demektir. Sorun laiklik ile ilgili olduğuna göre, Anayasa
m.24’ün laiklik ilkesi ile ilişiklendirilmesi gereklidir. Bu ilişiklendirme
olmadan, yapılan hiçbir düzenleme sorunu çözmez.
Öte yandan, madem Anayasa değiştiriliyor, bu ve bunun
dışındaki benzer her türlü “sorunu kökten
çözecek bir formül” getirilmesi gerekli değil midir? Anayasa m.24’e;
“Laiklik ilkesi, kişilerin dini inançlarına uygun
yaşamalarını engelleme amacıyla kullanılamaz.”
veya
“Laiklik,
kişilerin din ve vicdan hürriyetini serbestçe yaşayabilme hakkını sınırlandırma
amacıyla kullanılamaz.”
anlamında
bir hüküm eklense bu ülkede din ve vicdan özgürlüğü mutlak olarak bütün
paydaşlar için sağlanır. Ondan sonra da kimse lehinde veya aleyhinde “dini, siyasete alet edemeyecek hale gelir”ve
herkes“dini siyasete alet ediyor”
ithamından da kurtulur. Dinin siyasete alet edilmediği ve
dinsizliğin de siyaset haline getirilmediği bir model çıkar ortaya.Dini
inanç alanı kişilerin mutlak özgür tercihlerine bırakılmış bir koruma alanı
haline dönüşür. Farklı mezheplere mensup kişiler, farklı dinlere mensup kişiler
ve hatta ateistler bile inancını seçme ve seçtiği inancı da özgürce yaşayabilme
hakkını elde etmiş olurlar. Din ve Vicdan
Hürriyeti konusunda “Eşit Vatandaşlık”
mutlak olarak sağlanmış olur. “Laik Devletin Sünni-Hanefi Diyaneti ve 5D Formülü” başlıklı köşe yazımızda belirttiğimiz
modelle, hiçbir inancın“dayatması veya dışlaması”
yapılmayan bir toplumsal yapı kurmamız mümkündür ve gereklidir de artık.
Gördüğümüz
o ki, seçimlerde “halkı din ekseninde kutuplaştırmak” için iktidar ve muhalefet “elbirliği içinde”bir malzeme üretme
zemini arıyor yine. Bunu da anayasanın bu maddeleri üzerinden yapmayı
planlıyor. Bu yolla, her iki ittifaktan da beklediği çözümleri bulamayan,
ikisinin de iki asırdır ülkemizi esir almış bulunan “sistem sorunu” ile
ilgili çözümsüzlüğünü görüp, millî ve manevî değerlerimize ve ülkemizin
gerçeklerine uygun, milletimizin genetik kodları ile uyumlu “yeni bir sistem” kuracak yeni
yapılanmaların önünü kesme girişimi olduğunu görüyoruz. Oysa, bu iki
maddeden çok daha öncelikli “toplumsalve sistemik sorunları”
çözmek varken veya bu sorunları kökten çözecek formüller varken pansuman
tedavisi yapılması vücuttaki kanserli hücreleri/organları tedavi etmiyor…
Kur’anın ilk emri “oku”dur, “dinle”
değil
(Ali Şeriati).