Seçim sonrası beklentiler
Türkiye'nin, bugünkü durumuyla yakın tarihteki pozisyonu kıyaslandığında elbette dünkü Türkiye değil. Ancak "Yeni Türkiye" imajını bolca cilaladığımız bir dönemde eski Türkiye'ye oranla nelerin değiştiğinin muhasebesi yapıldığında, sadece iktidarın ürettiği pozitif iklim sayesinde elde edilen bazı kazanımların "Yeni Türkiye" söyleminin içini tamamıyla doldurduğu ve gelecek adına umut vadettiği söylenemez. Bir Siyasal kampanya enstrümanı olarak "Yeni Türkiye" söylemi kulağa gayet hoş geliyor ama Yeni Türkiye kompozisyonunda aklımıza gelen öncelikli iki konu, iktidar gücünden dolayı arızi olarak ayakta duran-başörtüsü gibi- bazı özgürlükler ve ülkenin zaten yapmakta son derece geç kaldığı bayındırlık yatırımlarından başkası değil.
Yeni Türkiye hala darbe dönemi ürünü çağdışı bir anayasa ile yönetiliyor. 2002-2003 döneminde girişimleri başlatılan ama daha sonra rafa kaldırılan "idari reform" hala sonuçlandırılmış değil. Yerel yönetimler reformu yarım kaldı, tamamlanamadı. Hukuk sisteminde yapılması gereken reform hala taslak olarak bilgisayarlarda kayıtlı, uygulamaya geçebilmiş değil. AB uyum yasaları kapsamında TBMM'den geçirilen pek çok yasa ülkenin sosyolojik yapısıyla uyum arz etmiyor, YÖK gibi, Anayasa mahkemesi gibi darbe ürünü kurumlar hala ayakta duruyorlar. Bütün siyasi partilerin şikayetçi olduğu ama bir türlü değiştirilemeyen siyasi partiler kanunu ve seçime ilişkin yasalar hala yürürlükte. Dolayısıyla samimi bir tarama yapıldığında eski Türkiye'ye ait pek çok yaranın kanamaya devam ettiği ortada. Bunları bir eleştiri olarak değil ilerleyen süreçte neşter vurulmasını arzu ettiğimiz kritik alanlar olarak sıralama ihtiyacı hissediyoruz.
Siyasi organizasyonlara ömür biçmek hem siyaset bilimi hem de realite açısından doğru bir yaklaşım değil. Ancak her biyolojik ve sosyal organizmanın sınırlı bir ömrü olduğu ortada. DP gibi ANAP gibi partiler nasıl siyasi ömürlerini tamamlayıp içlerinden başarılı ya da başarısız yeni siyasi oluşumlar çıkararak hem "siyasi tarihin" hem de "siyaset biliminin" bir inceleme konusu haline geldilerse gerek bugün gerekse yarın iktidarda olan/olacak partiler de bir gün siyasi yaşamlarını tamamlayarak ister istemez elveda diyecekler, bayrağı bir diğerine devredecekler.
Burada esas olan unutulmaz işler yaparak geride kalıcı değerler bırakmaktır. Yani gelecek kuşaklardan emanet aldığımız ülkeye kalıcı, dönüştürücü, esaslı yatırımlar yapmaktır doğru olan. Hukuk, adalet, ekonomi, aile, eğitim, sağlık vb alanlarda yapılan yatırımların fiziki boyutları önemli olduğu kadar zihniyet dönüşümü sağlayacak daha derinlikli yatırımlar da yapmak gerekmektedir. Kültür, sanat ve eğitim faaliyetlerine yapılan yatırımlar kalıcı yatırımlardır. Ana reform alanlarının yanında, toplumsal değişim ve dönüşümü orta ve uzun vadede tetikleyecek alanlara da kalıcı yatırımlar yapmak toplumun geleceğini şekillendirecektir.
Elbette bayındırlık yatırımlarının ülkenin geleceğini kurmada, büyük rolü ve tetikleyici fonksiyonu vardır. Yol, köprü, baraj, havalimanı gibi dev yatırımlar elbette ülkeyi ayağa kaldırır, ekonomisinin sanayisinin gelişmesini kolaylaştırır. Ancak bu yatırımlar hukuk düzeninin sağlıklı işlemediği bir atmosferde hayra değil şerre hizmet eder. Sivil ve özgürlükçü bir anayasanın var olmadığı bir toplumda ekonomik refahın artması diğer bileşenlerin sağlıklı gelişeceği anlamına gelmez. Darbe ürünü kurumların yarın tekrar birer vesayet merkezi olmayacağının garantisini hiç kimse veremez. İktidar el değiştirdiğinde mevcut anayasal, yasal düzenin, resmi ideolojinin bir zulüm makinasına dönüşmeyeceğinin garantisini hiç kimse veremez. Bugün özgürlükçü ve demokrat tavır takınan kimselerin ve kurumların yarın eski hallerine dönmeyeceklerinin garantisi kimsenin elinde yoktur.
Türkiye henüz önündeki fırsatları kaçırmış değildir. 7 Haziran seçimleri büyük bir değişim ve dönüşüm planının ön eşiği olmalıdır. Anayasa ve hukuk reformu, başkanlık sisteminin ihdası, merkezi idare ve yerel yönetimler reformu acil ve öncelikli reform alanlarıdır. Bunlar yapılmadan toplumun önünün açılmayacağını, gerçek anlamda ülkeye demokrasinin gelmeyeceğini, yönetimde verimliliğin, rasyonalitenin sağlanamayacağını, hukukun üstünlüğü tezinin gerçek hayatta karşılık bulmayacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.