Sayın Davutoğlu, Sayın Babacan ne yapacak?
Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi kuruldu, Sayın Ali Babacan’ınki de yakında “gelecek”.
Hayırlı olsun.
Meselelere, “parti” veya “kuvvet” gözlüğü ile bakmadığımı, esas ve usuldeki yanlışlıklara en zor şartlarda dâhi karşı çıkmaya gayret ettiğimi en iyi bilenlerden biri de Sayın Ahmet Davutoğlu’dur.
Bunların bedelini ödemişsek ödemişizdir, bizi ilgilendirir.
Geçmişimiz geleceğimizin teminatı olur inşAllah.
Bunları, kurulan ve kurulmakta olan partilere dair eleştirilerimden “kuvveti üstün tutmak” bağlamlı sonuçlar çıkartmaya tevessül edebiler olabilir diye yazdım.
Merhum Erbakan Hoca’nın ve Merhum Muhsin Yazıcoğlu Başkan’ın doğrularını en sıkıntılı dönemlerinde “çekinmeden gündeme getiren” bir genç gazeteciydim.
Bugün de, Yeniden Refah Partisi gibi, yoluna çok çok kısıtlı imkânlarla devam eden bir siyasi yapının ve Lideri Sayın Fatih Erbakan’ın, vatandaşlardan büyük ilgi görmesine rağmen “Birçok medya organının ısrarla görmezden geldiği” etkinliklerini yazı ve haber konusu yapan yaşı epeyce ilerlemiş bir gazeteci.
İzleyen herkesin “büyük katılım ve heyecana sahne oldu” dediği bir Büyük Kongre yapmışlar, yazmayalım mı yani…
“Güç” meselesine takılmamak lâzım, mesele “doğruları” yapmaya gayret etmektedir.
Buradan geleyim, Sayın Davutoğlu’nun “Gelecek Partisi”ne.
Öncelikle şunu ifade edeyim:
Sayın Davutoğlu da, her politikacı gibi sonuna kadar eleştirilebilir lâkin “hakaretleri” tasvip etmem mümkün değildir.
Her eleştiri uygun dille yapılabilir.
Bununla birlikte, böylesine bir işe girişen bir politikacının “Hamama giren terler, demirden korkan trene binmez!” özdeyişlerini unutması da sözkonusu olamaz.
Sayın Davutoğlu, çok zor bir işe girişti.
Bazı çıkışlar daha baştan “sıkıntılı”dır.
“Akademisyen Davutoğlu”na söyleyecek bir sözümüz olamaz, bu haddi aşmak olur.
Uzun yıllar boyunca “siyaset dünyamızı” yakından takip etmiş bir gazeteci olarak “Siyasetçi” Davutoğlu’nu değerlendirebiliriz.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tam desteği olmasaydı, Sayın Davutoğlu’nun herhangi bir ilden “bağımsız milletvekili” olarak seçilmesi ne kadar mümkün olabilirdi?..
Zor.
Rahmetli Necmettin Erbakan 1969’da Konya’dan bağımsız aday olmuş ve seçilmişti.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu da, 2007’de memleketi Sivas’tan bağımsız aday olmuş ve rahat kazanmıştı.
Sayın Davutoğlu, “Başmüşavir” olduğu dönemde bağımsız milletvekilliğine adaylığını koysaydı kazanabilir miydi?..
Sayın Erdoğan, siyasi kariyerini elbette Merhum Erbakan’ın önderliğinde ördü ama İlçe Gençlik Kolları Başkanı iken dâhi, etkileyici bir “Siyasetçi” olarak bilinirdi.
Sokakların tozunu yuta yuta geldi, her kesimden vatandaşla dostluklar kura kura geldi.
Sayın Davutoğlu’nun çizgisi işe bambaşka.
Akademik kariyerine evet, tırnakları ile kaza kaza ulaştı.
Siyasi kariyeri ise, büyük ölçüde Sayın Erdoğan’ın “Buyurunuz.” demesine dayanıyor.
O günlere kadar “siyaseti düşünmediğini” kendisi de ifade ediyor zaten.
Ak Parti’yi kuran da, o günlere ve bugünlere taşıyan da Sayın Erdoğan.
Sayın Erdoğan’ın güçlü liderliği olmasaydı, AK Parti hiçbir seçimde barajı aşamazdı!..
Elbette, “tercih edilir” olmak önemli ama ne denirse densin, Sayın Davutoğlu hep Sayın Erdoğan gibi bir “Siyaset Devi”nin siyasete kazandırdığı bir isim olacaktır.
Bunun ötesinde ise bir Akademisyen.
Gelecek Partisi’nde “Eksi”ler
Gelecek Partisi, muhalefet ederken, Ak Parti’nin memleketi “ne hallere düşürdüğü” ve kurtuluşun ancak “kendilerinde” olduğu yönündeki vurguları devam edecektir elbette.
Ancak…
“Bize kadar her şey iyiydi, bizden sonra bozuldu” çerçeveli söylemler de baştan yaralıdır.
“Yapılan iyi işlerin artısı bize, kötü işlerin eksisi Sayın Cumhurbaşkanı’na” denebilirse de, her dendiğinde kafalarda nice soru işaretleri oluşur.
O soru işaretleri de “eksi” tarafa yazılır.
Sayın Davutoğlu, iktidara “Erdoğan Ailesi” üzerinden yüklenmeye devam ettiği takdirde de, CHP tarafından çokça kullanılıp tüketilmiş söylemlere sarılmış olur.
Bir başka mesele;
Sayın Davutoğlu, son grup konuşmasında, “Sayın Cumhurbaşkanı aleyhinde tek bir lâf etmeyeceği” sözünü herhangi bir “şarta” bağlamaksızın vermişti ve Ak Parti’ye herhangi bir şekilde “asla” zarar vermeyeceğini net bir şekilde ifade etmişti.
O konuşmanın en çok alkış alan bölümü de burasıydı.
Sayın Davutoğlu’nun karşı karşıya kaldığı ve “Refikliğe yakışmıyor” diyerek üzüldüğü tavırlar olmadı mı?
Oldu ama..
Bunlar, son grup toplantısının en çok alkışlanan bölümündeki sözleri yok etmiyor.
“Kimseye zarar vermek gibi bir derdimiz yok, bizim derdimiz memleketi kurtarmaktır” deniliyor ve “kurtarıcı” olarak öne çıkılıyorsa, birçok kanattan gelecek “Sizin hiç mi sorumluluğunuz yok efendim.” çerçeveli eleştirileri de göğüsleyebilmek gerekecektir.
Ben meseleye, “Erdoğan’ın partisi varken, öncelikle muhafazakâr tabana hitap eden bir parti kurulmamalı” diye bakanlardan değilim.
Aksine, “Doğru gördüğüne doğru, yanlış gördüğüne ise yanlış” deme gayretindeki “yapıcı” muhalefet anlayışının yararlı olduğunu yüzlerce kez ifade etmişimdir.
Ancak…
Eleştirenin, iktidarın icraatlarının “ortağı” olmaması da “tutarlılık sorgulamalarına” ikna edici karşılıklar verebilmek bakımından önemlidir.
Hukuki şartları karşılayabilen her vatan evlâdının hakkıdır parti kurmak, elbette Sayın Davutoğlu da hakkı olanı yapmıştır.
Bununla birlikte “geleceği” inşa ederken “geçmişe” ait izlerden “paya düşeni” üstlenmek ve bunları madde madde ortaya koymak gerekiyor.
“Yaptımsa tek başına mı yaptım, hep birlikte yaptık!” söylemi, bir yandan sorumluluğu paylaştırırken, diğer yandan da “sorumluluğa ortak olmayı” vurgular.
Sayın Babacan ve Sayın Gül… Ve tabii İmamoğlu!
Sayın Ali Babacan’a gelince…
Onun da “Neo-Liberal” politikaların ortağı olduğu ve Kemal Derviş Modeli’nin “uygulayıcısı” olarak öne çıktığı yönündeki değerlendirmelerin içleri boş değil.
Bu bir.
Bir de;
Sayın Babacan’da bir “Siyasi Parti Lideri” görüntüsü yok, “Ekonomiden Sorumlu Bakan” misyonuyla öne çıkmasından olacak, “Ekonomik kriz olursa epeyce oy alabilir.” çerçeveli söylemin kıskacında.
“Ben Tek Adam olmayacağım!” söylemi de etkili olmaz zira, “Tek Adam” diye diye tüketti CHP.
Öte yandan:
Merhum Özal’ın “Dört Eğilim” politikasını bugüne taşımak çok zor.
Merhum Özal, 12 Eylül Darbesi’nin dağıttığı siyasi ortamda “tek ümit” olarak ortaya çıktı.
Büyük boşluktan istifade etti.
Siyasette taşlar yerine oturduğunda da, hızla oy kaybetti.
Bendenize sık sık “Sayın Davutoğlu mu daha çok oy alır Sayın Babacan mı?” şeklinde sorular geliyor.
Meselelere böyle bakılmamalı.
Önümüzdeki süreçte, Gelecek Partisi ile Saadet Partisi arasındaki temaslar sıklaşabilir.
Sayın Ali Babacan Cumhurbaşkanı Adayı olabilir mi, yoksa sonuca varamayan “Çatı Adayımız Sayın Abdullah Gül” modeline kalındığı yerden devam edilmesi mi düşünülüyor?..
Ben, siyasette nihai noktada, “ilk bakışta görünenlerin” olduğuna çokça şahitlik etmişimdir.
Merhum Özal ile Merhum Erbakan’ın gelişleri gümbür gümbür olmuştu.
Sayın Erdoğan da öyle, göstere göstere geldi.
Rakiplerin bölünmesi ve hataları da ona çok yardımcı oldu.
Bugün için gördüğüm:
Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısındaki en “güçlü” aday Ekrem İmamoğlu olacak.
Tahmin bu, yanılma ihtimalim küçük değil.
Sayın Erdoğan’ın gücünü büyük ölçüde koruyacağını düşünüyorum, hatta geliştirebilir de…
Öte yandan,
Bütün gelişmelerin, Erkem İmamoğlu’na yaradığı da gözlemlerim arasında.
CHP’de ve AK Parti “çevrelerinde” olup bitenlere baktığımda bunu görüyorum.
Bir tarafta Sayın Erdoğan’ın, diğer tarafta ise Sayın Gül, Sayın Davutoğlu ve Sayın Babacan’dan birisinin yer alacağı bir “Başkanlık Seçimi Kapışmasına” ise pek ihtimal vermiyorum.
Yanılmak kula mahsus.