Seçimler Yaklaşırken Ekonomiye Bakış
Ekonomiye devlet müdahale etmeli mi etmemeli mi tartışması iktisat bilimcileri arasında hiç bitmeyen tartışmalar arasındadır. Devletin ekonomiyi tamamen yönetmesini isteyen Marksist sistem bir taraftayken diğer tarafta devletin hiçbir şekilde ekonomiye müdahale etmemesi gerektiğini savunan klasikler piyasanın "görünmez el" ile kendi kendini düzelteceğini söylemektedir. Ancak 1929 yılında yaşanan "Büyük Buhran" var olan liberal ekonomi teorilerinin tekrar sorgulanmasına yol açmıştır. Kriz sonrasında krizi açıklayan Keynesyen teoriler uygulanmaya başlanmış ve devletin ekonomideki etkinliği artarak 1970'li yıllara kadar devam etmiştir. Bu süreçten sonra da devlet bir şekilde ekonomiye müdahale etmeye devam etmiştir.
Ekonomi ve siyaset birbirinden asla ayrı düşünülemeyecek kavramlardır. Ekonomi ve siyasetin ilişkisi kendini günlük hayatın her anında hissettirir. Siyasi kararların mutlaka ekonomik bir sonucu olacağı gibi ekonomik sorunların da siyasi sonucu olacaktır ki seçim sonuçları ile bu etkiyi görebiliriz. Halk sandık başına gittiği zaman ideolojilerine göre hareket ederek bir siyasi seçim yaparlar. Yapılan seçim neticesinde hangi partinin veya partilerin parlamentoda yer alacağı, hükümeti kuracak ve muhalefette kalacak partiler belirlenir. Uygulanacak politikalar neticesinde iktidar parti iktidarını devam ettirmek ister muhalefet partileri de iktidara gelebilmek için politikalarını günceller veya değiştirebilirler. Ancak partilerin ideolojik yapısı bu değişime ne derece müsaade eder (?)
Seçmen davranışlarını genel olarak ideoloji, medyada çıkan haberler ve baskı (çıkar) grupları etkilemektedir. Ancak şu kısım asla unutulmamalıdır. Seçmenlerin oy kararları sosyolojik, psikolojik, dini ve etnik unsurlar ile değişebilmektedir. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki seçmenler iktidarın yakın zamandaki ekonomik performanslarına göre oy vermektedirler. Enflasyon, işsizlik ve büyüme rakamları, seçmenlerin oy kararlarını doğrudan etkileyen ekonomik göstergelerdir. Gelişmiş ülkelerde seçmenler enflasyon oranlarına göre oylarını verecekleri partiyi belirlerken gelişmekte olan ülkelerde işsizlik oy kararlarını etkilemektedir.
Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere Merkez Bankasının temel amacı fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmektir. Bu fiyat istikrarını sağlamak için çeşitli araçlar kullanmaktadır. Merkez Bankasının bağımsızlığı ilkesi gereği siyasi idareden emir ve talimat alarak politika belirlemez. İktidarda olan siyasi parti ekonomideki gelişmelerden sorumlu tutulup bir sonraki seçimde hesap vermek zorundayken Merkez Bankası belirlediği enflasyon hedefine ulaşmaması neticesinde hesap verdiği mercii tarafından bir yaptırıma uğramaz ve tekrar seçilme gibi problemleri de bulunmamaktadır. Ancak Merkez Bankasının başarısızlığını halk siyasi iradeden sormaktadır.
Hükümetin yapabileceği enflasyonu azaltıcı politikaları incelediğimiz zaman devlet harcamalarının azalması ve vergilerin artırılması olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet harcamalarının kısılması neticesinde enflasyonun azalacağı gibi aynı zaman da büyüme de azalır ve işsizlik artar. Bu politika hükümetin seçim öncesi uygulamayı göze alamayacağı bir politika olarak görülmektedir ki bu politikanın rasyonelliği tartışılır. Bunun gibi vergi oranlarında bir artış enflasyonda önce bir artış daha sonra bir azalış göstererek etkisini 18 ay sonra göstereceği için yine uygulanması zor bir politikadır. Kısa süreli etki eden araçlar daima Merkez Bankası'nın para politikası araçları olmuştur.
Ekonomi ve siyaset arasında güçlü bir bağ olduğunu biraz daha net bir şekilde görmüş olduk. Ekonomi politikaları ülkelerin sosyolojik yapısına göre değişkenlik gösterebilmektedir. Her ülkenin harcama yapısı ve alışkanlıkları farklıdır. Bazı ülke insanları, savaş söylentileri olduğu zaman harcama yapmazken başka bir ülke insanları harcamalarını artırıp stok yapmaktadır. Bundan dolayı ekonomi politikaları halkın sosyolojik yapısını analiz edip buna göre uygulanması gerekmektedir.