Saygı değil, algı Öztürk
Hatırlanacağı üzere Joe BİDEN seçim kampanyasını Türkiye aleyhtarlığı. Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerine kurgulayarak “Türkiye’deki muhalefeti destekleyeceğiz” demişti. Seçildikten sonra ise bu dediklerine hız verip, büyükelçilerin muhalefeti ziyaretleri hız kazanmıştı. Bu anlamda; ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield Şubat 2021 de Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etmiş, ziyaret sonrasında Kılıçdaroğlu ağzı kulaklarına varırcasına “tüm demokratik hareketleri desteklemelerini istedik, sadece onlardan değil tüm AB ülkelerinin yöneticilerinden de” diyerek Türkiye’yi şikâyet etmişti. Tıpkı bir zamanlar Ermeni, Rum, Yahudi lobilerinin Osmanlı’yı yedi düvele şikâyet ettiği gibi. Tıpkı bugün; bütün terör örgütlerinin, Türkiye’yi yuvalandıkları AB-D ülkelerinde şikâyet ettikleri gibi.
Bu fiille Ana muhalefet, milletten alamadığı yetkiyi, siyasi emellerini müstevlilerinki ile örtüştürerek onlardan dilenmişti. Tabi her dilenciliğin mutlaka bir bedeli olur. Elbette o bedel, devletin ve milletin çıkarlarının altın tepside müstevlilere sunulmasından başka bir şey değildir. Buda göstermektedir ki bir ülkenin itibarı iktidarı kadar muhalefetinin de itibarlı olması ile mümkündür. Dünya birinci ligine çıkmanın olmazsa olmazlarından biriside sadece iktidarın değil muhalefetinde yerli ve milli olmasıdır. Fakat bugün muhalefet ne yazık ki çukurdadır.
Bu görüşme sonrasında irili ufaklı muhalefet partileri Şubat 2022’den sonra yuvarlak masanın etrafında cem olmuştu. Hemen şunu ifade etmeliyim ki “yuvarlak masanın” yönetim dilindeki anlamı; herkesin statüsünün eşit olmasıdır. Dolayısıyla bu masadan bir lider yada bir Cumhurbaşkanı adayı çıkmayacaktır. Bunu böyle bilelim.
Daha sonra geçen ay Kılıçdaroğlu, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Jeffry L.FLAKE ile görüşmüştü. Görüşmenin detayları ile ilgili basına yansıyan pek fazla bir şey yok ama bu görüşmeye ait emareler var. Nedir o emareler? Cumhurbaşkanı adaylığı için İstanbul ve Ankara Belediye Başkanlarının fazlaca isimlerinin geçmesi, İmamoğlu’nun çeşitli mahfillerde “ben topu taca ya da avuta atmam” açıklamaları ile şirazesi kaçan Kılıçdaroğlu gurup toplantısında “ya benimle yürüyün ya da önümden çekilin” demesine neden olmuştu. Bunun üzerine geçen hafta Özgür Özel CeHaPe MYK’sında alınan kararı ifşa edercesine “adayımız Kılıçdaroğlu’dur” demişti.
O görüşmede ki diğer bir emare ise, Kılıçdaroğlu’nun geçen haftaki SADAT baskınıdır. Sözüm ona ziyaret(!) yapılmıştı. Mesai sonrası ve randevusuz olarak gerçekleşen bu baskına karşılık, şirket yetkilileri konuyu yargıya taşıdıklarını duyurdu. Tabii bu durum Kılıçdaroğlu için ilk değil, muhtemelen sonda olmayacaktır. Türkiye’de ana muhalefetin “siyasi kısırlığı” algı ve yalan üzerinden milletin zihnini bulandırmaya dönüşmekte. Siyaset millet için umut olmaktan çıkarılmaya çalışılmaktadır. Son birkaç ayda gerçekleşen SADAT, TÜİK, MEB baskınlarının yegane izahı “Siyasi Kısırlık”tan başka bir şey değildir.
Tabi bu agresiflik aslında Kılıçdaroğlu için ahval ve şeraitin berbat olduğunu, bu durumu algı ve provakasyonlarla örtmeye, seçmenini bu şekilde konsolide etmeye çalıştığı şeklinde algılanmaktadır. Kendisine müstevlilerce verilen muhalefeti birleştirme misyonu iç sorunlar nedeniyle mümkün olamamaktadır. ”Daha kendi içini düzeltemeyen bir CeHaPe Türkiye siyasetine nasıl yön verebilir ki” şeklinde düşünmeye sebep olmaktadır.
Mevcut ahvalde ; Kemal-Ekrem kapışması zirve yapmış, İstanbul'da Belediyecilik dibe vurmuş,
Canan'a hapis yolu gözükmüş, CehaPe -HDPKK ilişkisi her yönü ile deşifre olmuş, Cumhurbaşkanı adaylığı kendi partisinde bile istenmiyorken. Her konuda her kafadan farklı seslerin yükseldiği “6'lı masa Siyaseten bitmiş” seçimde muhalefetin başarısızlığı mukadder iken, Kılıçdaroğlu, çareyi SADAT provokasyonunda buldu. "Seçim güvenliği tehlikede, bunlar terörist yetiştiriyor, bunlar paramiliter yapı " gibi saçma sapan itham ve iftiralarda bulundu. Kılıçdaroğlu, bu haliyle daha evvel yazmıştım bu ülkenin başına bela edilmiş yerli Goebbels’dir.
Hemen şunu ifade etmeliyim ki; SADAT, tıpkı BAYKAR ve diğer milli ve yerli kuruluşlarımız gibi "uluslararası savunma ve danışmanlık" alanındaki boşluğu kapatan ülkemizin gururu stratejik bir kuruluştur. Talep eden ülkelere “Savunma Danışmanlık” hizmeti veren ve bu alanda her gün biraz daha tercih edilen ciddi bir kuruluştur. Dünya'daki hiçbir çatışma alanında paramiliter yapılanması da yoktur. Muhalefetin hedefinde olmasının sebebi ise; tıpkı savunma sanayi alanında olduğu gibi bu alanda da Türkiye’nin tercih edilen noktaya yükseliyor olmasıdır. Ellerinden gelse gururumuz BAYKAR'ı ve diğerlerini de terörist ilan eder bu ÇUKURLAR...
Akla gelen soru ise; Kılıçdaroğlu neden HDP’nin merkezini basıp Diyarbakır annelerinin yüreğini soğutmaz. Ya da Pensilvanya şeytanının çiftliğini basıp 15 Temmuz’un hesabını sormaz.
Bu soruların cevabı ise; elbette Türkiye’de muhalefetin kim ya da kimlerin kontrolünde olduğundadır. Yakın zamanda Ermeni Patrik Vekili Aram Ateşyan’ın; “ çevrelerinde Müslüman Kürt olarak bilinen Ermenilerin asıl kimliklerine dönmeye başladı” şeklindeki açıklamasına karşılık, Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu; "ülkemizde en az 500 bin kripto Ermeni var" dediğini hatırladım. Bu ülke, kriptolardan temizlenmedikçe başımızdan Abdulhamid'lerin indirilmesi eksik olmaz. Bunu böyle bilelim.
Son olarak çukur siyasetin sözcüsü konumundaki Sözcü gazetesinin yazarı Saygı ÖZTÜRK 21.05.2022 tarihli köşe yazısında Kılıçdaroğlu’ndan ilham almışçasına, ASDER ve SADAT’ı 28 Şubat yargı kararlarını ve devam etmekte olan yargılamaları etkilemekle itham etti.
20.05.2022 tarihli yazısında utanmadan sıkılmadan "O soruşturma SADAT ve ASDER'le başladı “ başlığını atmış. SADAT ve ASDER’in 28 Şubat yargılamaları üzerinde etkisi olduğunu, ceza alan eski askerlerin aslında masum olduklarını ima etmiş. Kaynak olarak da sanık avukatlarının temyiz dilekçesini göstermiş.
Akla gelen soru neden Kılıçdaroğlu’nun provokasyonundan hemen sonra?
O yazıda benimde ismim geçiyor. Yazısında; "katılan sıfatı verilen 117 askerden 6 kişi Vehbi KARA, İbrahim TÖRE, Mehmet KURT, Yavuz SULUMEŞE, Ersan ERGÜR ve Nejat ÖZDEN aynı zamanda SADAT yönetici ve danışmanlarıdır" deniyor. Hülasa; "28 Şubat yargılaması, SADAT, ASDER yargısıdır" demeye getiriyor. Aklınca SADAT ve ASDER’i şeytanlaştırıp darbecileri melekleştirmeye çalışıyor.
Evvela şunu ifade etmeliyim ki; SADAT A.Ş. ile ticari ve organik hiçbir bağım yok. İkincisi SADAT A.Ş.’ye danışmanlık yapmamaktayım. Olsaydı bununla gurur duyardım o da ayrı mesele. Üçüncüsü, tekzibimi yazısında aynen yayınlamazsa avukatım vasıtasıyla hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına “Yalan Haber, Devam etmekte olan bir davada adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs"den suç duyurusunda bulunacağım.
Şerefli ve vatanperver emekli Türk subaylarının kurduğu kurum ve kuruluşları müstevlilerinki ile tevhid ettiğiniz kirli emellerinize alet edemeyeceksiniz.