'Sayın Erdoğan ve Küskünler Partisi'
Geçtiğimiz günlerde, Ak Parti’nin dikkatle takip ettiği anketlerden çıkan sonuçlara göz atma imkânı bulduk.
Ak Parti
açısından en kötü çıkan ankette “Yüzde 36” görülüyor, “kararsızlar”
dağıtıldığında ise yüzde 42 civarında bir sonuca ulaşılıyor.
Zamanın
aşındırıcı etkisine ve içeriden, dışarıdan bunca yıpratmaya rağmen AK Parti’nin
yüzde 40’ın hayli üzerinde bir “desteğe” sahip olması, okuyucularımızın bir
kısmı için “şaşırtıcı” olabilir.
Beni
şaşırtan bir tarafı yok bu durumun.
“Peki, bugün sandık önünüze gelse mevcutlardan
hangisine oy verirdiniz?” sorusuna “Mecburen AK Parti” karşılığını veren ve
arkasından da “Sırf Reis’in hatırına!” kaydını ekleyen nice vatan evlâdı
biliyorum.
AK Parti ile
bağı zayıflamış, çeşitli sebeplerden dolayı hayal kırıklığına uğramış nice
vatandaşımız, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı farklı bir yere koyuyor ve bundan
dolayı da “Her şeye rağmen Ak Parti” diyor.
Malûm, her
yapının en güçlü tarafı aynı zamanda en zayıf tarafıdır.
Rakibinizi
en güçlü olduğu yerden vurabilirseniz işi bitirirsiniz.
AK Parti’nin
en güçlü, belki de tek güçlü olduğu yer, Sayın Erdoğan’ın birçok rakibini
“emekliye ayırmasını” sağlayan ve kendisini “Dünyanın en fazla hedef alınan
ve en fazla destek gören Lideri” noktasına taşıyan karizması.
Bunca
saldırıya, bunca oyuna, baskıya, tezgâha, sırttan hançerlenmeye ve tekrar
edelim, ‘zamanın aşındırıcı etkisine” rağmen “dimdik” ayakta kalabilmesini
hayretle karşılayan nice “hasmı” var.
Türkiye’yi
“kolay lokma” haline getirmek isteyen “güçler”, “Her yapının en güçlü tarafı aynı zamanda
en zayıf tarafıdır!” gerçeğinden hareketle, Sayın Erdoğan’ın en güçlü
olduğu yere yükleniyorlar.
Orası,
elbette halk desteği.
Sayın
Erdoğan, iktidara yürürken milyonlarca vatan evlâdı ile göz, gönül temasını
kesmemeye büyük özen gösterdi.
Tabii siyasi
tabanını yanında tutarak yeni destek alanlarına açıldı, yaşam tarzları çok
farklı vatandaşların da desteğini almayı başardı.
Kendisi,
“birçok mağduriyet yaşamış” milyonların ümidi olarak öne çıktı.
Mağduriyetleri, hem bir “Aile Babası” hem de
bir “Siyaset Adamı” olarak bizzat yaşamıştı ve milyonlara “Damdan
düşenin halini ancak damdan düşen anlar!” yaklaşımıyla hitap etti.
Yıllar yılı “Jakoben
Elit”in baskısı altında inim inim inleyen milyonlar da bir büyük ümit
olarak Sayın Erdoğan’a sarıldı.
Sayın
Erdoğan da, memleketin içinden geçtiği zorlu süreçlerde, vatandaşla temasını
hiç azaltmadı, her konunun bizzat takipçisi olmaya çalıştı…
O kadar
ki, “Allah Allah, koskoca Başbakan,
(Sonra Koskoca Cumhurbaşkanı) bu meseleyi mi takip ediyor, yazık Vallahi, bir Lider hangi birine yetişsin!” sözünü
nice kereler işittik yakın çevresinden.
Sayın
Erdoğan’ın 15 Temmuz Gecesi, milletimizi meydanlara, caddelere, sokaklara
çağırırken dile getirdiği “Halkın gücünün üstünde bir güç ben tanımadım
bugüne kadar hayatımda, bundan sonra da zaten böyle bir şey tanımamız söz
konusu değil” cümlesi çok önemliydi.
Kendisi
zorlu 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan, 17/25 Aralık süreçlerinden geçerek buralara
gelmişti ve bütün zorlukları aşmasına arkasındaki halk desteğinin büyüklüğü,
sağlamlığı vesile olmuştu.
Sayın
Erdoğan, yol boyunca bazı hatalar yapsa da “Samimiyetine” itimat eden
milyonların desteğini kaybetmedi.
“Niyet
hayr, akıbet hayr!”
diyen milyonlar, kendisine hep “Yola Devam” mesajını verdi.
**************
ALGI
OPERASYONLARI YAMAN!
İşte Sayın
Erdoğan’ın en güçlü tarafı ve onu alaşağı etmek isteyenlerin yüklendikleri de
burası:
Halktan,
özellikle de dar gelirli kesimlerden kopmuş, lüks ve sefahat içinde yaşayan bir
“Siyasetçi” algısını oturtabildikleri takdirde, işi bitireceklerini
düşünüyorlar.
“Altın
klozet” yalanının hangi amaca “hizmet” ettiği malûm değil mi?..
Ankara’daki
ve yurdun dört bir yanındaki çeşitli kademelerden nice AK Partili’nin (Çok
daha yaygın ifadesiyle AKP’linin) gösteriş merakı, kibirli halleri “Bunlar halktan koptu!” algısının
yerleşmesine çok yardımcı oluyor.
Sayın
Erdoğan’ın, dünyanın altının üstüne geldiği, bölgemizin her noktasının
“yandığı” böyle bir süreçte, bir vakitler olduğu gibi “ayrıntılarla”
ilgilenebilmesi mümkün değil.
Onun
mesajlarını illerine, ilçelerine taşıyacak nice “Ömer”e ihtiyaç
duyduğunu söylüyor ama “Turist Ömer”ler her dönemde ve her yerde!..
Geçtiğimiz
aylarda ziyaret ettiğim “küçük” bir İl’deki “Başkan”ın öyle bir
karşılanışına şahitlik ettim ki, sanırsınız Cumhurbaşkanı!..
Bunlar çokça
dile getirilen durumlar.
Sayın
Erdoğan müthiş hitabeti, kitlelerle kurduğu “göz göze gönül gönüle” iletişim
sayesinde, “negatif etkileri” büyük ölçüde ortadan kaldırabiliyordu.
Bugün
dünyayı kasıp kavuran bir “Pandemi Tezgâhı” var ve bu ortamda Sayın
Erdoğan’ın kitleleri etkileme imkânı da kısıtlanıyor haliyle.
Öyle bu
işler; karşımda “maske, mesafe” düzeniyle oturan kardeşlerim olduğunda
ne konuşacağımı, sözü nasıl toparlayacağımı bilemiyorum.
Maskeli
yüzlerle bakanların konuşmalarımın neresini, nasıl karşıladıklarını tam olarak
anlayabilmem ve sözlerime ona göre
“ayar” vermem pek mümkün olmuyor.
İnsanlara
değil de, maskelere hitap etmiş gibi oluyorum.
Maskelerin
ardından beni izleyenler de, eminim ki benim söylediklerime konsantre
olamıyorlardır.
Bir de,
birisi konuşurken dinleyenlerin elleri sürekli olarak cep telefonuna gidiyor,
bu da benim konsantrasyonumu olumsuz yönde etkiliyor.
Bu dönem “Siyasiler”,
özellikle de “Halkın gücünün üstünde bir güç ben tanımadım bugüne kadar”
diyen “Liderler” açısından en zor dönem.
Buna bir de
“Sayın Erdoğan’a destek verenlerin oldukça etkisiz kaldıkları” sosyal medya
ortamını da eklediğinizde, iş büsbütün güçleşiyor.
İnsanların
söyledikleriyle söylemedikleri birbirine harmanlanarak “algı”
oluşturuluyor, evin içindeki bir musluk üzerinden bile koskoca bir “algı
operasyonu” yürütülüyor, vatandaşın önüne bir resim konuluyor.
“Sosyal
medya okur ve yazarlığı” alanında çok zayıf olan “kararsızlar” da bu
“operasyonlardan” bir ölçüde etkileniyor.
Hani bu
yazının başında “En az yüzde 36, kararsızlar da dağıtıldığında yüzde 42 civarı”
demiştik ya, Ak Parti’nin hali hazırdaki oy oranı için.
“Bütün
bunlara rağmen nasıl oluyor da, bu kadar fazla oy oranına sahip olabiliyor
hâlâ” sorusunun cevabını da vermiştik orada.
Şöyle
toparlayalım:
“Sayın
Erdoğan’a duyulan muhabbet o kadar güçlü ki, bu etki, AK Parti’yi de ayakta
tutuyor.”
ÖNÜMÜZDEKİ
SÜREÇ, “HERKES İÇİN” ÇOK ZORLU BİR
SÜREÇ!
Bir de
tabii…
Rakiplerin
durumu var…
“Böyle bir
ortamda iktidardaki parti CHP olsaydı ya da ortaklarıyla birlikte CHP,
durumunuz nice olurdu?” diye sorduğunuzda, ağırlıklı olarak “Allah muhafaza”
karşılığını alıyorsunuz.
“AK
Parti’ye oy vermem”
diyenlerin önemli bir bölümü de, “Peki, hangi partiye oy verirsiniz?”
sorusuna, “İşte orasını bilemiyorum!” karşılığını veriyorlar.
Önümüzdeki
süreçte Sayın Erdoğan’ın ve AK Parti’nin işinin hiç de kolay olmayacağı ortada.
Bununla
birlikte, “muhalefetteki” her genel başkanın da çok çetin bir süreçten geçeceğini,
özellikle “Benzemezler ittifakı”nın
birlikteliği sürdürmekte hayli zorlanacağını da görmemek mümkün değil.
CHP ve diğer
“İttifak” partileri içindeki tartışmalar, partilerin “ontolojileri”yle
ilgili.
CHP’de HDP
ile “kanka” olunmasını sindiremeyen nice “ulusalcı” var, HDP’de de
“CHP gibi kökü, kökeni belli bir parti ile yol yürünemeyeceğini”
söyleyenlerin oranı çok fazla.
İttifakın
“diğer” partileri için de benzeri zorluklardan bahsedebiliriz.
*
Yazıyı
bitirirken, Sayın Erdoğan’ı bitirmenin yolu olarak “Halkla, bilhassa da
mağdurlarla bağlarını zayıflatmayı görenlere” bir kez daha işaret etmiş
olayım.
Son
zamanlarda bütün “tarikatları FETÖ parantezine almak” gibi bir “tezgâh”
var ya…
Bu da, aynı
çerçevede…
Sayın
Erdoğan’a günün birinde “Yapa-yalnızım” dedirtmeyi hedefliyorlar.
15 Temmuz’da
caddeleri, meydanları, sokakları dolduranlara şöyle bir bakın.
Orada bir
“Büyük Resim” göreceksiniz.
O “Büyük
Resmin” içini boşaltma meselesi!..
“Benzemezler
İttifakı’na Küskünler Partisi’ni de katabilirlerse işi bitirmiş olacaklar.”
Mesele, “küskün” sayısını daha fazla arttırmama meselesi!